Ahmet Hakan'dan çarpıcı açıklamalar! Gökçek'li Ankara'yı özledi mi, emekli olunca ne yapacak?
Hürriyet Gazetesi köşe yazarı Ahmet Hakan siyaset magazin dergisi Jargon'a dikkat çekici açıklamalar yaptı.
Ahmet Hakan... Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinde kâh güldürüyor, kâh düşündürüyor. Bazen iğneleyici üslubu, bazen de polemiklerle gündeme geliyor.
CNN Türk’teki 'Tarafsız Bölge’yi hazırlayıp sunan ve Türkiye'nin en popüler gazetecilerinden biri olan Ahmet Hakan, Jargon Dergi'nin bu ayki kapak konuğuydu. Jargon Dergisi Yayın Danışmanı Murat Ilıkan'ı evinde konuk eden Ahmet Hakan; kendisine yönelik eleştirileri, iktidarı, muhalefeti, sosyal medyayı, Melih Gökçek ve Orhan Pamuk'u, kedisi Sekter’i ve emeklilik hayallerini anlattı.
* Ahmet Hakan’ı yıllardır televizyonlardan izliyor, köşesinden okuyoruz. Hikâyeniz çok da bilinmiyor açıkçası. Ahmet Hakan’ın habercilik serüveni nasıl başladı?
1996’da TGRT’de başladım. Bunun öncesinde yerel gazeteciliğim de var. TGRT’de ‘Yankı’ isminde haber programı yapıyorduk, rahmetli Ömer Lütfi Mete ve iyi bir kadro vardı. Sonra Kanal 7 televizyonu kuruldu, oraya transfer oldum. Önce muhabir olarak girdim, bir haber programı yapacaktım, kısa bir süre sonra haber müdürü oldum. Ardından ekrana çıkıp haberleri sunmaya başladım. 10 yıl Kanal 7’de bu şekilde çalıştım. Ondan sonra Sabah Gazetesi’nde iki yıl yazı yazdım. Sabah Gazetesi’nden de Hürriyet’e geçtim. Sonra da CNN Türk’te yayın yaptım. Hürriyet’te yazı yazdım, en son da Kanal D Ana Haberi sunuyordum. Onu da bıraktım. Şimdi ise sadece Hürriyet’te yazıyorum ve CNN Türk’te program yapıyorum.
* Meslek hayatınızda örnek aldığınız biri ya da birileri oldu mu?
Vardı tabii ki. Ben Ali Kırca’nın haber sunumunu severdim. Mehmet Ali Birand’ın tarzını beğenirdim. Yazar olarak Fehmi Koru. O zamanlar onlar çok baba isimlerdi, onları severdik. Dünya görüşleri, haberi sunuş-anlatış tarzları ayrı ve politik duruşları ayrı tabii ki. Mesleki olarak beğenirdim. Çünkü meslekte de hataları olan isimler bunlar. Ben o hataları arındırarak bakıyorum.
* Yakın zamanda Kanal D Haber’deki koltuğunuzu Buket Aydın’a devrettiniz. Üzüntü duydunuz mu? Neler hissettiniz?
Yok, hiç üzüntü duymadım. Profesyonel hayatta böyle şeyler olur. Tam tersi, başarılı olmasını da istiyorum. Çok çalışkan, gayretli ve başarılı olacağına da inandığım bir arkadaşım. Biraz da rahat ettim.
* Rahatlık derken... Zor muydu?
Gündelik haber telaşı çok yorucu bir telaş. Ayrı bir motivasyon istiyor. Ben şimdi yazı yazıyorum, CNN Türk’te program yapıyorum, bir de üzerine Ana Haber sunuculuğu hayli yorucu ve yıpratıcı oluyordu. Bir yerde bitmesi gerekiyordu, hayırlı oldu aslında.
* Tarafsız Bölge gerçekten tarafsız mı?
Yüzde 100 tarafsızdır. Çünkü herkesin gözü önünde olup bitiyor. Program sırasındaki tavrımız, tarzımız, soru soruşumuz ve konuyu irdeleme biçimim açısından bakıldığında da yüzde 100 tarafsız diyebilirim gönül rahatlığıyla. Herkese her soruyu sormak isterim, yeter ki programa gelsinler. Gelmiyorlar ama sorun orada. Bazen 'sen bu soruyu bu adama sordun ama falanca kişiye sorabilir misin?' diyorlar. Sorarız, bir gelsinler bakalım.
* Peki, Tarafsız Bölge’yi sunmak zor mu? Mesela konuklar arasında zaman zaman tartışmalar hatta sehpaların kırıldığı bile oldu…
Gerginlikler oluyor ama hani genel olarak bir zorluğu yok. Zordur desem yalan olur. Evet, zaman zaman seslerin yükseldiği, gerginliğin arttığı dönemler oldu, oluyor. Ama genellikle bizim uygar tartışmacılarımız medeni bir şekilde tartışıyorlar. Meseleler çok ağır olmasına rağmen yine de belli bir sükûnet belli bir seviye içinde gidiyor. Memnunum o yüzden.
* Yayına çıkmadan önce yaptığınız özel bir toteminiz, ritüeliniz var mı?
Kanal D Ana Haber’e çıkmadan önce vardı. Kravat renklerinden falan bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. Ama tabii espri olsun diye.
* Ekranda hiç heyecanlandığınız oluyor mu? Gaf yapmaktan korkuyor musunuz?
Ben 10 yılı aşkın bir süre Kanal 7’de programa çıktım. Şimdi ise uzun zamandır da devam eden programlarım var. İlk zamanlar oluyordu sonra ise bir profesyonelleşme oluyor, belki iyi bir şey de değil ama heyecanınızı falan kaybediyorsunuz. Belli bir noktadan sonra o ilk heyecanlar kalmıyor. Fakat en iyisini yansıtma motivasyonu sürüyor bende. En iyi şekilde yapalım, en güzel olsun, o motivasyon bence değerli, esas kıymetli olan da o.
* Meslek hayatınız boyunca anlatmakta/sunmakta en çok zorlandığınız haber neydi?
Fenerbahçe eski Aziz Yıldırım’ın hapisten çıktığı bir zamandı ve hiç konuşmamıştı. İlk kez konuşacaktı ve bizim programımızı seçti. Ben de herkes kadar futbolu takip ediyorum ama çok yakın bir ilgim yok. İşin FETÖ tarafı önemli benim için ama bu şike tartışmalarını derinlemesine bilmiyorum. O yayında çok zorlanmıştım ve çok ders çalıştım. O dosyaları okudum, ne sorup ne yapacağıma karar vermek için ve mevzuyu anlamak için. Çok da karışık bir mevzuydu. O yayında biraz zorlandığımı hissediyorum.
* Bir gün yazdığınızla bir tarafın, ertesi gün yazdığınızla da başka bir tarafın hücumuna uğruyorsunuz. 'Ne İsa'ya yaranıyoruz ne Musa’ya' dediğiniz oluyor mu?
Olmuyor, çünkü bu benim tercihim zaten. Ben Türkiye’de biliyorum ki belli bir grubun, belli bir yapının içinden konuşmak insanı güvenli kılar. Böyle bir avantajı vardır ama sözünüzün kıymeti azalır, böyle de bir dezavantajı var. Ortadan konuşmak sizi biraz güvensiz kılsa da, bir dezavantajı olsa da, sözünüzün değerini-kıymetini arttıracağı için oradan da bir avantaj sağlar. O kadar da dezavantajlı bir durum değildir. Avantajları da vardır onu söylemeye çalışıyorum. Bu bir tercih meselesi yani. Hem ahlaki, hem ilkesel bir tercih meselesi. Hani bazıları gibi 'ben kimseye yaranamıyorum, tarafsızım muhteşemim' değil, fakat bu konum insana değer katan, insanı önemli hale getiren, sözüne güç katan bir pozisyondur. Bu pozisyonu tercih eden hem daha ahlaklı ve ilkeli bir pozisyon tercih etmiş olur hem daha güçlü.
* Tek tarafta olanlar için ne söylersiniz?
Ben öbürleri için üzülüyorum. Yani belli bir gruba ait yazanlar için, mesela sadece Atatürkçüler tarafından okunmak, sadece onların dikkate aldığı bir adam olmak, sadece AK Parti'lilerin, sadece MHP’lilerin okuduğu bir yazar olmak üzücü bir durum. Bu o kadar avantajlı bir durum değil. Belki iktidara yakın olmanın avantajları vardır, onu da bilemiyorum.
* Yazılarınızı evde mi, ofiste mi yazıyorsunuz?
Evde yazıyorum.
* Sizin ‘acaba bugün ne yazmış’ diye merak edip, ilk olarak okuduğunuz köşe yazarı kim?
Bütün hepsine bakıyorum, belirli bir köşe yazarı yok. Zaten Türkiye’de medyada köşe yazarları artık eskisi gibi öngörülmez değiller. Öngörülebilirler. Kimin ne yazacağını üç aşağı beş yukarı biliyorsunuz. Bu da kötü bir durum aslında. Bence iyi bir yazar öngörülemez olmalı. Dolayısıyla heyecanla ya bu ne yazmış diye baktığım bir yazar yok. Ama birçok yazarın ne yazdığını okumaya çalışıyorum.
* Anchorman’lik mi, köşe yazarlığı mı?
Ben en baştan beri yazarlığı daha çok sevdim. Çünkü şundan dolayı; anchormanlik bir ekip işi, sizin tek başınıza yapabileceğiniz bir şey değil. Bir sürü şey bir araya gelecek. Çok da zahmetli bir iştir. Pahalı da bir iştir. Muhabirleriniz olacak, kameramanlarınız iyi çekim yapacak, iyi haber bulunacak, masada iyi kurgulanacak, ışık, ses ve iyi bir yönetmenle ekrana sunulacak tüm bunlar bir araya gelecek. Dolaysısıyla zor bir iş, orada sizin kişisel katkınız sınırlı. Başarınızı belirleyecek olan temel parametreler var. Sen ne kadar başarılı olursan ol o ekip olmazsa, hiçbir şey yapamazsın. Dolayısıyla yazarlık, boş bir kâğıt ve sen varsın daha bireysel bir iş. Yazarlığı tercih ediyorum.
TWITTER TROLLERDEN ÖNCE EĞLENCELİYDİ
* İşkolik misiniz?
Aslında çok çalışkan, sürekli işinin peşinde koşan bir insan değilim. Ama işimi çok disiplinli yaparım. İşimi bitirdikten sonra kendime zaman ayırırım. Yapmam gereken işleri yapmadıysam rahat edemem. Bu tipe işkolik mi deniyor bilmiyorum. Ama işim bittikten sonra da hayata daha rahat adapte olurum. İşimi bitirene kadar da çalışırım. Uzun da çalışırım ben, bir köşe yazısı için çok zahmet harcarım. Uzun, akademik, ya da bilgilendirmeye dayalı bir yazı yazmak zor bir iştir. Ama sonuçta ne yapılacağı bellidir. Benim tarzım biraz daha zahmetli bir iş, daha kolay gibi görünüyor ama daha zahmetli olan bu.
* Ahmet Hakan’ın bir günü özetle nasıl geçiyor?
Çok hareketli, parlak bir günüm geçmiyor. Erken kalkarım, gazeteleri okurum, internet sitelerine girerim, notlarımı alırım, telefon görüşmelerimi yaparım. Ne yazacağımı belirledikten sonra oturur yazımı yazarım. Bütün bu işler bittiğinde bir bakmışım ki saat 3 olmuş, saat 4’ten sonra spor yapıyorum. Bu muhitte bir restoranda arkadaşlarla buluşuyorum. Yemek yiyorum, eve geliyorum sonra da erken yatıyorum. Benim sosyal yaşantım bu.
* Hobileriniz neler?
Akşam eve erken geldiğimde film seyrederim. Okuduğum kitaplar vardır, onları mutlaka okumaya çalışırım.
* Twitter’ı aktif kullanıyorsunuz. Sizce nasıl bir katkısı var?
Ben aslında Twitter’ı bir zamanlar aktif kullanıyordum. En eski kullanıcılardanım. O zamanlar daha az politik, daha eğlenceli, daha zekice esprilerin yapıldığı, trollerin falan daha fazla olmadığı bir mecraydı. Özellikle ‘Gezi Olayları’ sonrası politik bir mücadele alanına dönüştü. Tarafların kenetlendikleri, trollerin arttığı bir yere dönüştü. O andan itibaren fazla girmiyorum. Sadece yazdığım yazımı, yaptığım işlerle ilgili ve kendimle ilgili duyurmak istediğim şeyleri duyurmak için kullanıyorum. Onun dışında izliyorum, kim ne diyor ne yapıyor diye.
* Kedileriniz Müezza ve Sekter’i petshop’tan mı aldınız, sahiplendiniz mi?
Petshop’tan kedi almaya karşıyız. 5-6 yıl önce bir arkadaşımın eşi hamile kalınca -herhalde bir alerji oluşmuş- küçük yaştaydı zaten ve Sekter’e bir yuva arıyorlardı. Ben talip oldum. Ben hiç hayatımda kedi beslememiştim. Sonra Sekter evde tek kaldı, biraz canı sıkılıyor mudur acaba diye Sekter’e bir arkadaş bulalım dedik. Sonrasında Müezza yine bir arkadaş vesilesiyle geldi. Fakat geçinemediler ikisi. Sekter’in morali bozuldu, biraz onu kıskandı galiba, yemeden içmeden kesildi. Sonra Müezza’yı maalesef bir başka arkadaşımıza verdik ama o da çok rahat şimdi yeni yuvasında.
* Melih Gökçek’in kedisi ile kapışmaya devam mı?
Onun kedisi de çok güzel. Geçen Ankara’ya gitmiştim, Melih Gökçek’in evinde muhabbet ederken gösterdi kediyi ve sonra dedim ki ya bu ne kadar güzel bir kedi. Fotoğraf çektirdim. Fotoğrafı da Melih Gökçek çekti. Onun kedisinin adı da ‘Can Can.’
* Ahmet Hakan Nişantaşı çocuğuyla mı, yoksa Ankara bebesiyle mi daha iyi anlaşır?
Hepsiyle anlaşır. Ankaralılarla ben iyi anlaşırım. Artık zaten böyle bir prototip kalmadı. Bazen Nişantaşı’nda Ankara bebesini bulursun, bazen Ankara’da bir Nişantaşı çocuğunu bulursun.
ARTIK İMAM HATİPLER NOSTALJİK BİR ŞEY OLARAK BENİM GÖZÜMDE KALDI
* Emeklilik hayali kurduğunuz oluyor mu?
Bizim iş emeklilik ihtiyacını gerektirecek bir iş değil. Fakat düşünüyorum yani. Belli bir yaştan sonra artık daha kalıcı şeyler yapabilir miyim sorusu hep kafamda var. Kitap yazmak, bir takım polisiye romanlar yazmak gibi hayallerim var. Ama henüz hiçbiri hayata geçmiş değil.
* Sakaldan vazgeçmeyi hiç düşündünüz mü?
Düşünmedim. Artık da düşünmüyorum. Memnunum yani hayatımdan, bir memnuniyetsizliği yok.
* Mutfakla aranız nasıl?
Hiç aram yoktur.
* Ayağınızda hep spor ayakkabı görüyoruz. Neden?
Yürümeyi seviyorum. Ne zaman fırsat bulsam mutlaka yürümek istiyorum sokaklarda. Trafik sıkıştığı zaman inip yürümek istiyorum. İşte bu yüzden.
* Spor yapıyor musunuz?
Yürüyüş yapıyorum.
* Memleketiniz Yozgat’a gidiyor musunuz?
Gidiyorum. Şu sıra pek gidemedim ama severim, özlerim.
* Anneniz yazdıklarınızı ya da program performansınızı nasıl değerlendiriyor?
Beğeniyor. Annemle her programdan sonra konuşurum. Annem memnun.
Zaman zaman gündeme gelen imam hatip liseleri ile ilgili ne söylersiniz. İmam hatipli olmak günümüzde avantaj mı, yoksa dezavantaj mı?
İmam hatip konusu çetrefilli bir konudur. Ağır da bir konudur. Okullarla ilgili okullara büyük misyonlar yüklenmesi taraftarı değilim. Benim açımdan imam hatip lisesi şöyle bir işlev görüyordu eskiden; memlekette doğru dürüst din eğitimi verilemediği için insanlar imam hatip diye bir yöntem buldular ve halkımız destek oldu, onu hayata geçirdiler ve yürüttüler. Amaç çocuğun hem adam akıllı din eğitimini görmesi hem de diğer alanlarla ilgili eğitimini tamamlamasıydı. Yani hem matematik öğrensin hem de dinini de öğrensindi maksat. Düzen buna izin vermiyordu, imam hatip de bu formülün adıdır. Dolayısıyla eğer bir işlevi ve kutsiyeti varsa bu açıdan önemlidir. Ama ‘imam hatipler şöyle iyi böyle iyi, bunları biz yine yaşatmalıyız’ gibi cümlelere katılmıyorum. Çünkü bu işlevin görülüyor olması önemli bugün günümüzde bu işlev normal mekteplerde de görülmeye başlandı. Artık imam hatipler nostaljik bir şey olarak benim gözümde kaldı. Benim için önemli olan bir ebeveyn çocuğuna güzel hem dini, hem sosyal hem de matematik verdirildiğine ikna oluyorsa ve eminse bitmiştir iş, mevzu budur. Eskiden olmuyordu, imam hatip diye bir formül bulundu şimdi artık bütün okullarda oluyor. Dolayısıyla imam hatip vurgusu yapmanın anlamı kalmadığını düşünüyorum.
GÖKÇEK KENDİNİ HİÇ ÖZLETMİYOR SÜREKLİ GÜNDEMDE
* Melih Gökçek’in başlattığı ve çok tartışılan Ankapark’ı gezen gazetecilerden birisisiniz. Para verip gider misiniz?
Ben hem yaş itibarıyla, hem bulunduğum konum itibarıyla o empatiyi kuramıyorum. Ayrıca küçük çocuğum yok. Bu sorunun doğru muhatabı ben değilim ama benim hoşuma gitti. Ben gördüm bayağı masraf yapılmış, ama 'değer mi değmez mi, kurtarır mı kurtarmaz mı, Ankara’ya bir katkısı var mıdır' sorularının tek bir cevabı yok. Tartışmalı konular bunlar. Ama ben gittim, gördüm, beğendim. Bir çocuğum olsa mutlaka gitmek ister ve ben de götürmek isterim.
* Melih Gökçek’li Ankara’yı özlediniz mi?
Gökçek kendini hiç özletmiyor ki. Sürekli gündemde. Her zaman bir olay çıkarıyor ve dolayısıyla 'Gökçek'siz kaldık, eskiden bir Gökçek vardı çok acayip adamdı' diyebileceğimiz bir durum ortaya çıkmıyor.
* Orhan Pamuk’a yönelik bir takıntınız vardı. Halen devam ediyor mu?
Takıntım yok aslında, öyle algılanıyor olabilir. Severim ben Orhan Pamuk’un bazı kitaplarını. İstanbul’la ilgili yazdığı çok güzel bir kitap vardır. Roman olmayan kitapları güzel yani.
* Son dönemde çokça eleştiriyorsunuz. Türkiye’de muhalefetin durumu sizce nasıl? CHP’yi, MHP’yi, İYİ Parti’yi ve HDP’yi kısaca nasıl tanımlarsınız?
Türkiye’de iktidar kendisini fazlasıyla denetimsiz hissediyor. Bu denetimsizliğin getirdiği bir ortam oluşmuş durumda. Bu ortam çeşitli kısıtlamalara yol açıyor hayatımızda. Bir denge mekanizması çalışmıyor. Bunun tek müsebbibi iktidar olamaz, bunun en önemli müsebbibi iktidarın bu şekilde davranmasına zemin hazırlayan muhalefettir. Güçsüz bir muhalefet olduğu zaman ülkede ifade özgürlüğü gelişmiyor, demokrasi gelişmiyor, bütün bunlarda çok belirleyici bir etkisi var. Diyelim ki CHP 16 yıldır tek başına ülkeyi idare etseydi ve doğru dürüst bir muhalefet olmasaydı, CHP de bugün AK Parti’nin içine düştüğü duruma düşecekti. Bunun mantığı bu.
* Güçlü bir muhalefete ihtiyaç var diyorsunuz yani?
Bizim ihtiyacımız olan güçlü bir muhalefettir. Güçlü bir muhalefet dengeleyici olacak, ülkede demokrasinin yeşermesine yol açacak, söz hakkı ve düşünce özgürlüğü gibi şeylerin gelişmesini ancak güçlü bir muhalefetle sağlayabiliriz. Ben muhalefeti bu nedenle eleştiriyorum.
İktidarı eleştirmediğiniz yönünde de tenkitler oluyor. Bunlara ne diyorsunuz?
Bazıları diyor ki: 'Kardeşim sen iktidara bir laf edemiyorsun, muhalefete yükleniyorsun.' Kardeşim iktidara bir laf edemiyorsam eğer, bunun müsebbibi de muhalefet, onu demeye çalışıyorum. Türkiye’de iktidara laf edilemeyecek bir ortam oluşmuşsa, ona laf edildiğinde başına bir iş geliyorsa bunun müsebbibi de muhalefettir, bunu anlatmaya çalışıyorum. Kaldı ki ben öyle bir ortam da görmüyorum. İktidarın tabii ki kısıtlayıcı bir takım tarafları var ama yine de her şeye rağmen bir şey söyleyebiliyorsun, üslubunu iyi ayarlayabildiğin müddetçe. Benim eleştirimin temel nedeni güçlü bir muhalefete ihtiyacımız var. İktidarı eleştiremediğim için muhalefete yüklenmiyorum. Yani iktidarı eleştirmenin yolunun da güçlü bir muhalefetten geçtiğine inandığım için bu ortamın sağlanması gerektiğini düşünüyorum. 16 yıl her girdiği seçimi kaybetmiş bir parti olabilir mi yani? Pes et, partini kapat belki vatandaş kendisine başka bir çıkar yol bulacak. Bir CHP var durumu ortada, HDP var durumu ortada, MHP öyle, İYİ Parti öyle. Şöyle güçlü ülkeyi yönetebilecek iyi bir iktidar alternatifi olabilecek bir muhalefetimiz maalesef yok.
Peki, AK Parti’yi için değerlendirmeniz...
Aslında biraz AK Parti için de konuşmuş oldum. Dediğim gibi tek başına iktidar olmanın çok büyük avantajları var. O avantajları yaşarken çok büyük dezavantajlar var, onları da yaşıyor. Karşısında iktidar alternatifi olabilecek bir muhalefet olsa bence şu ankinden çok daha iyi yönetecek Türkiye’yi.
Son olarak... Önümüzde yerel seçim var. Nasıl bir tablo görüyorsunuz?
Ben tablonun çok büyük radikal bir değişikliğine yol açmayacağını düşünmüyorum. Önemli olan İstanbul ve Ankara. Orada da aktörler henüz ortaya çıkmış değil, kim ne yapacak bilmiyoruz. Ama ben muhalefetin akıllı hamleler, büyük stratejiler geliştirebileceğine pek inanmıyorum. Dolayısıyla tablonun çok değişeceğini düşünmüyorum. Yanılıyor olabilirim ama şu anki durumda bunu görüyorum. Ekonomik sıkıntılar muhalefetin bütün bu çapsızlığına rağmen, milletin muhalefete yönelmesine neden olabilir. Onu da göreceğiz.
KISA KISA
En sevdiğiniz yemek?
Makarna.
Kahve mi çay mı?
Kahve.
En sevdiğiniz emoji?
Gülücük.
Sizi anlatan mevsim?
Ben kışçıyım. Kış mevsimini severim. Soğuk severim, yağmur severim, karanlık severim.
Türkiye’de size en çok huzur veren şehir neresi?
İstanbul. Huzursuzluğun ve huzurun başkenti.
En son okuduğunuz kitap?
Ben tek bir kitap okumuyorum. Karen Armstrong’un ‘Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı' kitabını okuyorum. Tarık Tufan’ın ‘Düşerken’ adlı romanı. Radi Dikici’nin ‘Aşkın Kavurduğu Güneş Zeki Müren’ kitabını okuyorum. Bir de Ali Naci Karaca’nın anılarını okuyorum. Kitap okurken not da alırım.
Sizi en çok etkileyen film?
Fargo, Seven ve Fight Club.
Ne tarz müzik dinlersiniz?
Türkü ve klasik müziği. Neşet Ertaş severim. Yazı yazarken klasik müzik dinlerim.
Tek bir sosyal medya hesabı hakkınız olsa hangisi açık kalırdı?
Instagram.
Olmazsa olmaz aksesuarınız nedir?
Bileklik.