01 Eki 2016 09:17
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 21:34
Ahmet Kekeç de Lozan tartışmasına girdi: Bu işi gazetecilere bırakmayın!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Lozan antlaşması" çıkışıyla başlayan tartışma giderek alevleniyor.
Gazete sütunları Lozan yazıları, yorumları ve haberlerinden geçilmiyor.
Yazısına, "Bu işi tarihçilere mi bırakalım? Hayır, biz konuşuruz. Gazeteci milleti, her işi olduğu gibi, 'Lozan' meselesini de hale yola koyacak, bir hükme varacaktır" diye başlayan Star yazarı Ahmet Kekeç, işte bu duruma itiraz edip, tarihçilere açık bir çağrı yaptı:
"Bu işi gazetecilere bırakmayın. Kendiniz tartışın. Lozan'a 'kutsal metin' muamelesi yapmadan, bir gerçeği dillendiren siyasetçileri düşmanlaştırmadan yapın bunu. Biz de müstefit olalım."
İşte Ahmet Kekeç'in bugünkü "Lozan'ı tarihçilere değil, gazetecilere bırakalım" başlıklı yazısı;
GAZETECİ MİLLETİ, HER İŞİ OLDUĞU GİBİ...
Bu işi tarihçilere mi bırakalım? Hayır, biz konuşuruz. Gazeteci milleti, her işi olduğu gibi, "Lozan" meselesini de hale yola koyacak, bir hükme varacaktır.
Bir "amatör tarihçi" olarak kendi düşüncemi söyleyeyim:
Lozan, her şeyden önce, bir anlaşmadır.
Daha doğrusu, bir "uzlaşma."
İki taraf (savaşın galibi ve gözlemcisi) bir masada oturmuş, bundan sonra ne olacağına (sınırların nasıl teşekkül edeceğine) ilişkin uzlaşmaya varmışlardır. Lozan, bu yönüyle de, "ilan edilmiş yeni devletin tapu senedi"dir.
İster "Lozan hezimettir" fikriyatını benimseyin, ister "Lozan zaferdir" fikriyatını benimseyin, Lozan'ın aynı zamanda "tapu senedi" yerine geçtiği gerçeği değişmeyecektir.
Soru şu:
Lehimize olan bir tapu senedi midir bu?
Bir görüşe göre (hayli yaygın bir görüştür bu), Lozan'da alabileceğimizin en düşük limitine razı olduk. Bir diğer ifadeyle, İngilizler tarafından kandırıldık. Musul konusunda ısrarcı olabilirdik. Batı Trakya'yı bu kadar kolay terk etmeyebilirdik. Batum ve Halep'i topraklarımıza katabilirdik.
Musul'dan vazgeçmemizin kabahatlisi olarak, hep İsmet Paşa görülür. İsmet Paşa'nın muhaberat anlayışı başımıza bu işleri sardırmıştır; yani "kolayca" Musul'dan vazgeçmemize neden olmuştur. (Ankara-Lozan arasındaki yazışmalar güya şifreliydi. Şifrenin İngiliz ajanları tarafından çözüleceği, Mustafa Kemal Paşa'nın "Durum böyleyse, Musul'da daha fazla ısrarcı olmayınız" mealindeki sözlerinin İngilizlere cesaret vereceği hesap edilememiştir.)
Bir görüşe göre, Lozan zaferdir.
Kemal Kılıçdaroğlu gibi, "eksik bilgi"yle ve içgüdüleriyle tartışmaya duhul eden tipler, özellikle "zafer" boyutu üzerinde dururlar.
Bir önceki yönetim (yani Osmanlılar) Sevr'i imzalamıştır; İmparatorluğun parçalanmasına, Doğu'da bir Ermenistan ve Kürdistan kurulmasına imza vermiştir. Mustafa Kemal Paşa da, imzalanmış bu metni yırtıp atarak, düşmanı "Lozan"a icbar etmiş ve Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmuştur.
Bir görüştür bu. Ama yanlış bir görüştür. Boş laftan ibarettir.
Bir kere, kimse "Sevr" diye bir anlaşma imzalamadı.
Sevr, bir "dayatma" olarak gündeme getirilmiştir ama altında Padişah'ın imzası yoktur. Kadük kalmış ve "anlaşma" hüviyeti kazanmamış bir anlaşmadır. "Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek" maksadıyla önümüze konulmuştur.
Bir önceki yönetimin imzaladığı anlaşma, "Mondros Mütarekesi"dir. Altında Rauf Bey'in imzası vardır. Hani, Lozan müzakereleri döneminde TBMM hükümetinin Başbakanı olan ve heyete dâhil edilmediği için (dâhil edilseydi, Mondros'ta yaptığı hataları "kendince" tamir edeceğini düşünüyordu) kırılıp küsen Rauf Bey... (Rauf Bey, ayrıca, gıcık olduğu İsmet Paşa'ya tercih edildiği için, küskünlüğünü kronikleştirecektir.)
Lozan, bir tapu senedidir ama kötü bir tapu senedidir. Ali Şükrü Bey'in dediği gibi, "daha iyisi olabilirdi..." (Bu Ali Şükrü Bey, Lozan aleyhtarı tutumu nedeniyle öldürülmüştür. Bu cinayetle birlikte karışan ve Lozan'a sıcak bakmadığı için "problem" olarak görülen Meclis Nisan 1923 yılında Mustafa Kemal Paşa tarafından feshedilmiş, muhaliflerin yer almadığı yeni bir Meclis ihdas edilmiştir.
Lozan'ı onaylayan bu Meclis'tir. Ama İngilizler işi ağırdan almış, Meclis'imizin sektirmeden onayladığı anlaşmayı imzalamak için Hilafetin kaldırılmasını beklemişlerdir. Yani bir kazık daha atarak tapuyu daha da kötü hale getirmişlerdir.)
Lozan'ın "kötü bir tapu senedi" olduğuna en büyük kanıt, Mustafa Kemal Paşa'nın sonradan Musul ve Hatay konusunda birtakım girişimlerde bunmasıdır.
Musul'a güç yetiremedi ama Hatay'ı Fransız boyunduruğundan kurtarmasını bildi. Tapuyu onarmaya çalıştı...
Bugün başımızdaki gailelerin (terör, sınırlarımızdaki kaotik durum, vs) temelleri, Lozan'da atılmıştır. Dönemin yöneticileri, bugün ne tür problemlerle karşılaşacağımızı (ne yazık ki) öngörememişlerdir. Belki öngörmüşlerdir de, değiştirmeye güç yetirememişlerdir.
Buradan bakarsanız, Lozan bir hezimettir.
Bunu dillendirmek, "kurucu iradeye savaş açmak" değildir.
Lozan'ı tabulaştırmanın ve "üzerine söz söyletmem" tavrına girmenin alemi yok.
Doğru bilgiyle ve suhuletle tartışalım.
Kemal Kılıçdaroğlu gibi provokatörleri de mümkün mertebe uzak tutalım.
HAMİŞ
Bu notu, alınganlık gösterecek tarihçiler için düşüyorum. Bu işi gazetecilere bırakmayın. Kendiniz tartışın. Lozan'a "kutsal metin" muamelesi yapmadan, bir gerçeği dillendiren siyasetçileri düşmanlaştırmadan yapın bunu. Biz de müstefit olalım.
Yazısına, "Bu işi tarihçilere mi bırakalım? Hayır, biz konuşuruz. Gazeteci milleti, her işi olduğu gibi, 'Lozan' meselesini de hale yola koyacak, bir hükme varacaktır" diye başlayan Star yazarı Ahmet Kekeç, işte bu duruma itiraz edip, tarihçilere açık bir çağrı yaptı:
"Bu işi gazetecilere bırakmayın. Kendiniz tartışın. Lozan'a 'kutsal metin' muamelesi yapmadan, bir gerçeği dillendiren siyasetçileri düşmanlaştırmadan yapın bunu. Biz de müstefit olalım."
İşte Ahmet Kekeç'in bugünkü "Lozan'ı tarihçilere değil, gazetecilere bırakalım" başlıklı yazısı;
GAZETECİ MİLLETİ, HER İŞİ OLDUĞU GİBİ...
Bu işi tarihçilere mi bırakalım? Hayır, biz konuşuruz. Gazeteci milleti, her işi olduğu gibi, "Lozan" meselesini de hale yola koyacak, bir hükme varacaktır.
Bir "amatör tarihçi" olarak kendi düşüncemi söyleyeyim:
Lozan, her şeyden önce, bir anlaşmadır.
Daha doğrusu, bir "uzlaşma."
İki taraf (savaşın galibi ve gözlemcisi) bir masada oturmuş, bundan sonra ne olacağına (sınırların nasıl teşekkül edeceğine) ilişkin uzlaşmaya varmışlardır. Lozan, bu yönüyle de, "ilan edilmiş yeni devletin tapu senedi"dir.
İster "Lozan hezimettir" fikriyatını benimseyin, ister "Lozan zaferdir" fikriyatını benimseyin, Lozan'ın aynı zamanda "tapu senedi" yerine geçtiği gerçeği değişmeyecektir.
Soru şu:
Lehimize olan bir tapu senedi midir bu?
Bir görüşe göre (hayli yaygın bir görüştür bu), Lozan'da alabileceğimizin en düşük limitine razı olduk. Bir diğer ifadeyle, İngilizler tarafından kandırıldık. Musul konusunda ısrarcı olabilirdik. Batı Trakya'yı bu kadar kolay terk etmeyebilirdik. Batum ve Halep'i topraklarımıza katabilirdik.
Musul'dan vazgeçmemizin kabahatlisi olarak, hep İsmet Paşa görülür. İsmet Paşa'nın muhaberat anlayışı başımıza bu işleri sardırmıştır; yani "kolayca" Musul'dan vazgeçmemize neden olmuştur. (Ankara-Lozan arasındaki yazışmalar güya şifreliydi. Şifrenin İngiliz ajanları tarafından çözüleceği, Mustafa Kemal Paşa'nın "Durum böyleyse, Musul'da daha fazla ısrarcı olmayınız" mealindeki sözlerinin İngilizlere cesaret vereceği hesap edilememiştir.)
Bir görüşe göre, Lozan zaferdir.
Kemal Kılıçdaroğlu gibi, "eksik bilgi"yle ve içgüdüleriyle tartışmaya duhul eden tipler, özellikle "zafer" boyutu üzerinde dururlar.
Bir önceki yönetim (yani Osmanlılar) Sevr'i imzalamıştır; İmparatorluğun parçalanmasına, Doğu'da bir Ermenistan ve Kürdistan kurulmasına imza vermiştir. Mustafa Kemal Paşa da, imzalanmış bu metni yırtıp atarak, düşmanı "Lozan"a icbar etmiş ve Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmuştur.
Bir görüştür bu. Ama yanlış bir görüştür. Boş laftan ibarettir.
Bir kere, kimse "Sevr" diye bir anlaşma imzalamadı.
Sevr, bir "dayatma" olarak gündeme getirilmiştir ama altında Padişah'ın imzası yoktur. Kadük kalmış ve "anlaşma" hüviyeti kazanmamış bir anlaşmadır. "Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek" maksadıyla önümüze konulmuştur.
Bir önceki yönetimin imzaladığı anlaşma, "Mondros Mütarekesi"dir. Altında Rauf Bey'in imzası vardır. Hani, Lozan müzakereleri döneminde TBMM hükümetinin Başbakanı olan ve heyete dâhil edilmediği için (dâhil edilseydi, Mondros'ta yaptığı hataları "kendince" tamir edeceğini düşünüyordu) kırılıp küsen Rauf Bey... (Rauf Bey, ayrıca, gıcık olduğu İsmet Paşa'ya tercih edildiği için, küskünlüğünü kronikleştirecektir.)
Lozan, bir tapu senedidir ama kötü bir tapu senedidir. Ali Şükrü Bey'in dediği gibi, "daha iyisi olabilirdi..." (Bu Ali Şükrü Bey, Lozan aleyhtarı tutumu nedeniyle öldürülmüştür. Bu cinayetle birlikte karışan ve Lozan'a sıcak bakmadığı için "problem" olarak görülen Meclis Nisan 1923 yılında Mustafa Kemal Paşa tarafından feshedilmiş, muhaliflerin yer almadığı yeni bir Meclis ihdas edilmiştir.
Lozan'ı onaylayan bu Meclis'tir. Ama İngilizler işi ağırdan almış, Meclis'imizin sektirmeden onayladığı anlaşmayı imzalamak için Hilafetin kaldırılmasını beklemişlerdir. Yani bir kazık daha atarak tapuyu daha da kötü hale getirmişlerdir.)
Lozan'ın "kötü bir tapu senedi" olduğuna en büyük kanıt, Mustafa Kemal Paşa'nın sonradan Musul ve Hatay konusunda birtakım girişimlerde bunmasıdır.
Musul'a güç yetiremedi ama Hatay'ı Fransız boyunduruğundan kurtarmasını bildi. Tapuyu onarmaya çalıştı...
Bugün başımızdaki gailelerin (terör, sınırlarımızdaki kaotik durum, vs) temelleri, Lozan'da atılmıştır. Dönemin yöneticileri, bugün ne tür problemlerle karşılaşacağımızı (ne yazık ki) öngörememişlerdir. Belki öngörmüşlerdir de, değiştirmeye güç yetirememişlerdir.
Buradan bakarsanız, Lozan bir hezimettir.
Bunu dillendirmek, "kurucu iradeye savaş açmak" değildir.
Lozan'ı tabulaştırmanın ve "üzerine söz söyletmem" tavrına girmenin alemi yok.
Doğru bilgiyle ve suhuletle tartışalım.
Kemal Kılıçdaroğlu gibi provokatörleri de mümkün mertebe uzak tutalım.
HAMİŞ
Bu notu, alınganlık gösterecek tarihçiler için düşüyorum. Bu işi gazetecilere bırakmayın. Kendiniz tartışın. Lozan'a "kutsal metin" muamelesi yapmadan, bir gerçeği dillendiren siyasetçileri düşmanlaştırmadan yapın bunu. Biz de müstefit olalım.