AHMET KEKEÇ HANGİ YAZARI 'ASILACAK YAZAR' OLARAK İLAN ETTİ?
Bazen “söylenmesi gerekeni söylemek”, büyük bedeller ödetebiliyor insana. Budur yazının ana fikri.
Asılacak Yazar!
Nedendir bilmem, Almanca yazan yazarlarla aram hiç iyi olmadı. Thomas Bernhard’ı çok istediğim halde okuyamıyorum. Kibrini katlanılmaz bulduğum için mi? Aklımızı karıştırdığını sandığı için mi?
Bir zamanlar, “İçi boş deha” gibilerden şeyler yazmıştım.
Bu satırların yazarı da bir zamanlar içinde “fikir kırıntıları” bulunan yazılar yazardı. Yaa...
Böll’ü de sevemedim.
Thomas Mann’ı, yani “Venedikte Ölüm”ü iyi kötü kıraat ediyoruz, ev ödevleri arasında sayıldığı için Buddenbrooks’a katlanıyoruz da, Böll’ler, Seghers’ler, Remarque’ler gerekli etkiyi uyandırmıyor. Bende uyandırmıyor en azından. Keyif benim değil mi?
Bu cümleden olarak, Günter Grass’ı da, hep uzak bir ilgiyle izledim.
Ünlü Teneke Trampet’i, yine “ev ödevleri” arasında sayıldığı için okumuştum. Çevirisini de çok sevmiştim. Romanı, öykücü Kamuran Şipal dilimize kazandırdı. Çevirisi hatırına bile okunabilir.
Fakat, Günter Grass ne yapıyor?
Dün ajanslara düşen bir haber, Nobel’le taltif edilmiş Grass’ın İsrail’i, dolayısıyla Yahudileri çok kızdırdığını bildiriyordu.
Birkaç yıl önce, çocukluk yıllarında bir “Nazi sempatizanı”, bir Hitlerjugend kuşağı mensubu olduğunu açıklamış, yine şimşekleri üzerine çekmişti.
Bu açıklama, geç kalmış bir itiraftan çok, geçmişiyle ödeşme cehdi taşıyordu ve Grass hakikaten de geçmişiyle (mensubiyetiyle) ödeşiyordu. Samimiydi. “Soğanı soyar gibi”, hafızasındaki anı kırıntılarını bütün çıplaklığıyla okuruna açıyordu. Nitekim, anılar toplamına da, bu yüzden “Soğanı Soyarken” ismini vermişti.
Kitap, dünyada geniş yankı uyandırdı.
Daha doğrusu, Günter Grass, Nazi geçmişini gizlediği için, hedef tahtasına konuldu; faşist, cani, ırkçı ilan edildi.
Öyle ki, “Sıkıysa bunları daha önce itiraf etseydin” diyerek, yazara verilen Nobel ödülüyle, geçmişi arasında illiyet bağı kuranlar bile oldu. Şunu demek istiyorlardı: “Çocukluk yıllarını bir Nazi sempatizanı olarak geçirdiğin bilinseydi, sen bu ödülü alamazdın...”
Doğruydu...
Ezkaza Grass’ın, “soğanı soyar gibi” okuruna açtığı çocukluk anıları bilinseydi, değil Nobel’le taltif etmek, su bile vermezlerdi.
Kitabı (“Soğanı Soyarken”i) Türkçeye çevrilir çevrilmez alıp okumuştum. İlk kez bir Alman yazarı, kurdeşenler dökmeden, hafakanlar geçirmeden, üstelik “yaratım sürecine” katılarak ve söylenenleri anlayarak okudum.
Hayır, elbette bir faşist, cani ve katil değil Günter Grass...
İkinci Dünya Savaşı’na katılmaya can attığında henüz 16 yaşındadır. Evden (babadan) kurtulmak ve “sosyalleşmek” ihtiyacı, onu Nasyonal Sosyalist Gençlik Hareketine sürükler.
Bu dönemini (ergenliğini, çocukluğunu, pişmanlıklarını) büyük bir samimiyetle anlatıyor. Ardından “kurtuluşunu” detaylandırıyor; ironik ama acılı bir dille.
Bu cürmüyle (!) “dünyanın en lanetli yazarı” ilan edilen Günter Grass, geçtiğimiz günlerde bir kabahat daha işledi: İsrail’in nükleer tehdit oluşturduğunu yazdı (daha doğrusu şiirleştirdi) ve böylece yeni bir tehdit dalgasının hedefi haline geldi.
Teamül uyarınca, önce “antisemit” ilan edildi, sonra da “ölümlerden ölüm beğenmesi” söylendi.
Şimdi bu yazıyı nereye bağlayacağımı merak ediyorsunuz.
Bir yere bağlamayacağım.
Grass’ın şiiri, “Söylenmesi Gereken” başlığını taşıyor...
Bazen “söylenmesi gerekeni söylemek”, büyük bedeller ödetebiliyor insana.
Budur yazının ana fikri.
Siz bu durumu başka olaylara da uyarlayabilirsiniz. Sonuç değişmez.
Ahmet KEKEÇ / STAR GAZETESİ