Ahmet Kekeç Ahmet Hakan'a Altın Portakal'la vurdu! Medyanın şerefsiz kesimi!
Star yazarı Ahmet Kekeç bugünkü köşe yazısında hedefine isim vermeden adaşı Ahmet Hakan'ı oturttu.
Gezi Parkı olaylarını konu alan ve Altın Portakal Film
Festivali’nde sansürlenmesi gündeme gelen “Yeryüzü Aşkın Yüzü
Oluncaya Dek” adlı belgeselle ilgili olarak isim vermeden Hürriyet
gazetesi yazarı Ahmet Hakan’ı hedef alan Star gazetesi yazarı Ahmet
Kekeç, “Medyanın şerefsiz kesimi, günlerce feveran etti: ‘Sansür
var... Benim için Antalya bitmiştir, Altın Koza başlamıştır...
Faşistler...” ifadesini kullandı.
Gezi Parkı olaylarını anlatan “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek”
isimli belgesel içinde yer alan ve Cumhurbaşkanı'na yönelik
küfürler yüzünden Altın Portakal Film Festivali'nde ön jüriden
geçmesine rağmen yarışmadan çıkartılmıştı.
Sansür süreci eleştirilere uğrayınca her iki taraf da geri adım
attı ve yönetmen belgeseldeki küfürlü alt yazıları kaldırdı,
Festival Düzenleme Komitesi ise filmin Altın Portakal'a yeniden
kabul edildiğini açıkladı.
Hürriyet yazarı Ahmet Hakan 5 Ekim 2014’te yayımlanan yazısında,
Altın Portakal Film Festivali ile Altın Koza Film Festivali’ni
karşılaştırarak, “AK Partili Antalya Belediyesi, Altın Portakal’da
Gezi filmine sansür uygularken… MHP’li Adana Belediyesi, Altın
Koza’da bakın neler yapıyor: Altın Koza’da Yılmaz Güney adına ödül
veriliyor. Yılmaz Güney’in kardeşi Yaşar Pütün, Altın Koza’nın
yönetiminde. Hiçbir filme sansür uygulanmıyor. Antalya’da
gösterilmeyen filmi Adana’da sansürsüz gösteriyor. İşte ben bu
yüzden yemişim Altın Portakal’ı diyorum. İşte ben bu yüzden ‘Altın
Koza’cıyım” dedi.
Star gazetesi yazarı Ahmet Kekeç, bugünkü yazısında sansür
tartışmalarına değinerek, Ahmet Hakan’ı isim vermeden sert sözlerle
eleştirdi.
Ahmet Kekeç’in “Sen sansürü babana sor yavrum!” başlıklı
yazısı şöyle:
'Sen sansürü babana sor yavrum!'
Mekânı cennet olsun, Ayşe Şasa hanımefendiyle (sevgili Ayşe
Abla’yla) ilk Marmara buluşmamızda, Yeşilçam’daki “sansür”
uygulamasını konuşmuştuk.
Bir hacetim vardı: O sıralarda henüz faaliyete başlamış bir özel
televizyon kanalında, “sanat ve sansür” konulu bir panele
katılacaktım.
Salih Tuna, “Bu konuda esaslı bilgi ve hikâye Ayşe Abla’da var,
onunla görüş” diye adres göstermişti.
Ben de, naçar, Ayşe Abla’yı arayarak yardımını rica etmiştim.
O gün öyle sansür örnekleri anlatmıştı ki Ayşe Abla... Birçoğu
rahmetli Bülent Oran ağabeyin başından geçmiş... Not etmediğime
hayıflanıyorum şimdi... “Çekim senaryosu” ve “sansür senaryosu”
diye iki farklı tekst hazırlandığını da o gün öğrenmiştim. (Bu
olaylar Abdülhamit döneminde yaşanmıyor... Laik ve Kemalist
Türkiye’niz 12 yıl önce bu durumdaydı.)
Söz konusu panelde Ayşe Abla’dan duyduklarımı aktardım, “sanat
sansür kabul etmez” türünden genel geçer laflar ettim, o sıralarda
belli medya grupları tarafından linç edilen “Bize Nasıl Kıydınız”
filmine ve filmin senaristi Salih Tuna’ya sahip çıkmaya çalıştım...
(Hazindir: Sanatın sansür kaldırmayacağını söyleyen konuşmacılar, o
gün, Genelkurmay Başkanlığı’nın direktifiyle hedefe konulmuş “Bize
Nasıl Kıydınız” filminin yasaklanmasını, yönetmen Metin Çamurcu’yla
senarist Salih Tuna’nın hapsedilmesini istediler.)
Panelde, ayrıca, farklılıkları “savaş nedeni” sayanların
oluşturduğu atmosferin bir tür dolaylı sansür olduğunu
anlatmıştım.
Selda Bağcan, Atıf Yılmaz ve Behiç Ak söylediklerime hak
verdiler...
Zeliha Berksoy ve Hüsamettin Koçan adlı güzel sanatlar profesörü
ise direkt saldırıya geçtiler.
Berksoy, filmin yasaklanmasını yeterli bulmuyordu...
Emine Şenlikoğlu’nun elinden kalemi alınmalıydı.
Moderatör Rüstem Batum’un engelleme girişimlerine rağmen
sorabildim: “Neden? Neden Emine Şenlikoğlu’nun elinden kalemi
alınmalı?”
Neden mi?
Çünkü Emine Şenlikoğlu’nn eğitimi yetersizmiş, okul okumamış, bir
diploması bile yokmuş...
Peki, Yaşar Kemal? Yaşar Kemal hangi tedrisattan geçmişti? Hangi
diplomaları edinmişti? Onun da kalemi elinden alınmalı mıydı?
Bu soruya Berksoy’un, “O başka...” gibilerden bir cevap verdiğini
hatırlıyorum.
Hazindir: “Sanat ve Sansür” konusunu konuştuğumuz (bant çekimi)
program, yayınlandığında kuşa dönmüştü. Rüstem Batum, ya da
yönetmen, ya da program koordinatörü, her kimse artık, Zeliha
Berksoy’la dalaşmalarımızı sansürlemişti.
KAÇ GÜNDÜR "AŞAĞILIK SANSÜR" KONUSU İŞLENİYOR
Sözü, Antalya Altın Portakal Festivali’ndeki “sansür” tartışmasına
getirmek istediğim anlaşılmıştır...
Kaç gündür, yayın mecralarında, “aşağılık sansür” konusu
işleniyor.
Bir yönetmen, Gezi olaylarının belgeselini yapmış. Yaratıcı duvar
sloganlarının da yer aldığı belgeselde “O... Ç... T...” diye bir
ibare göze çarpıyormuş. (Esprili “y kuşağı”nın “O... Ç... T...”
buluşuna, “Geber Tayyip” sloganlarının eşlik ettiğini
hatırlıyorsunuz. Bu kuşak üçüncü köprüye de bir isim takmıştı,
bütün Türkiye’nin üstünden geçmesi temennisiyle... Gerçekten de çok
yaratıcı bir kuşak!) Yönetmen kızımız, daha önce katıldığı
festivallerde, bu küfürlü sloganı ketmetmiş, yani sansürlemiş.
Çünkü sıkıntı olurmuş. Ayıp da olurmuş... Küfre maruz kalan kişi,
muarız da olsa, sonuçta bu ülkenin Cumhurbaşkanıymış.
Doğru mantık...
Küfre maruz kalan kişi bu ülkenin Cumhurbaşkanı, doğru, ama
hepsinden önce bir insan... Hiçbir sanat girişimi, bir “insan”a
yönelik bu nevi müstekreh ifadeleri hoş görmez, hoş görmemelidir.
“Niye küfrediyorsun birader?” diye sormak da sansür sayılmaz,
sayılmamalıdır.
MEDYANIN ŞEREFSİZ KESİMİ FEVERAN ETTİ
Kendi filmini “sansürleyen” ve iyi de eden yönetmen kızımız,
Antalya’da karar değiştiriyor, daha önce ketmettiği ifadeyi filmine
monte ederek yarışmaya gönderiyor. Ve yarışma dışı bırakılıyor.
Bütün kıyamet buradan kopuyor işte...
Medyanın şerefsiz kesimi, günlerce feveran etti: “Sansür var...
Benim için Antalya bitmiştir, Altın Koza başlamıştır...
Faşistler...”
Derken, yönetmen kızımız, akledip “O... Ç... T...” ibaresini
çıkarıyor ve filmi tekrar yarışmaya dâhil ediliyor. Mesele de
tatlıya bağlanıyor.
İşte günlerce tartıştığımız “sansür” iddiasının perde arkası...
SANAT KÜFÜR ETME ÖZGÜRLÜĞÜ MÜ?
Soralım o halde:
Birilerine “O... çocuğu” deme hakkı elinizden alındığı için mi
kıyameti koparıyorsunuz?
Sanat küfretme özgürlüğü müdür?
Sizin özgür, yaratıcı ve Cihangirli zekânız bu kadarına mı
elveriyor?
Madem küfürlü sözleri bile “ifade özgürlüğü” kapsamında
görüyorsunuz, neden en küçük eleştiriyi tecziye nedeni sayan 5816
sayılı kanuna itiraz etmiyorsunuz?
Efendim?
Sansürcü başı Tayyip mi?
Siz bunu, “Emine Şenlikoğlu’nun elinden kalemi alınmalı” diyen
dünya sanatçısı Zeliha Berksoy’a söyleyecektiniz... “Askeri
savcılığın” önüne atılan Metin Çamurcu’yla Salih Tuna’ya sahip
çıkacaktınız...