25 Mar 2012 10:59 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:28

AHMET HAKAN'DAN 6 YIL SONRA AYNI YAZI; "ERBAKAN'IN KIZI MESELESİ"

Ahmet Hakan, 6 yıl önce yemin billah ederek yazdığı köşe yazısını bugün yeniden yayınladı..

Erbakan’ın kızı meselesi

Bu yazıyı 29 Eylül 2006’da yazdım.

Yazdım ve defteri kapattım.

Fakat bir de ne göreyim:

Ben kapatmışım ama bazıları kapatmamış.

En son 'Erbakan’ın çocuklarının miras kavgası' nedeniyle yazıp çizdiğim her yazının ardından tonla mesaj aldım.

Hepsi “Ama sen de vaktiyle...” diye başlıyordu.

Anladım ki:

Bir kere yazmak, bir kere söylemek yetmiyor.

Bir daha yazacaksın, bir daha söyleyeceksin.

İşte bu nedenle...

29 Eylül 2006 yılında Hürriyet’te yayınlanan 'Erbakan’ın kızı meselesi' başlıklı yazımı buraya aynen aktarıyorum...

En 'beyaz'ından en 'siyah'ına kadar...

Sokakta karşılaştığım her Türk'ün, iki dakikalık mesafeli muhabbetin hemen ardından, mahcup bir edayla da olsa, "Kızmayın ama size bir şey soracağım. Siz Erbakan'ın kızına talip olmuş muydunuz?" diye sormasından...

En 'liberal'inden en 'sofu'suna kadar...

Sokakta karşılaştığım her okuryazarın, konuştuğumuz konu ne olursa olsun, eninde sonunda mevzuyu 'Erbakan'ın kızı meselesi'ne getirmesinden...

Kiminin büyük bir sıkılganlıkla... Kiminin müthiş bir pervasızlıkla...

Bu 'mesele'yi açma iştahından...

Ne adap, ne usul bilen bazı internet sitelerinin, yani 'serbest atışla kişisel tatmin odakları'nın, bu 'şehir efsanesi'ni fırsat düşürdükçe dillerine dolamalarından...

"Değiştin çünkü Erbakan sana kızını vermedi" basitliğinin, giriştiğim fikir tartışmalarının bile nirengi noktası haline getirilmesinden...

"Değişmedin çünkü sen vakti zamanında Erbakan'ın kızına talip olmuş adamsın" banalliğinin her polemiğin ortasına güm diye düşmesinden...

Bıktım! Bıktım! Bıktım!

Bir yanıyla bir gazeteci olarak beni kategorize etme gayesi güden...

Bir yanıyla ise 'karşı taraf'ın haklarını alabildiğine ihlal eden...

Bu altı yıllık can sıkıcı iddiayla ilgili olarak son bir kez, güçlü bir şekilde hesaplaşmak istiyorum.

Biliyorum, köşeler babalarımızın malı değildir.

Ancak...

Bu yazı meşruiyetini, baba malı olmayan bu köşenin, böyle bir iddiayla, bir biçimde töhmet altında tutulmak istenmesinden almaktadır.

NET BİR ÇARESİZLİK HALİ

Hem ant içerim... Hem yemin ederim... Hem de kasem ederim ki:

Adına ister isteme, ister talep etme, isterse görücü gönderme deyin...

Söz konusu olay, asla ve kat'a vuku bulmamıştır.

Bırakın vuku bulmasını...

Aklın ucundan dahi geçmemiştir.

Yani...

Ne kuyu başına durmak diye bir şey söz konusudur, ne de zordur almak bizden kızı şeklinde bir yanıt işitmek.

Tamam, bu hayli elektrikli iddia bundan altı yıl önce, o dönem epey etkin olan bir gazetenin birinci sayfasını baştan sona, haber adı altında süslemiştir.

Ancak...

Gazetenin birinci sayfasını dolduran o haber, noktasına virgülüne kadar yalandır, gerçek dışıdır.

Haberi yapan arkadaşa, hayli öfkeli bir ses tonuyla, "Neden böyle bir haber yaptınız? Hiçbiri doğru değil" denmiştir.

Ancak 'arkadaş', büyük bir pişkinlikle, "Refah Partisi'ne yakın isimler bize bu haberi verdi" demiş, başka da bir şey diyememiştir.

Hadi kanıtı-belgeyi geçtik, haberin bir numaralı öznesinin yalan diye haykırması bile hiçbir şey ifade edememiştir!

Ertesi gün haber devam ettirilmiştir.

Öyle ya da böyle, iletişim dünyasının göbeğinde olmak bile durumu kurtaramamıştır.

Net bir çaresizlik hali, alıp başını gitmiştir.

Sadece...

Ben çaresiz kalıyorsam, başkaları ne yapar şeklinde bir efkâr söz konusu olmuştur, o kadar...

MÜCAHİT KARDEŞLERİME

Aslında şu sözüm ona dini duyarlılık taşıyan çeşitli internet odaklarında oturup yorumlar attıran şahıslara ve yapılan yorumları denetleme zahmetine katlanmayan mücahit kardeşlere söylemek istediğim şudur:

'Gıybet' haram mıdır arkadaşlar?

Peki ya iftira atmak?

Hadi bu ikisini geçtik...

Birazcık kızdığınız bir adamın özel hayatına, Allah ne verdiyse girmek, milli spor haline mi geldi aranızda?

Ya da şöyle sorayım:

Tamam, kuldan utanma diye bir şey söz konusu değil, bunu anladık.

Peki ya Allah'tan korkma?

Ona ne oldu dostlar?

Ahmet HAKAN / HÜRRİYET