Ahmet Kekeç misliyle karşılık verdi: ‘Hadi oradan şerefsiz!’
Star yazarı “Bazı şerefsizler, gazetecilerin salıverilmesini problem yapıyor” diyen o isimlere misliyle karşılık verdi.
Star yazarı Ahmet Kekeç, köşesinde Can Dündar ile Erdem Gül'ün
tahliyesini eleştirenlere “Bazı şerefsizler, gazetecilerin
salıverilmesini problem yapıyor” diyen o isimlere misliyle karşılık
verdi.
Tartışmanın meslek tartışması olmadığını, Can Dündar'ın kendi
gözünde gazeteci olmadığını, Dündar ve Gül'ün nasıl yargılandığının
kendisi için bir önemi olmadığını maddeler halinde yazan
Kekeç, “şeref” durumunu sorgulayan refikimize sormak
gerekiyor dedi ve şöyle devam etti:
Başlık size neyi hatırlatıyor? Hiçbir şeyi elbette... Bu soruyu,
asıl, meslektaşlarının “şeref” durumunu sorgulayan refikimize
sormak gerekiyor.
İki gazetecinin (Can Dündar ve Erdem Gül’ün) salıverilmesini
problem yapan bazı şerefsizler varmış... Böyle diyor refikimiz.
İthamdan, bu satırların yazarı da payını alıyor elbette...
Başlığa çıkardığım ifadeyi kullanmadan önce, meseleye nasıl
baktığımı özetlemem gerekiyor.
Maddeler halinde yazarsam, daha iyi anlaşılacaktır:
BİR- Baştan itibaren, bir “meslek” tartışması yapmıyoruz. Konu,
iddia edildiği gibi, “ifade özgürlüğü” de değil... Kimse, Can
Dündar’ın ifade özgürlüğünü kullanmasından rahatsız değil. Ben
değilim mesela... Üstelik bu zatın, “ifade özgürlüğü” çerçevesinde
karıştırdığı haltları bildiğim ve bunları bir “gazetecilik çabası”
olarak görmediğim halde... “Gezi kalkışması” sırasında yaptığı
provokasyonu “Canım, düşüncesini açıklamıştır” deyip geçebilir
misiniz? “Polis Taksim’de katliam hazırlığı yapıyor, annelerinin
kucağından çocukları zorla alınıp götürülüyor. Oğlum kayıp,
bulamıyorum. Validen yardım istedim; o da çaresiz olduğunu söyledi”
diyen bir adamın masumiyetine inanabilir misiniz? Ben inanmadım ve
sahtekârca çarpıtmalarını her fırsatta yüzüne vurdum. Namuslu bir
insan, çıkıp özür diler. Ne bileyim, utanır. Yüzü kızarır, filan...
Can Dündar, provokasyonu elinde patladığı halde, ne herhangi bir
açıklama yaptı, ne de özür dileme yoluna gitti.
İKİ- Can Dündar’ın nasıl yargılanacağı beni ilgilendirmiyor. Sadece
yargılanması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ortada, ülkenin
güvenliğini ilgilendiren bir cürüm var. MİT TIR’larına baskın yapan
savcılar tutuklanacak, jandarma görevlileri tutuklanacak, sahte
kimlikli “paralel muhbir” tutuklanacak, görüntüleri servis eden
polisler tutuklanacak ve hepsi hakkında “casusluk” ve “vatana
ihanet” suçlamasıyla dava açılacak; ama hakkında yayın yasağı
bulunan bir konuya ceffelkalem dalıp devletin mahrem bilgilerini
faş eden Can Dündar elini kolunu sallayarak dolaşacak... Öyle mi?
Üstelik servis edilen bilgileri yayınlarken, “Türkiye’nin DAEŞ’e
silah gönderdiği bu görüntülerle kanıtlandı” türünden hayali
isnatlarda bulunacak... Esat’ın tezlerine “içerik” üretecek.
ÜÇ- Can Dündar benim gözümde gazeteci değildir. Bunu defaatle dile
getirdim. Geriye dönük olarak yazılarını tarayın; bir gazeteciyle
değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Lahey’e göndermeyi kafasına koymuş
bir “hasım”la karşılaşacaksınız. Üslubu, bir hasım üslubu...
Yaklaşımı, bir hasım yaklaşımı... Üstelik, mesleğin hoş görmediği
bilumum suçları işliyor: Yalan söylüyor, gerçeği çarpıtıyor,
manipülasyon yapıyor, hakaretler ediyor... “Gazetecilik” böyle bir
şey değil. Böyle bir “gazetecilik” üçüncü dünya ülkelerinde bile
kalmadı.
DÖRT- Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlali” kararını yanlış bulduğumu
üç gündür yazıp duruyorum. Anayasa Mahkemesi, esasa girme hakkı
bulunmadığı halde, “esas”a girmek suretiyle henüz duruşması bile
yapılmamış bir yargılamayı etkilemiştir. Bir diğer ifadeyle “yetki
gaspı” yapmıştır. Bu cümleden olarak, Anayasa Mahkemesi Başkanı
Zühtü Arslan’ın “savunma” sadedinde söyledikleri de yanlış ve
problemlidir.
BEŞ- Can Dündar’ı sorgulayan savcı soruyor: “MİT TIR’larının DAEŞ’e
silah götürdüğünü iddia ediyorsunuz. Bu konuda elinizde bir belge
var mı?” Can Dündar cevap veriyor: “Bu konuda elimde bir belge
yok...” Savcı tekrar soruyor: “Peki, neye dayanarak böyle bir
iddiada bulundunuz?” Can Dündar cevap veriyor: “Duyumlarıma
dayanarak...” Bu ibretamiz diyalog bize şunu söylüyor: Can Dündar
bir yalancıdır. Hem de pis bir yalancıdır... Derhal meslekten men
edilmelidir.
Bu bölüm de meslektaşlarının “şeref” durumunu sorgulayan refikimize
gelsin:
Hem tescilli bir yalancıya gazeteci muamelesi yapacaksın, hem de
“hak ihlali” kararını eleştiren meslektaşlarına “Bazı şerefsizler,
gazetecilerin salıverilmesini problem yapıyor” diye şerefsizce
sallayacaksın.
Bu durumda bize düşen başlıktaki ifadeyi tekrarlamak olacaktır:
Hadi oradan şerefsiz!