Ahmet Kekeç'ten Ahmet Altan'a sert çıkış! Muhalif ol... Ama namuslu muhalif ol!
Hükümete ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ağır ithamlarda bulunan Ahmet Altan Ahmet Kekeç'in hedefindeydi.
Star gazetesi köşe yazarı Ahmet Kekeç, "Muhalif ol... Ama namuslu muhalif ol!" başlıklı yazısında "Böyle giderse, sıra Hürriyet Gazetesi'ne gelecek" diyen Ahmet Altan'ı eleştiri sınırlarını aşmakla suçladı.
İşte Kekeç'in bugünkü yazısı:
Başlığı görünce ürperdim. Okuduklarım hoşuma gitmedi. Hemen “Bir ülkede yazarlar susturuluyorsa...” kalıp cümlesi ve o cümlenin arkasından sıralanacaklar geldi aklıma.
Bildik faşizm edebiyatı... “Susmayacağız” haykırışları...
Haber “usta gazeteci” Ahmet Altan hakkında soruşturma başlatıldığını duyuruyordu. “Usta gazeteci” nitelemesi, konuyu haberleştiren Zaman gazetesine ait...
Usta gazeteciyi soruşturma aşamasına getiren vetireyi şu şekilde özetlemiş gazete: “Ahmet Altan, İpek Medya’ya yapılan hukuksuz operasyonun ardından 2 Eylül’de Samanyolu Haber’deki programa katıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’yi eleştirdi. Erdoğan’ın Anayasa’yı çiğnediğini söyledi. Altan’ın konuşması, yandaş medyada ‘Altan canlı yayında Erdoğan’ı tehdit etti’ ve ‘Erdoğan’a küstah tehdit’ şeklinde haber yapıldı. Erdoğan’ın avukatlarının şikâyeti üzerine harekete geçen Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Altan hakkında ‘Cumhurbaşkanı’na, hükümete, kamu görevlilerine hakaret ve halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek’ iddiasıyla soruşturma başlattı.”
Daha önce çok yazdım. Güç ve iktidar sahiplerinin eleştiri (hatta hakarete ve küfre varan sözler) karşısındaki pozisyonunun ne olması gerektiğini, kendimden örnekler vererek anlatmaya çalıştım...
Ben Cumhurbaşkanı ya da Başbakan’ın yerinde olsam, edilen hakaretlere dönüp bakmam bile. Hakaret sahipleriyle, mahkeme huzurunda da olsa,“hesaplaşmayı” tenezzül meselesi sayarım.
Söylemesi ayıptır, şu dımdızlak halimle bile bu nevi sözlere bakmıyorum, görmüyorum, ilgilenmiyorum. Hakaret sahipleriyle mahkemede hesaplaşmayı zül addediyorum. O çirkinliklerle ve rezilliklerle muhatap olmamaya çalışıyorum. Canımın çok sıkıldığı durumlarda, çok şükür elimde kalemim var, canlarına okuyorum, tabir-i amiyane ile kötü söz sahibini “itin bilmem neresine” sokuyorum.
Fakat herkes aynı kabulle ya da esneklikle bakmıyor. Bakamıyor...
Erdoğan (son beş yıldır yedi çarpı yirmi dört saat “diktatör” diye küfür yiyen Erdoğan), eleştiri sınırlarının ötesine geçen söz ve davranışlarla karşılaştığında mahkemeye koşuyor, kötü cürüm sahiplerini hukuka havale ediyor... Çekip kimseyi vurmuyor, eski yöneticiler gibi işi “infaz mangalarına” havale etmiyor, sahte trafik kazaları düzenletmiyor, depoya adam kaldırtıp pataklatmıyor. Yargıya gidiyor. Onun da böyle bir tarzı var. Dolayısıyla, “Olgunlukla karşıla. Niye böyle yapıyorsun?” deme hakkımız bulunmuyor...
Hemen son olayla ilgili hissiyatımı da söyleyeyim:
Başta da söylediğim gibi, Altan hakkında soruşturma başlatılmış hoşuma gitmedi.
Hayır, “Bir ülkede yazarlar susturuluyorsa...” gibi ağlak ve sahtekârca yazılara meydan vereceği, “halkı susturmayı” biricik siyaset yordamı sayan hokkabazlara “susmayacağız” çığlığı atma fırsatı vereceği için değil...
Lüzumsuz bir iş olduğu için hoşuma gitmedi!
Daha doğrusu, Ahmet Altan kim ki, önemi ve değeri ne ki, Cumhur’un başı karşısında “davalı” pozisyonuna düşüyor!
Haa, olay ayrıca Zaman gazetesinin zikrettiği gibi cereyan etmedi.
Evet, usta gazeteci Ahmet Altan İpek Grubu’na (İpek Medya’ya değil) yapılan operasyonun ardından (2 Eylül’de) Samanyolu Haber’deki programa katıldı ama hiç de eleştiri sınırları içinde kalmadı.
Zaten nicedir “eleştiri sınırları” içinde göremiyoruz bu düşük insanı ve hiç de şaşırmıyoruz. (Kendisini bazı “hallere” düşürdüğü için“düşük” diyorum. İsterse mahkemeye gidebilir.)
Samanyolu Haber’deki dayılanmalarını tümüyle izleyemedim ama katıldığı başka bir televizyon programında söylediklerini adeta içtim. Neler mi söyledi? “Erdoğan yargılanma hakkını kaybetmiştir” dedi. İç savaş istedi. Türkiye’yi “PKK sopası”yla tehdit etti. AK Parti’ye oy verenleri (hem de en şen’i cümlelerle) aşağıladı.
Bunları hep yapıyor.
Bunları yaptığı için de “usta gazeteci” diye ödüllendiriliyor.
Son “numarasını” söyleyeyim: Yine katıldığı bir televizyon programında, “Böyle giderse, sıra Hürriyet gazetesine gelecek. Kapatacaklar bu gazeteyi”dedi. “Özkök’le, Ahmet Hakan Coşkun’la dayanışma içine girilmesi gerektiğini” söyledi.
Namuslu bir gazeteci, “Daha önce kaç gazete kapatıldı ki, sıranın Hürriyet’e geleceğini söylüyorsun? İktidarın baskısı sonucu kapatılmış üç gazetenin, hayır bir gazetenin ismini söyleyebilir misin?” sorusuna cevap verir.
Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama ben “namuslu bir gazetecilik” göremiyorum karşımda.