Medya
28 Mar 2011 12:00 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:10

AHMET HAKAN'IN SÖZÜNE BAKIP DA HEPTEN KAPTIRIP GİTMEYİN! SALİH TUNA'DAN İLGİNÇ UYARI!

Yeni Şafak yazarı Salih Tuna, Ahmet Hakan'ın "O kitabı 1000 imza ile biz yayınlayalım" önerisi üzerine bir hatırlatma yaptı...

Ahmet Hakan o 'kitabı' okumadım demesin!

Ahmet Şık'ın malum "kitabına" yönelik "1. Baskın'ın" ardından Ahmet Hakan biraderimiz felaket coştu.

Coştu dediğim; gelin şu kitabı yayımlama işini üstlenelim gibilerinden "sivil itaatsizlik" çağrısı yaptı.

Yani...

Ne kadar harbi, ne kadar delikanlı, ne kadar korkusuz olduğunu dosta düşmana gösterdi.

Sizin anlayacağınız herkesin önüne geçti.

Dedi ki: "Madem artık iş 'yayınlanmamış kitabın toplatılması' olayına kadar geldi dayandı. / O zaman biz de... / Hep birlikte 'İmamın Ordusu' adlı kitabı yayınlama işine girişelim. / Savcılardan kaçırılabilmiş bir metni kitaplaştıralım..."

Nasıl?

Etkileyici değil mi?

Sizi bilmem ama ben bu tarz "eylemlerden" oldum olası etkilenirim.

Hemencecik aklıma "esirlerin" tek tek ayağa fırlayıp "Spartaküs benim!" diye haykırdıkları o ölümsüz sahne gelir.

Bu sahnenin en güzel yerli versiyonu da Tatar Ramazan'da geçer: Tatar (Kadir İnanır) Abdurrahman Çavuş'u (Hayati Hamzaoğlu) yere serdiğinde bütün mahkumlar cezaevi yönetimine karşı "Ben öldürdüm... Ben öldürdüm... Ben öldürdüm..." diye haykırırlar ya, o sahne işte.

"Hep birlikte 'İmamın Ordusu' adlı kitabı yayınlama işine girişelim" ha?

Vay canına!

Söz konusu "kitabı" yayımlayacaklar; mahkemeye düşerlerse de mezkur sahnedeki gibi haykıracaklar demek ki:

"Ben yayımladım!.."

"Ben yayımladım!.."

"Ben yayımladım!.."

Henüz "1. Baskı"yı görmeyen kitabın "3. Baskın"ına giden polis bile bu sahneden etkilenir, biz nasıl etkilenmeyelim!

Geçen günkü yazısında da kararlılığını dile getiriyordu: "İmam'ın Ordusu kitabını bin imzayla yayınlama önerisinde bulunmuştum dünkü yazımda. Yoğun bir taleple karşılaştım (...) 'Bin imzayla kitabı yayınlayalım, hepimizi Silivri'ye tıkacak halleri yok ya...' diye bir cümle yazmıştım. Gelen mesajlarda 'Bundan o kadar da emin olma...' diyenlerin sayısı bir hayli fazlaydı. O zaman şöyle diyeyim: Hepimizi Silivri'ye tıksalar dahi bunu yapalım..."

Nasıl da gözünü karartmış; helal olsun!

Lakin...

"Yoğun talepte bulunan" arkadaşlar yine de dikkatli olsun. Ahmet Hakan'ın sözüne bakıp da hepten kaptırıp gitmesinler.

Kitabı bastıkları an yanlarında olmayabilir.

Dahası, "Ben o imamın bu imam olduğunu bilmiyordum" veya "Ben o kitabı okumadım bile" diyebilir.

Çünkü...

Ahmet Şık'ın kitabını yayımlama çağrısına, Şanar Yurdatapan'ın vaktiyle ortaya koyduğu eylemi örnek gösteriyor ama devamını getirmiyor.

Yani, başta destek verdiği "sivil itaatsizlik" eyleminden kırmızı ışığı görünce nasıl vazgeçtiğini anlatmıyor! Şu kadarcığını anlatmakla yetiniyor: "Şanar Yurdatapan bundan kısa bir süre öncesine kadar 'yargılanmış ve ceza almış metinleri' bir araya getiriyor ve bazı aydınların imzasıyla yeniden yayınlıyordu. Bu faaliyetin mesajı şuydu: Bu metinlerde yazılan hususlara katılmıyoruz ama bu metinlerin yazarlarının yargılanmalarına da rıza göstermiyoruz. Bizi de bu metinlerin yazarı olarak değerlendirip yargılayın..."

Bir kere, "kısa süre önce" dediği taa 1995'tir.

Yaşar Kemal'in DGM'de yargılandığı yıldan başlayarak tam 5 yıl sürecek bir sivil itaatsizlik eylemidir bu.

Ne kadar sakıncalı veya yasaklanmış metin varsa altına imza koyarlar ve savcılığa gidip kendilerini ihbar ederler.

Sayıları 1040'a ulaşır. (Ahmet Hakan da bunların arasındadır.)

Bu eylemde kimler yoktur ki: Ahmet Altan "1 nolu sanık", Erdal Öz "2 nolu sanık", Orhan Pamuk "3 nolu sanık"tır...

Hulasa 95'ten itibaren 36 adet yasak metin yayımlarlar ve 2000'de bunları kitaplaştırırlar.

Kitapta yer alan her metnin içeriğine bağlı olarak DGM, ağır ceza, asliye ceza ve askeri mahkemesinde yargılanırlar.

Talep edilen ceza miktarlarını toplasanız 1000 yılı geçer.

Beraat edenler de olur, ceza yiyenler de. (Mesela Yurdatapan cezaevini boylar.)

Ahmet Hakan ise ne beraat etmiş, ne de ceza yemiştir.

Zira mezkur "sivil itaatsizlik" eyleminden çekilmiş, yarı yoldan dönmüştür.

Savcılıktaki ifadesinde, "Ben bu metinlerin kitap haline geleceğini bilmiyordum..." demiş midir, onu da o söylesin.

"Hepimizi Silivri'ye tıksalar dahi bunu yapalım..." şeklinde coşan bir "cesur yüreğin" daha fazla mahcup olmasını istemem!

NOT: Hilal Kaplan'a aramıza hoş geldin diyorum.

Salih Tuna/Yeni Şafak