Ahmet Kekeç'ten İslamcı yazarlara çağrı! Muhbir Mümtaz'er'in, ihaleci Ali Bulaç'ın...
Ahmet Kekeç, son dönemde "İslamcılık bitti mi?" sorusu etrafında hareketlenen tartışma için ilginç bir çağrı yaptı.
Köşesinden Mümtazer Türköne ve Ali Bulaç'ın sert sözler ile eleştiren Kekeç, "Kendilerini “İslamcı” diye tanımlayan arkadaşlardan hassaten rica ediyorum: Muhbir Mümtaz’er’in ve ihaleci mütefekkir Ali Bulaç’ın iğvasına kapılıp “İslamcılık” tartışmasına girmeyin... Savunma pozisyonuna geçmeyin..." dedi ve şöyle devam etti.
PARALEL OLTAYA GELMEYİN
“Ben Ali Bulaç gibi, kendisine ajanlık teklif edilen İslamcılardan olmadım” şeklinde cümleler kurarak bir algının oluşmasına hizmet etmeyin... Kısacası, paralel oltaya gelmeyin. (Profesör Mümtaz’er Türköne, bu satırların yazarı hakkında iki adet ihbar yazısı yazmıştı, “Savcılar Ahmet Kekeç’i niçin tutuklamıyor?” diyerek... Eskiden, “Devlet için kurşun atan da, kurşun yiyen de kutsaldır” şeklinde laflar üretirdi. Yani cinayetleri kutsardı. Yani tetikçiliği meşrulaştırırdı. Okudu, aydınlandı, profesör oldu, sayın muhbir vatandaşlığa yükseldi. Tıynetinin icabını yerine getirdi.)
Bu iki mümtaz kişinin amacı, “İslamcılık” meselesine katkı sunmak değil; bu kavram üzerinden AK Parti siyasetine vurmak ve nefret ettikleri Erdoğan’ı daha da zor duruma düşürmek.
Bu iki mümtaz kişinin neredeyse kuralı, kutsalı, istikameti kalmadı.
Pervasızca her şeyi kullanıyorlar.
Her açığın üzerine balıklama atlıyorlar
Her fitne ihtimalini değerlendiriyorlar...
POLİS MUHBİRİ ARIYORLARSA KENDİ MESAİ ARKADAŞLARINA BAKSINLAR
İslamcılık konusunda tartışma yapmaya çok meraklılarsa, bu işe Pensilvanya’nın “nevi şahsına münhasır İslamcılığından” başlasınlar.
İslamcılık düşüncesinin (Müslümanlık iddiasının) nerede tefessüh ettiğine baksınlar. Ortaya saçılan pisliklerle ilgili iki çift laf etsinler... Mesela, “Müslüman, onun bunun mahremine girer mi? Kasetle şantaj yapar mı? Soru çalar mı? Ülkesine ihanet eder mi? İsrail’in çıkarlarını Türkiye’nin çıkarları üzerinde tutar mı? Bu ne biçim İslamcılık, bu ne biçim Müslümanlık!” desinler...
Polis muhbiri ve ajan arıyorlarsa, yine kendi çevrelerine, kendi camialarına, kendi mesai arkadaşlarına baksınlar.
Hülasa...
Hiçbir şekilde cevap vermeyin bu iki mümtaz şahsiyete.
Hiçbir şekilde muhatap olmayın.
Karın ağrılarını biliyoruz.
BİRİ İHALE İSTEDİ, YAZACAK GAZETE BULUN BANA DEDİ...
Biri ihale almak istedi. Dönemin Başbakanıyla görüştü. “Sen mütefekkir adamsın, ihaleyle, parayla pulla ne işin olur? Gel danışmanlığımı yap” cevabı üzerine bozuldu, muhalif saflara intisap ediverdi... (Muhalifken bile, nedense, gözü bu taraftaydı. Daha doğrusu muhalifliğini, bu tarafla irtibatını koparmamak ve pazarlık şansını yükseltmek için kullandı... Bir ara, “Ben buralardan sıkıldım, yazacak bir gazete bulun bana” dedi. Özenle gazete aradılar kendisine. Buldular da. Ama ağabeyimiz beğenmedi. Önerilen gazete küçük gelmişti. “Daha büyük” bir gazetede yazmak istiyordu... Sabah yazarlığı teklif edilseydi “hayır” demeyecekti. Köşesine kurulup, İslamcılık üzerinden bu kez mülaaneci kesime laf gönderecekti.)
DİĞER MİLLETVEKİLİ OLMAK İSTEDİ OLAMADI
Diğerinin hikâyesi daha kısa, daha basit...
Milletvekili olmak istedi. Olamadı.
Olamamasının sebebi, egosudur. “Ben koskoca Mümtaz’er’im, Beni tanımıyor musunuz ki, mülakat ayağına çağırıp sorguya çekiyorsunuz?” tavrına girince listeye konulmadı.
Budur...
Bütün düşmanlıklarının nedeni budur.
İlle de cevap vermek, tartışmaya dahil olmak istiyorsanız bu iki mümtaz şahsiyete şu soruları sorun:
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan hangi ihaleleri aldın ve (“bankamatik danışman” olarak) bankamatikten ne kadar para çektin? (Bu soru, ihaleci mütefekkire sorulacak.)
Diğerine sorulacak sorular ise şunlar:
Buyurmuştun ki, “Bu hükümetin akıbeti Şubat aynın ortasında belli olacak...” Ve eklemiştin: “Adaletin keskin kılıcı inecek, bazı başlar düşecek.” (İlginçtir, tape ortağın Umut Oran da, “Erdoğan 30 Mart seçimini göremeyecek, helikopterle ve altınlarla kaçacak” diyordu. İddialı öngörülerde bulunuyordu.)
Ortada, hükümetin akıbetini sınayacağımız bir durum olmadığına göre neyi ima ediyordun Mümtaz’er?
Ne olacaktı Şubat ayının ortasında?
Bir darbeyi mi haber veriyordun? Bir toplumsal altüst oluşa mı işaret ediyordun? Bir “kaset müjdesi” mi veriyordun? Ne olacaktı Şubat ayının ortasında? (Bu soruları, herhalde paralel soruşturmasını yürüten savcı da soracaktır. “Dökül bakalım Mümtaz’er!” diyecektir.)
İKİ 'MÜPTEZEL'DEN BİRİNİ ALİ BAYRAMOĞLU YAZDI...
İki mümtaz şahsiyetin durumu böyle...
İki müptezele gelince...
Hiç gelmeyelim... Yerimiz kalmadı çünkü.
Birini (yani müptezellerden ilkini) dün Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu yazdı... Basın piyasasının tanıdığı en “karaktersiz” elemanlardan biridir.
İkinci müptezeli geniş bir zamanda ben yazacağım.