12 Mayıs 2018 09:30
Son Güncelleme: 24 Kas 2018 02:12
Ahmet Kekeç Ahmet Hakan'a yüklendi: Ben de bu fırsatçılıktan tiksindim süt oğlan!
Star gazetesi yazarı Ahmet Kekeç, geçtiğimiz günlerde köşesinde Salih Mirzabeyoğlu ile ilgili haberi hatırlatan 'tiksindim' diyen Ahmet Hakan'a ağır sözlerle yüklendi.
Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, geçtiğimiz günlerde Salih İzzet
Erdiş'in 28 Şubat döneminde gözaltına alındığı ve tutuklandığı
süreçte Star Gazetesi'nde yapılan bir haberi yeniden gündeme
getirmiş "Haberde işkence mağduruyla resmen alay ediliyor ve
işkence resmen meşrulaştırılıyordu! Bugünlerde Salih
Mirzabeyoğlu’nun sağlık durumu nedeniyle yeniden hatırlandı bu
aşağılık gazetecilik.Ve ben bir kez daha tiksindim, bir kez daha
iğrendim, bir kez daha lanet ettim." ifadelerini kullanmıştı.
Star gazetesi yazarı Ahmet Kekeç, "Ben de bu fırsatçılıktan tiksindim süt oğlan" başlıklı yazısında Ahmet Hakan'da yüklendi. "Elemanın biri, 18 yıl sonra kalkmış, Salih Mirzabeyoğlu hakkında yazılanlardan tiksindiğini söylüyor." diyen Kekeç,, "Yavrum sen o tiksinç başlığı atan adamla yıllarca sütun komşuluğu yaptın; “patronun hukuku” temelinde bir dönem pek bir imtizaç ediyordunuz... “Yolunmuş tavuğa döndü”diyen vandalların gazetesinde “yüksek himaye”yle yazılar yazdın... Hâlâ yazıyorsun... Risk ortadan kalktığı, o vandalların dünyası “iş güvencesi” olmaktan çıktığı için mi, bugün kalkmış tiksinme hakkını kullanıyorsun? Geç kalmadın mı? Bu ne tiksinç bir “fırsatçılık”tır böyle!" ifadelerini kullandı.
İŞTE AHMET KEKEÇ'İN YAZISI
Söz hükmünü yitirmiş; akıl, mantık ve vicdan rafa kaldırılmıştır... Şizofreniyle atbaşı giden bir "vandalizm", sağduyu kaybı temelinde yükselen bir cinnet hali.
Tam da sofrada, yemeğin başında yakalar sizi. Lokmalar boğazınıza dizilir.
Albay Hoess'le benzerlikleri genlerinden, kanlarından falan değil, ortak bakış açılarından, belki de buradan türeyen düşünce ve davranış biçiminden kaynaklanan birtakım adamlar (hepsi de 657'ye tabi ve elbette "memurin" bordrosundan maaşlı), saçı sakalı üç numara tıraş makinasıyla kazınmış "maznun"u tartaklayarak, dipçikleyerek, sille-tokat sürükleyerek bağımsız yargının "emin" ellerine teslim ediyor.
O bağımsız (!) yargının 28 Şubat postmodern darbe sürecinde brifinglenip tütsülendiğini kimse hatırlamayacak...
İki yüzyıldır biriktirdikleri husumetin yarattığı ğayz, öfke, hınç tortusu ve muasır medeniyetler fevkinde olamamanın getirdiği aşağılık kompleksiyle ruhu kararmış aydın çoğunluğunun patolojik çığlıkları arasında çıkarıldığı mahkemede, işlemediği, işlemeyi aklının ucundan dahi geçirmediği suçların hesabı sorulan o adamın bir "fikir-aksiyon" hareketinin lideri olduğu, 30 küsur cilt kitaba imza attığı da kimsenin umurunda olmayacak.
Dudağı patlamış...
Alnı yarılmış, kan revan içinde.
Suratında çizik çizik jop izleri...
Yürürken hafif aksıyor...
O içi sıra sidik, amonyak ve sığır tersi kokan vagonlarla "Transit" getirilip, dünyanın "dışkı deliğine" tıkılmış ürkek sığırcık yavruları gibi... Bergen-Belsen'den mi, Dachau'dan mı, Mauthausen'den mi geliyor bu adam?
Yılmaz Özdil’e sorarsanız, jandarma koğuşa dalınca uyandı, alnını ranzaya çarptı.
Sonra?
Sendeleyerek kalktı, ayağı kayınca burun üstü düştü. Koğuştan çıkıyordu, kapıyı açık zannetti, kaşını yardı.
Sağ gözünü dipçiğe çarpmıştı, sol gözü de copa değiverdi.
Diyet yaptığı için az yiyordu; halsizlikten gözaltları morardı.
Mahkeme öncesi tıraş olacaktı, jilet keskindi, yüzünü doğradı.
Kim bu?
Adı Salih Mirzabeyoğlu.
Binlerce insanın kanı üzerinde İmralı'da saltanat süren o hokkabaz kadar bile değer verilmeyen; hangi suçu işlediği, kaç kişiyi öldürdüğü meşkuk, yalnız, yaralı, eh az biraz da "sıradışı" bir adam.
Hayfa ki, düşmüş bir insanın acıları üzerine espri üretmek onursuzluğu bu ülkede "gazetecilik" sayılıyor.
Bu onursuzluğu yapan kişi, “Büyük gazeteci Yılmaz Özdil” diye taltif ediliyor.
Söz hükmünü yitirmiş; akıl, mantık ve vicdan rafa kaldırılmıştır... Şizofreniyle atbaşı giden bir "vandalizm", sağduyu kaybı temelinde yükselen bir cinnet hali.
Hürriyet gazetesi, Özdil’in Star’ına göre daha az esprili: “Yolunmuş tavuğa döndü...”
Sille tokat mahkemeye "sürüklenen" adamı haberleştirirken kullandıkları ifade bu.
Burası Auschwitz değil.
Burası Metris Askerî Tutukevi.
Öyle ya, siz bu görüntüleri Nazi zulmünü anlatan belgesellerde, ya da televizyonlarınızda prime-tıme'a ustaca sokuşturulmuş "MGM" marka propaganda filmlerinde izlemiştiniz.
Anna Seghers romanını yazacak, Steven Spielberg filmini çekecektir, ama buna benzer, bundan besbeter acılar, "Türkiye Cumhuriyeti" adı verilen ve "laik, demokratik hukuk devleti" normlarıyla yönetildiği ileri sürülen "Avrupa Birliği" adayı ülkede yaşanmaya devam edecektir.
HAMİŞ
Yukarıda okuduğunuz yazıyı, 29 Ocak 2000 tarihinde, Yeni Şafak’ta yayımladım.
18 yıl olmuş...
Elemanın biri, 18 yıl sonra kalkmış, Salih Mirzabeyoğlu hakkında yazılanlardan tiksindiğini söylüyor.
Yavrum sen o tiksinç başlığı atan adamla yıllarca sütun komşuluğu yaptın; “patronun hukuku” temelinde bir dönem pek bir imtizaç ediyordunuz... “Yolunmuş tavuğa döndü” diyen vandalların gazetesinde “yüksek himaye”yle yazılar yazdın... Hâlâ yazıyorsun...
Risk ortadan kalktığı, o vandalların dünyası “iş güvencesi” olmaktan çıktığı için mi, bugün kalkmış tiksinme hakkını kullanıyorsun?
Geç kalmadın mı?
Bu ne tiksinç bir “fırsatçılık”tır böyle!
Star gazetesi yazarı Ahmet Kekeç, "Ben de bu fırsatçılıktan tiksindim süt oğlan" başlıklı yazısında Ahmet Hakan'da yüklendi. "Elemanın biri, 18 yıl sonra kalkmış, Salih Mirzabeyoğlu hakkında yazılanlardan tiksindiğini söylüyor." diyen Kekeç,, "Yavrum sen o tiksinç başlığı atan adamla yıllarca sütun komşuluğu yaptın; “patronun hukuku” temelinde bir dönem pek bir imtizaç ediyordunuz... “Yolunmuş tavuğa döndü”diyen vandalların gazetesinde “yüksek himaye”yle yazılar yazdın... Hâlâ yazıyorsun... Risk ortadan kalktığı, o vandalların dünyası “iş güvencesi” olmaktan çıktığı için mi, bugün kalkmış tiksinme hakkını kullanıyorsun? Geç kalmadın mı? Bu ne tiksinç bir “fırsatçılık”tır böyle!" ifadelerini kullandı.
İŞTE AHMET KEKEÇ'İN YAZISI
Söz hükmünü yitirmiş; akıl, mantık ve vicdan rafa kaldırılmıştır... Şizofreniyle atbaşı giden bir "vandalizm", sağduyu kaybı temelinde yükselen bir cinnet hali.
Tam da sofrada, yemeğin başında yakalar sizi. Lokmalar boğazınıza dizilir.
Albay Hoess'le benzerlikleri genlerinden, kanlarından falan değil, ortak bakış açılarından, belki de buradan türeyen düşünce ve davranış biçiminden kaynaklanan birtakım adamlar (hepsi de 657'ye tabi ve elbette "memurin" bordrosundan maaşlı), saçı sakalı üç numara tıraş makinasıyla kazınmış "maznun"u tartaklayarak, dipçikleyerek, sille-tokat sürükleyerek bağımsız yargının "emin" ellerine teslim ediyor.
O bağımsız (!) yargının 28 Şubat postmodern darbe sürecinde brifinglenip tütsülendiğini kimse hatırlamayacak...
İki yüzyıldır biriktirdikleri husumetin yarattığı ğayz, öfke, hınç tortusu ve muasır medeniyetler fevkinde olamamanın getirdiği aşağılık kompleksiyle ruhu kararmış aydın çoğunluğunun patolojik çığlıkları arasında çıkarıldığı mahkemede, işlemediği, işlemeyi aklının ucundan dahi geçirmediği suçların hesabı sorulan o adamın bir "fikir-aksiyon" hareketinin lideri olduğu, 30 küsur cilt kitaba imza attığı da kimsenin umurunda olmayacak.
Dudağı patlamış...
Alnı yarılmış, kan revan içinde.
Suratında çizik çizik jop izleri...
Yürürken hafif aksıyor...
O içi sıra sidik, amonyak ve sığır tersi kokan vagonlarla "Transit" getirilip, dünyanın "dışkı deliğine" tıkılmış ürkek sığırcık yavruları gibi... Bergen-Belsen'den mi, Dachau'dan mı, Mauthausen'den mi geliyor bu adam?
Yılmaz Özdil’e sorarsanız, jandarma koğuşa dalınca uyandı, alnını ranzaya çarptı.
Sonra?
Sendeleyerek kalktı, ayağı kayınca burun üstü düştü. Koğuştan çıkıyordu, kapıyı açık zannetti, kaşını yardı.
Sağ gözünü dipçiğe çarpmıştı, sol gözü de copa değiverdi.
Diyet yaptığı için az yiyordu; halsizlikten gözaltları morardı.
Mahkeme öncesi tıraş olacaktı, jilet keskindi, yüzünü doğradı.
Kim bu?
Adı Salih Mirzabeyoğlu.
Binlerce insanın kanı üzerinde İmralı'da saltanat süren o hokkabaz kadar bile değer verilmeyen; hangi suçu işlediği, kaç kişiyi öldürdüğü meşkuk, yalnız, yaralı, eh az biraz da "sıradışı" bir adam.
Hayfa ki, düşmüş bir insanın acıları üzerine espri üretmek onursuzluğu bu ülkede "gazetecilik" sayılıyor.
Bu onursuzluğu yapan kişi, “Büyük gazeteci Yılmaz Özdil” diye taltif ediliyor.
Söz hükmünü yitirmiş; akıl, mantık ve vicdan rafa kaldırılmıştır... Şizofreniyle atbaşı giden bir "vandalizm", sağduyu kaybı temelinde yükselen bir cinnet hali.
Hürriyet gazetesi, Özdil’in Star’ına göre daha az esprili: “Yolunmuş tavuğa döndü...”
Sille tokat mahkemeye "sürüklenen" adamı haberleştirirken kullandıkları ifade bu.
Burası Auschwitz değil.
Burası Metris Askerî Tutukevi.
Öyle ya, siz bu görüntüleri Nazi zulmünü anlatan belgesellerde, ya da televizyonlarınızda prime-tıme'a ustaca sokuşturulmuş "MGM" marka propaganda filmlerinde izlemiştiniz.
Anna Seghers romanını yazacak, Steven Spielberg filmini çekecektir, ama buna benzer, bundan besbeter acılar, "Türkiye Cumhuriyeti" adı verilen ve "laik, demokratik hukuk devleti" normlarıyla yönetildiği ileri sürülen "Avrupa Birliği" adayı ülkede yaşanmaya devam edecektir.
HAMİŞ
Yukarıda okuduğunuz yazıyı, 29 Ocak 2000 tarihinde, Yeni Şafak’ta yayımladım.
18 yıl olmuş...
Elemanın biri, 18 yıl sonra kalkmış, Salih Mirzabeyoğlu hakkında yazılanlardan tiksindiğini söylüyor.
Yavrum sen o tiksinç başlığı atan adamla yıllarca sütun komşuluğu yaptın; “patronun hukuku” temelinde bir dönem pek bir imtizaç ediyordunuz... “Yolunmuş tavuğa döndü” diyen vandalların gazetesinde “yüksek himaye”yle yazılar yazdın... Hâlâ yazıyorsun...
Risk ortadan kalktığı, o vandalların dünyası “iş güvencesi” olmaktan çıktığı için mi, bugün kalkmış tiksinme hakkını kullanıyorsun?
Geç kalmadın mı?
Bu ne tiksinç bir “fırsatçılık”tır böyle!