14 Eyl 2017 09:26
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 23:07
Ahmet Kekeç'ten köşe komşusu Ahmet Taşgetiren'e ağır ima: İçimizdeki eleman!
Son dönemde sık sık karşı karşıya gelen Star gazetesi yazarları Ahmet Kekeç ile Ahmet Taşgetiren bir kez daha karşı karşıya geldi.
Hükümete yakın Star gazetesi yazarı Ahmet Kekeç, “Kol saati öyle mi” başlıklı yazısıyla, yine Star gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren’e yanıt verdi.
Taşgetiren dünkü köşesinde ABD’nin tutuklama kararı çıkardığı Zafer Çağlayan’ın saatinin içlerine sinmediğini yazmıştı.
Kekeç de bugünkü köşesinden Taşgetiren’e verdiği yanıtta şunları yazdı:
“17/25 Aralık hadisesinin, “yolsuzluk” susturuculu bir darbe girişimi olduğu biliniyor... Asıl hedefin yolsuzluk iddiaları üzerinden Erdoğan’a ulaşmak (Erdoğan’ı indirmek) olduğu da biliniyor...
Hele, soruşturmanın en önemli cüzünü oluşturan Halkbank meselesinin, doğrudan Amerika’yı ilgilendirdiği ve “ambargoyu delmek” suçlamasının Türkiye’de yasal bir takibatı gerektirmediği de biliniyor.
Bunları bile bile, “kol saati” diye yazılar yazıp, o günkü iddiaların bir başka veçhesiyle “haklılığına” işaret etmek, en hafif ifadesiyle, ayıptır.
Ki, ambargoyu delmiş mebzul miktar Amerikan firması varken, burada “suç” vehmedenlerin değirmenine su taşımak ya da suç varmış da üzeri örtülüyormuş gibi bir algı oluşturmak, “ayıp”ın da ötesinde bir tutuma işaret eder.
Ben yoruldum “içimizdeki” elemanlarla cebelleşmekten.
Bunun adını da siz koyun…”
“BAŞKA ÖRNEK Mİ KALMADI”
“Efendim, dönemin Başbakanı “Aklanın da gelin” demiş… Eski TBMM Başkanı, “Evet, aklansınlar da gelsinler” demiş…” diye yazan Kekeç köşesini şöyle sürdürdü:
“Peki, dönemin Başbakanı ve TBMM Başkanı, o delillerin nasıl oluşturulduğunu bilmiyor mu?
Para sayma makinelerinin, ayakkabı kutularının, montajlanmış ses kayıtlarının, ortalığa saçılmış tapelerin ve bilumum kirli varakanın bir mizansenin “tamamlayıcı aparatları” olduğunu bilmiyor mu?
Kaldı ki, “aklanın gelin” diyen dönemin Başbakanı, bir de, durumdan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın haberdar olduğunu, hatta onun iznini aldığını söylemişti. Yani, yanlış bilgi vermişti.
Burada bir problem yok mu?
FETÖ’nün iddialarına karşı mı aklanıp geleceklerdi?
FETÖ muhasarası altındaki bir yargı organından mı “temiz kâğıdı” alacaklardı? (Temiz kâğıdı verecek kurumun bazı üyeleri şu an FETÖ’den dolayı tutuklu bulunuyor.)
Efendim, “kol saati” ile sembolize olan yolsuzluk dosyalarını içimize sindirmemizin “istenmesi” içimize sinmiyormuş...
Böyle yazıyor bir arkadaş...
Evet, Amerika'da bir yerlerin Erdoğan'la, Türkiye ile hesaplaşma halinde olduğuna inanıyormuş... Bu, bütün İslam dünyasına yönelik hesaplaşmanın bir uzantısıymış... O dönemde Türkiye-İran ilişkileri de, Amerika'nın hesabını bozan niteliğiyle boy hedefiymiş... Bu davanın (Amerika’daki davanın) böyle bir hesaplaşma boyutu varmış ama... Yine de, bir “milli mesele”yi öne çıkarıp, kol saatiyle sembolize edilen yolsuzluk dosyalarını içine sindirmesini istemeleri, arkadaşın içine sinmiyormuş.
Şu an Amerika’da görülmekte olan davanın, 17/25 Aralık hadisesiyle ne alakası var ki, içine sinmiyor? 17/25 Aralık soruşturması “akim bırakıldığı”, yolsuzlukların üzerine gidilmediği, Bakanların Yüce Divan’da aklanıp gelmelerine fırsat verilmediği, Erdoğan buna direndiği için mi Amerika durumdan vazife çıkarıp, bizim adımıza gerekli soruşturmayı yapıyor?
Bazıları, “FETÖ başaramadı, belki Amerika başarır” derdinde.
Sizler de bu ajandaya göre mi konuşuyorsunuz?
Hem, bir “milli mesele” olarak karşımızda duran ABD tazyikini, neden “kol saati”yle sembolize edilen sözde yolsuzluk dosyalarıyla “irtibatlandırarak” anlamaya ve açıklamaya çalışıyorsunuz ki?
Başka örnek mi kalmadı?”
Taşgetiren dünkü köşesinde ABD’nin tutuklama kararı çıkardığı Zafer Çağlayan’ın saatinin içlerine sinmediğini yazmıştı.
Kekeç de bugünkü köşesinden Taşgetiren’e verdiği yanıtta şunları yazdı:
“17/25 Aralık hadisesinin, “yolsuzluk” susturuculu bir darbe girişimi olduğu biliniyor... Asıl hedefin yolsuzluk iddiaları üzerinden Erdoğan’a ulaşmak (Erdoğan’ı indirmek) olduğu da biliniyor...
Hele, soruşturmanın en önemli cüzünü oluşturan Halkbank meselesinin, doğrudan Amerika’yı ilgilendirdiği ve “ambargoyu delmek” suçlamasının Türkiye’de yasal bir takibatı gerektirmediği de biliniyor.
Bunları bile bile, “kol saati” diye yazılar yazıp, o günkü iddiaların bir başka veçhesiyle “haklılığına” işaret etmek, en hafif ifadesiyle, ayıptır.
Ki, ambargoyu delmiş mebzul miktar Amerikan firması varken, burada “suç” vehmedenlerin değirmenine su taşımak ya da suç varmış da üzeri örtülüyormuş gibi bir algı oluşturmak, “ayıp”ın da ötesinde bir tutuma işaret eder.
Ben yoruldum “içimizdeki” elemanlarla cebelleşmekten.
Bunun adını da siz koyun…”
“BAŞKA ÖRNEK Mİ KALMADI”
“Efendim, dönemin Başbakanı “Aklanın da gelin” demiş… Eski TBMM Başkanı, “Evet, aklansınlar da gelsinler” demiş…” diye yazan Kekeç köşesini şöyle sürdürdü:
“Peki, dönemin Başbakanı ve TBMM Başkanı, o delillerin nasıl oluşturulduğunu bilmiyor mu?
Para sayma makinelerinin, ayakkabı kutularının, montajlanmış ses kayıtlarının, ortalığa saçılmış tapelerin ve bilumum kirli varakanın bir mizansenin “tamamlayıcı aparatları” olduğunu bilmiyor mu?
Kaldı ki, “aklanın gelin” diyen dönemin Başbakanı, bir de, durumdan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın haberdar olduğunu, hatta onun iznini aldığını söylemişti. Yani, yanlış bilgi vermişti.
Burada bir problem yok mu?
FETÖ’nün iddialarına karşı mı aklanıp geleceklerdi?
FETÖ muhasarası altındaki bir yargı organından mı “temiz kâğıdı” alacaklardı? (Temiz kâğıdı verecek kurumun bazı üyeleri şu an FETÖ’den dolayı tutuklu bulunuyor.)
Efendim, “kol saati” ile sembolize olan yolsuzluk dosyalarını içimize sindirmemizin “istenmesi” içimize sinmiyormuş...
Böyle yazıyor bir arkadaş...
Evet, Amerika'da bir yerlerin Erdoğan'la, Türkiye ile hesaplaşma halinde olduğuna inanıyormuş... Bu, bütün İslam dünyasına yönelik hesaplaşmanın bir uzantısıymış... O dönemde Türkiye-İran ilişkileri de, Amerika'nın hesabını bozan niteliğiyle boy hedefiymiş... Bu davanın (Amerika’daki davanın) böyle bir hesaplaşma boyutu varmış ama... Yine de, bir “milli mesele”yi öne çıkarıp, kol saatiyle sembolize edilen yolsuzluk dosyalarını içine sindirmesini istemeleri, arkadaşın içine sinmiyormuş.
Şu an Amerika’da görülmekte olan davanın, 17/25 Aralık hadisesiyle ne alakası var ki, içine sinmiyor? 17/25 Aralık soruşturması “akim bırakıldığı”, yolsuzlukların üzerine gidilmediği, Bakanların Yüce Divan’da aklanıp gelmelerine fırsat verilmediği, Erdoğan buna direndiği için mi Amerika durumdan vazife çıkarıp, bizim adımıza gerekli soruşturmayı yapıyor?
Bazıları, “FETÖ başaramadı, belki Amerika başarır” derdinde.
Sizler de bu ajandaya göre mi konuşuyorsunuz?
Hem, bir “milli mesele” olarak karşımızda duran ABD tazyikini, neden “kol saati”yle sembolize edilen sözde yolsuzluk dosyalarıyla “irtibatlandırarak” anlamaya ve açıklamaya çalışıyorsunuz ki?
Başka örnek mi kalmadı?”