AHMET KEKEÇ KENDİSİNİ KAPAK YAPAN LEMAN'A VERDİ VERİŞTİRDİ!
Leman dergisinin, Ahmet Altan'ın değil, alaya konu edilen sınıfların yanında durması gerekirdi.
Boş konuşuyorsun, boş!
Müthiş hoşgörülü olduğum, derimin kalınlaştığını düşündüğüm ya da
kendimi “ayrıcalıklı” bir konumda gördüğüm için değil, cebelleşecek
enerjiyi bulamadığım için susuyorum ve bazı şeyleri sineye
çekiyorum.
Hem, artık yaşlı biri sayılırım.
Eskimeye yüz tuttukça, tolerans katsayısı da artıyor.
Bazı şeyleri görmüyorum, duymuyorum ya da “istikrahla”
geçiştiriyorum.
Faraza, Leman dergisinin kapağı...
Mizahın, tam da “seçkinlerin” ve “üstün sınıfların” dışlayıcı
tavrına yönelmiş bir dil olması gerekirken, bir “seçkinci hayat
savunusu” olarak ortaya çıkması, insanda sadece istikrah
duygularına yol açıyor... Başka da bir etki yapmıyor... “Ha, demek
ki böyle görüyorlar. Baksalardı, bakabilselerdi, gördükleri şey bu
olmazdı” deyip, geçiyoruz.
Leman’ın problemli bir mizah diline sahip olduğunu çok yazdım.
Karşılığında, hoş olmayan ve terbiye sınırlarını hayli zorlayan
cevaplar aldım. Beni, “Sivas’ı yakan karanlık el”, “gecekondu
direnişinden rahatsız olan vicdansız adam” olmakla suçladılar.
Ne diyebilirdim?
Muhatabı olmadığım bu suçlamalara karşı ne söyleyebilirdim?
Birçoğunu tanıdığım, çizgilerine bayıldığım, bazılarıyla komşuluk
yaptığım “arkadaşların” incinmesini istemediğim için de,
söylenenleri sineye çektim.
Sivas’ı yakan “karanlık el”e en şedit tepkiyi kimin gösterdiğini
merak etselerdi, 1993 arşivlerini karıştırırlardı. Ya da
“hukukumuz” çerçevesinde sorarlardı: “1993’ün ufunetinde ne
yazdın?”
Ben de durumumu ibraz ederdim.
Hele, iş gecekondu meselesine gelince, sapır sapır
dökülürlerdi.
Kendileri “gecekondu gerçeğini”, ezkaza Beyoğlu’na ve İstiklal
Caddesi’ne düşmüş “gecekondulu”dan tanıyorlardı... Zontalar,
magandalar, Kozzi’ler buradan türemiştir...
Ben gecekondudan geliyorum.
Bir tarafımla hâlâ gecekonduluyum ve Ahmet Altan gibiler tarafından
belki de bu yüzden operaya yakıştırılamıyorum.
Leman dergisinin, oysa, bazı şeyleri ötekine yakıştıramayan bu
dille, bu seçkinci tavırla niza halinde olması ve ödeşmesi
gerekirdi. Yani, “çirkin bir alaycılığı temellük etmiş” Ahmet
Altan’ın değil, alaya konu edilen sınıfların yanında durması
gerekirdi.
Bir şey daha:
Leman’ın “malum” kapağıyla ilgili olarak Salih Tuna, geçen hafta
şunları yazdı: “Derginin genel yayın yönetmeni Tuncay Akgün’ü
aradım. Yaklaşımımı ve durduğum yeri hülasa edince hayıflandı;
‘yanlış oldu’ falan dedi. Ben de o kadar mühim olmadığını, herkesin
sustuğu bir dönemde ‘Filistin Özel Sayısı’ çıkarabilecek kadar
onurlu bir tavır ortaya koyan Leman’ın bendeki kredisinin
tükenmeyeceğini söyledim. Görüşmek üzere ayrıldık.”
Benim açımdan da böyle olduğunu belirtmeye gerek var mı?
Ben sadece Filistin’den değil, bir “hatır”dan da bakıyorum.
Nihat Genç’in coşkulu, öfkeli, her an patlamaya hazır celil
öğretmen tavrı; Tuncay Akgün’ün sessiz, mesafeli ama aynı oranda
“dayanışmacı ve özverili” arkadaşlığı; Mehmet Çağçağ’ın sadece
sempatiyle bakabileceğiniz sinik alaycılığı; sivil Cumhurbaşkanı
adayımız Lütfü Oflaz’ın “müşfik ağabeyliği”; içilen çay- lar ve
sigaralar, edilen muhabbetler oluşturuyor bu hatırı...
Farklı barikatlara savrulsak da, bu durum değişmez ve Leman’ın
kredisi tükenmez.
HAMİŞ:
Önce başlığı attım, sonra yazıyı yazmaya koyuldum. “Arada sırada
boş konuşma hakkımızın da olabileceğini, olması gerektiğini”
yazacaktım. Olmadı. Böyle kalsın.
Ahmet KEKEÇ / STAR GAZETESİ