Ahmet Kekeç'ten Ertuğrul Özkök'e: Okuduğunu doğru anla; laikler adına konuşma hakkını sana kim verdi?
"Özkök, bana göre kötü fikirlerin sahibidir ama kötü bir yazar değildir"
Hürriyet yazarı Özkök'ün “Edebiyattan anlar, şiirden,
romandan anlar. O mahallede selamlaşacağınız insanlardandır”
dediği ancak yazısını çok sert bir şekilde eleştirdiği Ahmet Kekeç,
Star gazetesindeki köşesinde ilginç bir yanıt verdi.
Meslektaşı Özkök'ün övgülerini benzer bir şekilde yanıtlayan Kekeç,
bir yandan "hakkı teslim edilmesi gereken bir insan" olarak
tanımladığı Özkök'ün "kötü fikirlere sahip ama iyi bir yazar"
olduğunu anımsattı. Diğer yandan da, "yüklenmek zorunda kaldığımız
sorumluluklarımız izin vermiyor... Birbirimizi tüketerek düze
çıkacağımıza inanıyoruz. O halde birbirimizi yemeye devam edelim."
dedi ve Özkök'ün kendisini eleştiren yazısına yanıt verdi.
Kekeç, Özkök'e “Ne alaka? Sen önce okuduğun yazıyı doğru anla.”
demek yarine O yazıdan çıkara çıkara, “Ben kavgaya devam ederim
arkadaş” sonucunu mu çıkardın? diye sordu.
İşte Kekeç'in bugünkü (7 Temmuz 2016) yazısından dikkat
çeken bölümler:
Ertuğrul Özkök, “Edebiyattan anlar, şiirden, romandan anlar. O
mahallede selamlaşacağınız insanlardandır” diyerek bu satırların
yazarını övmüş, eksik olmasın.
Ben de onu öveceğim:
Birçok özelliğini eleştirdiğim (hem de ağır sözcüklerle
eleştirdiğim) Ertuğrul Özkök her şeye rağmen “hakkı teslim edilesi”
bir insandır. O da birçok şeyden anlar.
Bana göre kötü fikirlerin sahibidir ama kötü bir yazar
değildir.
Hatta iyi bir yazardır.
Mustafa Ceceli’ye ve Cicişler’e takva dersi veren Ahmet Hakan
Coşkun’dan daha iyidir. (Bu adam Cicişler’e kadar düştü mü yahu!
Salih Tuna’nın dünkü yazısını okumanızı öneririm.)
Medeni de bir insandır...
Keşke “Yazı” dergisi yıllarının “Fransa görmüş Ertuğrul Özkök”ü
olarak kalsaydı da, içgüdüleriyle karşı çıktığı konularda yazmak
zorunda kalmasaydı. Bizi de uğraştırıp durmasaydı buralarda. O
yılların “kırıntısı” bile yetiyor aslında. Köşelerde birbirinize
amansızca sallasanız da, oturup çok güzel edebiyat muhabbeti
koyultabilirsiniz; “yeni dalga”nın ve “yeni roman”ın saçma
sapanlığından konuşabilirsiniz.
Buna vaktimiz ve sabrımız yok ne yazık ki. Yüklenmek zorunda
kaldığımız sorumluluklarımız buna izin vermiyor. Birbirimizi
tüketerek düze çıkacağımıza inanıyoruz.
O halde “gündemimize” dönelim ve birbirimizi yemeye devam
edelim.
Başlıyorum:
Ertuğrul Özkök’ün anlamadığı, anlamadığı halde taltifle karışık
eleştirdiği yazımda, “Erdoğan’la barışmak istiyorsanız, şunları ve
şunları yapın” demiş, araya espriler sıkıştırarak bazı “tutumlara”
işaret etmiştim. Çünkü Erdoğan’ın dostluk girişimleri, “barış”
talebiyle ortaya çıkan medya grubu tarafından sürekli sabote
edilmiş; bugün dostluğu istenen şahsa (yani Erdoğan’a) karşı
sürekli siyaset dışı odaklarla (darbecilerle, cuntacılarla,
çapulcularla, terör gruplarıyla) iş tutulmuştu.
Bunu hatırlattım.
Özkök’ten şöyle bir cevap geldi: “Devam et kardeşim. Devlet de
arkanda, savcı da, polis de, ordu da, hâkim de. Nişantaşı’na
buldozerle gir. Kadıköy’ü yerle bir et, Trakya’yı, İzmir’i,
Çeşme’yi, Akdeniz’i, Ege’yi, İstanbul’un, Ankara’nın yarısını,
Güneydoğu’yu haritadan sil.” (Bu “iyi yazar” noktalama işaretlerini
ne kadar kötü kullanıyor!)
Bu mantığa (bu garip çıkarsamaya) verilebilecek en “uygun” cevap
şudur: “Ne alaka? Sen önce okuduğun yazıyı doğru anla.”
Bunu yapmayacağım, taltife taltifle karşılık vereceğim:
Ey Ertuğrul Özkök, sen ki “iletişim” nedir, “soyutlama” nedir,
“ima” nedir, “telmih” nedir, Fransa nedir,
Sartre kimdir bilen insansın. O yazıdan çıkara çıkara, “Ben kavgaya
devam ederim arkadaş” sonucunu mu çıkardın?
Bu ülkenin laikleriyle de barış yapmasını istediğin Erdoğan,
hatırlarsan, gururla İstanbul’un kalbine sapladığınız “Trump
Towers” adlı ucubeyi, her şeye rağmen “ülkenin gururu” sayarak
açılış töreninize katılmış, hasbi sayılabilecek bir başlangıç
yapmıştı. Sonrasında hangi tutumlara girdiğinizi hatırlatmayayım.
Mahcup olursunuz...
Hem, “bu ülkenin laikleri” de nereden çıktı?
Önceki yazında, “Doğan Medya Grubu” adına barış istiyordun;
“İsrail’le anlaştınız, bizlerle niçin anlaşmıyorsunuz?” diye sitem
ediyordun. “Bu ülkenin laikleri” adına konuşma, dahası barış
teklifinde bulunma hakkını nerden aldın, kimden aldın?
Erdoğan’ın bu ülkenin laikleriyle bir meselesi olduğunu
düşünmüyorum. “Laiklik” umdesiyle bir meselesi olduğunu da
düşünmüyorum. (Hepinizin övmekten bitap düştüğü Mısır konuşmasını
hatırlatırım.)
Belki, “bu ülkenin laikleri” diye kodladığın siyasal kesimin
Erdoğan’la meselesi vardır.
Daha doğrusu, sizin Erdoğan’la bir meseleniz var...
Meselenizi çözün. Dediğim budur.
Bu konuda bazı tüyolar da vermiştim: Düşmanlığınızda ve
dostluğunuzda net olursanız, karnınızdan konuşmazsanız, hevesli
darbecilere ve kalkışmacılara hizmet etmezseniz, paralelcilerden
uzak durursanız, ülkenize savaş açmış odaklara mikrofon uzatmaktan
vazgeçerseniz, devletin terörle mücadelesine destek verirseniz,
polemik yaptığınız yazarlara cevap yetiştirirken araya “Devam et
kardeşim, istersen Güneydoğu’yu haritadan sil” türünden sinsi
ifadeler yerleştirmezseniz ve “kurnazlığı” siyaset yordamı olarak
benimsemezseniz niyetinizin sahih olduğu anlaşılır ve özlediğiniz
barış iklimine kavuşursunuz.
Çözün meselenizi!