26 Mar 2012 09:26
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:28
''AHMET, NEDİM ÇIKACAK YİNE YAZACAK'' O SLOGAN NASIL GERÇEK OLDU?
Ahmet Şık ve Nedim Şener tutukluyken, meslektaşları, “Ahmet, Nedim çıkacak, yine yazacak!” diye bağırıyorlardı.
Ahmet ve Nedim kitap yazmaya devam ediyor
İki farklı insan, bir ortak kader ve mücadele
Ahmet Şık ve Nedim Şener tutukluyken, onlarla dayanışmak için sokağa çıkan meslektaşları, “Ahmet, Nedim çıkacak, yine yazacak!” diye bağırıyorlardı.
Nitekim öyle oldu. Her iki meslektaşımız da büyük ölçüde cezaevinde hazırlamış oldukları yeni kitaplarıyla okurlarının karşısına çıkmaya hazırlanıyorlar. Biz de burada kendileriyle yaptığımız sohbeti yayınlamayı bitiriyoruz
Kısa zamanda ikiniz de kitap yayınlayacaksınız. Kitaplarınızdan kısaca bahseder misiniz?
Nedim Şener: Cezaevindeyken savunmaya yönelik çalışmalar yaptım. 8 yaşındaki kızım ilk telefon görüşmemizde bana “baba seni oraya niye koydular?” diye sordu. Kitap yüzünden diyemiyorum çünkü kitap bizim için çok önemli, okuması önemli. Kitaplara düşman olmasın diye bir iki saniye düşündükten sonra “bir yanlışlık var” diyebildim kızıma. Bizi olmadığımız şekilde tarif eden insanlar var ortada. TRT’de, Zaman gazetesinde, Samanyolu televizyonunda, cemaat medyasında, Yeni Şafak’ta... Biz bunlar değiliz. Bana savcının sormadığı telefon konuşmasını örgütsel ilişki diye önüme koyuyorlar veya bir köşe yazarının yazdığı yazıyı iddiannameye koyuyorlar. Bunları biraz anlatmak istedim. Yaşadıklarımı niye yaşıyorumu anlatmak istedim. İçeride yaşadıklarımı çok anlatmamayı tercih ettim çünkü gardiyanların başına dert açmak istemem. Çok yakın takip edildikleri için hemen buluyorlar kimden bahsettiğini ve hemen soruşturma açılıyor. Bir de tahliye olduğum için daha uzaktan bakan bir gözle olayları yazmaya çalışacağım. Kısaca son bir yılda ne yaşadığımı anlatmaya çalışacağım.
Ahmet Şık: Benim yazdığım kitap bitti. İlk yedi ayı anlatıyor. Avukatlarla, mahkeme biraz yol alsın öyle yayınlayalım diye düşünmüştük. Bir, Ergenekon nedir ne değildir şeklinde kısa bir değerlendirme var. İlk 1,5 yıl çok umutlu olmamıza rağmen bugün ne kadar geri bir noktaya geldiğimizi anlatacağım. İddiannemenin hukuki bir değerlendirmesi gibi bir bölüm var. Kendim üzerinden bütün davayla ilgili bir savunma yaptım. Oradaki örgüt belgesi dedik şeyleri okuma yazması olan herhangi biri okusa onların örgüt dokümanı olmadığını anlar. Onların hepsinin metin analizini yaptım. Bir de Kaşif Kozinoğlu’nun 20-30 sayfalık kendi açımdan savunması gibi bir şeyini yazdım. Kozinoğlu’nu tanımam ve ailesinden özür dilerim ama, tanısam da pek seveceğimi sanmıyorum. Fakat Kozinoğlu’na savunma hakkı verilmeden öldü. Benim gözümde onun katili bu komployu kuranlardır. 24 yaşında bir oğlu olduğunu duyduğumda çok üzüldüm. Oğlu, eşi hayatları boyunca bu yükü taşıyacak. Savunma hakkı vermediler. Ahmak birkaç insanın terörist suçlamasıyla öldü adam, savunamadı kendini.
Kitaplar dışında ne var?
Şık: Öğrencilerim beni özlemiş. Üniversitedeki derslerime devam edeceğim. Haber merkezimiz var. Haber üretilen bir yerde ne yapılıyorsa onu yapıyoruz. Habervesaire diye bir sitemiz var. Onun dışında kitap yazmaya devam edeceğim. Kimsenin bana gazetecilik yapmam için teklif yapacağını sanmıyorum. Bu süreçte kimse bana iş teklif etmez ama benim gazetecilik üzerine kafamda bir projem var.
Şener: Milliyet el değiştirince ben Doğan Grubu’nda kaldım ve Posta Gazetesi’ne geçtim. Bir süre geçsin istiyorum çünkü şimdi yazacağım her şeyde duygusallık olacak. Öyle olsun istemiyorum. Hrant Dink ile ilgili çalışmalarıma devam edeceğim. Evden çıkarıldığımda medyaya söylediğim “Hrant için, adalet için” sözü planlanmış bir söz değildi. Hayatımdaki en kalabalık gazeteci topluluğunu o gün kapımın önünde gördüm. Bu arada çok ilginç; polisler kameraların kadrajına göre kendilerine konum seçiyorlar. Onlar için bu bir medya planlaması. Ahmet’e de söyledim, onu almaya giden adamların saçları jöleliydi. Sabah 7.30’da kapıya geldiklerine göre onların saat 4-5 gibi kalkması lazım. O saatte bir polis saçına jöle sürmesi... Ahmet “Dokunan yanar” derken adres gösteriyordu. Ben “Hrant için, adalet için” derken bu komplonun niye başıma geldiğini anlatmaya çalışıyordum. Dink cinayetinin arkasındaki MİT’i, jandarmayı ve polisi ortaya çıkarttığım için bunun bir intikam operasyonu olduğuna kanaat getirdim. Silahlı terör örgütü üyesi diye saçma sapan bir suçlama yapıldı. O anda insan basın açıklaması yapamıyor. Bir cümle söyleme hakkınız var. Ben bu durumu şöyle anlatıyorum: Biri başınızı suya sokuyor, bastırıyor; siz bir an çırpınıp kafanızı çıkartıp bir nefes alıyorsunuz. O nefeste çok dikkatli olmalısınız. O nefes sizi bir daha batırdıklarında suyun altında kaldığınız uzun zamanda size dayanma gücü veriyor. Ahmet o nefeste “Dokunan yanar” dedi. Ben ise “Hrant için, adalet için” dedim. Bizim için 376 gündü o suyun altında kalış süresi. O dönemde Hrant’ın bazı arkadaşları, olaya politik yaklaşanlar “Nedim Şener Hrant Dink’in adını kullanıyor” gibi suçlamalarda bulundular. Hrant benim arkadaşım değildi. Ben kardeşi Orhan Dink’i ve ailesinden bazı üyeleri tanıyorum. Ama Orhan Dink’i tanıdığım zaman Hrant Dink’in nasıl asil bir adam olduğunu anlayabiliyorum. Orhan Dink gibi kardeşi olan bir adam dünyanın en mükemmel bir adamıdır. Orhan Dink’i tanısanız içinizden onun mücadelesine, kavgasına katılmak gelir. “Nedim Şener polisin içindeki şeyleri ortaya çıkarttı ama jandarmaya hiç değinmedi” diyenler var. Hayır. Benim yazdığımız kitap 400 sayfa ise bunun 70 sayfası jandarma. Ayrıca işin jandarma ayağı ilk çözülen kısımdır. Bu kısmın yargılaması yapılmıştır ama yargılamadaki suistimaller kitapta yerini almıştır. 250 sayfalık ikinci kitabımda 60 sayfa yine jandarmadan bahsettim. Dink cinayetindeki duvar git gide daha çok kırılıyor ve cinayetin arkasındaki özel ilişkiler de ortaya çıkıyor. Çatışmanın tarafları ortaya çıkıyor artık. Mesela geçen gün bir yere gidiyorduk. Bir sivil polis karşıma çıktı. “Abi bu olayı yapanlar hep aynı adamlar” dedi. Bir gün bir ağır ceza hakimi benden meslektaşları adına özür diledi. “Şike davasını yapanlar da aynı adamlar” dedi. Hakikaten öyle. Ben Ahmet’e de söylediğim gibi Aziz Yıldırım’ın kolundaki polisler beni sorguya alan polislerdi. “Dink cinayetinde devletin namusunu temizlemesi gereken şeyler var. Bunlardan biri DDK raporlarıdır” diye yazılar yazmıştım. Ragıp Zarakol’un yazısında da bu vardır. Daha sonra gazeteci arkadaşlarım kendisini Strasbourg’ta sıkıştırınca Cumhurbaşkanı sessiz kalmadı. DDK raporu çıktı biliyorsunuz. İçeriden çıktıktan sonra o rapora göz attım ve çok ciddi sakatlıklar gördüm. Örneğin daha önce istihbaratçılar için aklama raporu yazmış müfettiş meğer inceleme grubu içerisindeymiş. Posta Gazetesi’nde “Eğer bu kişi bu heyetin içinde olursa bu rapor sağlıklı olmaz” diye yazmıştım. Bana göre Cumhurbaşkanlığı raporu bile lekelenmiş bir durumda. Bunların nasıl bir süreç içerisinde olduğunu anlatacağım. Dink cinayeti ve istihbarat yalanları konusu artık Dink cinayeti ve devlet yalanları halini aldı. Çünkü siyasetçi bu konuda çok ciddi tavır aldı. Eğer Hrant için bu ülkede adalet yoksa Nedim için, Ahmet için, Ruşen için, kimse için adalet olmayacaktır.
Şık: Esasında bu görünür davalar üzerinde kıyaslama yapıyoruz ama mesela bize yemek dağıtan mahkum vardı. Bana mektup yazmış. Çocuk uyuşturucu davasından ilk duruşmada tahliye olmuş. İlk duruşmasına 22 ay sonra çıkmış. Hukuk dediğin sadece Ahmet, Nedim, Hrant için değil. Bizimle sadece sorunlar görünür hale geldi. Cezaevlerinin durumu gerçekten çok kötü. Bu sadece Balbay, Şener, Şık üzerinden tartışılmasın. Gidelim bir Diyarbakır’a da görsünler 2012 Diyarbakır cezaevini veya Türkiye’deki F tiplerini.
Ruşen ÇAKIR / VATAN
İki farklı insan, bir ortak kader ve mücadele
Ahmet Şık ve Nedim Şener tutukluyken, onlarla dayanışmak için sokağa çıkan meslektaşları, “Ahmet, Nedim çıkacak, yine yazacak!” diye bağırıyorlardı.
Nitekim öyle oldu. Her iki meslektaşımız da büyük ölçüde cezaevinde hazırlamış oldukları yeni kitaplarıyla okurlarının karşısına çıkmaya hazırlanıyorlar. Biz de burada kendileriyle yaptığımız sohbeti yayınlamayı bitiriyoruz
Kısa zamanda ikiniz de kitap yayınlayacaksınız. Kitaplarınızdan kısaca bahseder misiniz?
Nedim Şener: Cezaevindeyken savunmaya yönelik çalışmalar yaptım. 8 yaşındaki kızım ilk telefon görüşmemizde bana “baba seni oraya niye koydular?” diye sordu. Kitap yüzünden diyemiyorum çünkü kitap bizim için çok önemli, okuması önemli. Kitaplara düşman olmasın diye bir iki saniye düşündükten sonra “bir yanlışlık var” diyebildim kızıma. Bizi olmadığımız şekilde tarif eden insanlar var ortada. TRT’de, Zaman gazetesinde, Samanyolu televizyonunda, cemaat medyasında, Yeni Şafak’ta... Biz bunlar değiliz. Bana savcının sormadığı telefon konuşmasını örgütsel ilişki diye önüme koyuyorlar veya bir köşe yazarının yazdığı yazıyı iddiannameye koyuyorlar. Bunları biraz anlatmak istedim. Yaşadıklarımı niye yaşıyorumu anlatmak istedim. İçeride yaşadıklarımı çok anlatmamayı tercih ettim çünkü gardiyanların başına dert açmak istemem. Çok yakın takip edildikleri için hemen buluyorlar kimden bahsettiğini ve hemen soruşturma açılıyor. Bir de tahliye olduğum için daha uzaktan bakan bir gözle olayları yazmaya çalışacağım. Kısaca son bir yılda ne yaşadığımı anlatmaya çalışacağım.
Ahmet Şık: Benim yazdığım kitap bitti. İlk yedi ayı anlatıyor. Avukatlarla, mahkeme biraz yol alsın öyle yayınlayalım diye düşünmüştük. Bir, Ergenekon nedir ne değildir şeklinde kısa bir değerlendirme var. İlk 1,5 yıl çok umutlu olmamıza rağmen bugün ne kadar geri bir noktaya geldiğimizi anlatacağım. İddiannemenin hukuki bir değerlendirmesi gibi bir bölüm var. Kendim üzerinden bütün davayla ilgili bir savunma yaptım. Oradaki örgüt belgesi dedik şeyleri okuma yazması olan herhangi biri okusa onların örgüt dokümanı olmadığını anlar. Onların hepsinin metin analizini yaptım. Bir de Kaşif Kozinoğlu’nun 20-30 sayfalık kendi açımdan savunması gibi bir şeyini yazdım. Kozinoğlu’nu tanımam ve ailesinden özür dilerim ama, tanısam da pek seveceğimi sanmıyorum. Fakat Kozinoğlu’na savunma hakkı verilmeden öldü. Benim gözümde onun katili bu komployu kuranlardır. 24 yaşında bir oğlu olduğunu duyduğumda çok üzüldüm. Oğlu, eşi hayatları boyunca bu yükü taşıyacak. Savunma hakkı vermediler. Ahmak birkaç insanın terörist suçlamasıyla öldü adam, savunamadı kendini.
Kitaplar dışında ne var?
Şık: Öğrencilerim beni özlemiş. Üniversitedeki derslerime devam edeceğim. Haber merkezimiz var. Haber üretilen bir yerde ne yapılıyorsa onu yapıyoruz. Habervesaire diye bir sitemiz var. Onun dışında kitap yazmaya devam edeceğim. Kimsenin bana gazetecilik yapmam için teklif yapacağını sanmıyorum. Bu süreçte kimse bana iş teklif etmez ama benim gazetecilik üzerine kafamda bir projem var.
Şener: Milliyet el değiştirince ben Doğan Grubu’nda kaldım ve Posta Gazetesi’ne geçtim. Bir süre geçsin istiyorum çünkü şimdi yazacağım her şeyde duygusallık olacak. Öyle olsun istemiyorum. Hrant Dink ile ilgili çalışmalarıma devam edeceğim. Evden çıkarıldığımda medyaya söylediğim “Hrant için, adalet için” sözü planlanmış bir söz değildi. Hayatımdaki en kalabalık gazeteci topluluğunu o gün kapımın önünde gördüm. Bu arada çok ilginç; polisler kameraların kadrajına göre kendilerine konum seçiyorlar. Onlar için bu bir medya planlaması. Ahmet’e de söyledim, onu almaya giden adamların saçları jöleliydi. Sabah 7.30’da kapıya geldiklerine göre onların saat 4-5 gibi kalkması lazım. O saatte bir polis saçına jöle sürmesi... Ahmet “Dokunan yanar” derken adres gösteriyordu. Ben “Hrant için, adalet için” derken bu komplonun niye başıma geldiğini anlatmaya çalışıyordum. Dink cinayetinin arkasındaki MİT’i, jandarmayı ve polisi ortaya çıkarttığım için bunun bir intikam operasyonu olduğuna kanaat getirdim. Silahlı terör örgütü üyesi diye saçma sapan bir suçlama yapıldı. O anda insan basın açıklaması yapamıyor. Bir cümle söyleme hakkınız var. Ben bu durumu şöyle anlatıyorum: Biri başınızı suya sokuyor, bastırıyor; siz bir an çırpınıp kafanızı çıkartıp bir nefes alıyorsunuz. O nefeste çok dikkatli olmalısınız. O nefes sizi bir daha batırdıklarında suyun altında kaldığınız uzun zamanda size dayanma gücü veriyor. Ahmet o nefeste “Dokunan yanar” dedi. Ben ise “Hrant için, adalet için” dedim. Bizim için 376 gündü o suyun altında kalış süresi. O dönemde Hrant’ın bazı arkadaşları, olaya politik yaklaşanlar “Nedim Şener Hrant Dink’in adını kullanıyor” gibi suçlamalarda bulundular. Hrant benim arkadaşım değildi. Ben kardeşi Orhan Dink’i ve ailesinden bazı üyeleri tanıyorum. Ama Orhan Dink’i tanıdığım zaman Hrant Dink’in nasıl asil bir adam olduğunu anlayabiliyorum. Orhan Dink gibi kardeşi olan bir adam dünyanın en mükemmel bir adamıdır. Orhan Dink’i tanısanız içinizden onun mücadelesine, kavgasına katılmak gelir. “Nedim Şener polisin içindeki şeyleri ortaya çıkarttı ama jandarmaya hiç değinmedi” diyenler var. Hayır. Benim yazdığımız kitap 400 sayfa ise bunun 70 sayfası jandarma. Ayrıca işin jandarma ayağı ilk çözülen kısımdır. Bu kısmın yargılaması yapılmıştır ama yargılamadaki suistimaller kitapta yerini almıştır. 250 sayfalık ikinci kitabımda 60 sayfa yine jandarmadan bahsettim. Dink cinayetindeki duvar git gide daha çok kırılıyor ve cinayetin arkasındaki özel ilişkiler de ortaya çıkıyor. Çatışmanın tarafları ortaya çıkıyor artık. Mesela geçen gün bir yere gidiyorduk. Bir sivil polis karşıma çıktı. “Abi bu olayı yapanlar hep aynı adamlar” dedi. Bir gün bir ağır ceza hakimi benden meslektaşları adına özür diledi. “Şike davasını yapanlar da aynı adamlar” dedi. Hakikaten öyle. Ben Ahmet’e de söylediğim gibi Aziz Yıldırım’ın kolundaki polisler beni sorguya alan polislerdi. “Dink cinayetinde devletin namusunu temizlemesi gereken şeyler var. Bunlardan biri DDK raporlarıdır” diye yazılar yazmıştım. Ragıp Zarakol’un yazısında da bu vardır. Daha sonra gazeteci arkadaşlarım kendisini Strasbourg’ta sıkıştırınca Cumhurbaşkanı sessiz kalmadı. DDK raporu çıktı biliyorsunuz. İçeriden çıktıktan sonra o rapora göz attım ve çok ciddi sakatlıklar gördüm. Örneğin daha önce istihbaratçılar için aklama raporu yazmış müfettiş meğer inceleme grubu içerisindeymiş. Posta Gazetesi’nde “Eğer bu kişi bu heyetin içinde olursa bu rapor sağlıklı olmaz” diye yazmıştım. Bana göre Cumhurbaşkanlığı raporu bile lekelenmiş bir durumda. Bunların nasıl bir süreç içerisinde olduğunu anlatacağım. Dink cinayeti ve istihbarat yalanları konusu artık Dink cinayeti ve devlet yalanları halini aldı. Çünkü siyasetçi bu konuda çok ciddi tavır aldı. Eğer Hrant için bu ülkede adalet yoksa Nedim için, Ahmet için, Ruşen için, kimse için adalet olmayacaktır.
Şık: Esasında bu görünür davalar üzerinde kıyaslama yapıyoruz ama mesela bize yemek dağıtan mahkum vardı. Bana mektup yazmış. Çocuk uyuşturucu davasından ilk duruşmada tahliye olmuş. İlk duruşmasına 22 ay sonra çıkmış. Hukuk dediğin sadece Ahmet, Nedim, Hrant için değil. Bizimle sadece sorunlar görünür hale geldi. Cezaevlerinin durumu gerçekten çok kötü. Bu sadece Balbay, Şener, Şık üzerinden tartışılmasın. Gidelim bir Diyarbakır’a da görsünler 2012 Diyarbakır cezaevini veya Türkiye’deki F tiplerini.
Ruşen ÇAKIR / VATAN