08 Oca 2010 10:09 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 14:02

AHMET HAKAN NEDEN HASAN CEMAL İLE NURAY MERT ARASINDA KALDI?

Hasan Cemal gibi "karanlık gecelerin nurlu sabahları" türküsü çığırırken, aniden Nuray Mert gibi "Her yer çok karanlık, hep karanlık" şarkısına geçivermenin insan zihninde oluşturduğu iflah olmaz şizofreni...

Hasan Cemal ile Nuray Mert arasında

İŞTE yine arada kaldım:

Bu sefer "umutlular" ile "umutsuzlar" arasında kaldım...


Bu kez "kaygılılar" ile "kaygısızlar" arasında tercih yapamıyorum.
Bu defa "Her şey çok güzel olacak" diyen ile "Her şey çok kötü olacak" diyenlerin arasında eziliyorum.
Bir tarafta "Askeri vesayet kalkıyor, sevinsenize kardeşim" diyen bir demir yumruk var tepemde...
Diğer tarafta "Askeri vesayet kalkıyor ama yerine sivil vesayet geliyor birader" diyen kocaman bir takoz...
Kısacası...
Sizi bilmem ama ben biraz serseme dönmüş durumdayım...
* * *
Bazen umut dolu oluyorum:
"Askeri vesayet ortadan kalkıyor... Ne güzel..." diye zil takıp oynamak geliyor içimden...
"Hazır ol" dendiğinde ayağa kalkmayacak olmanın derin hazzını yaşıyorum...
"Derin devlet"e nanik yapma imkânının elime geçmesinden dolayı içim içime sığmıyor...
Karanlıkların ardından doğacak nurlu sabahların hülyaları ile mest oluyorum.
Sancılı sürecin ardından bin yıl sürecek "asr-ı saadet"in özlemiyle kavruluyorum...
Makûs talihimizi değiştirecek olan Tayyip Erdoğan´a dualar ediyorum...
"Sonunda oldu... Sonunda biz de demokratikleşiyoruz... Oh ne güzel..." falan diye mutluluk gözyaşları döküyorum.
Bazı küçük aksaklıklara kafayı takmıyorum, "Söz konusu demokratikleşme ise gerisi teferruattır" deyip geçiyorum...
Kısacası...
Bazen kendimi fena halde...
Bir Hasan Cemal, bir Ali Bayramoğlu, bir Yalçın Akdoğan, bir Mehmet Altan gibi hissediyorum...
* * *
Ben tam da bu güzel rüyanın keyfini çıkaracakken...
"Hop" diye "umutsuzlar" devreye girmesin mi?
"Önüne gelene Ergenekoncu yaftası asarak mı demokratikleşeceksiniz?" sorusu "güm" diye kafamda patlamasın mı?
"Tahammülsüzlük" kelimesinin dönemin sembolü haline gelmesinden dem vurulmasın mı?
"Madem demokratikleşiyoruz, etrafımızı saran bu tedirginlik de neyin nesi?" sorusu sorulmasın mı!
"Eşi benzeri görülmemiş vergi cezaları"ndan "dinlenen telefonlar"a, "derin kadrolaşma"dan "medyayı yapılandırma girişimleri"ne kadar bin türlü tatsızlık anımsatılmasın mı?
İktidarın radarına girmemek için sesini kesip oturanlardan, "Koskoca medya grubunun başına bunlar geliyorsa benim başıma neler gelmez" diye kafasını toprağa gömenlerden söz edilmesin mi?
Hakkını arayan işçiye layık görülen muameleden, gözünün üstünde kaşın var diyenin hakkında çetele tutulmasından falan bahis açılmasın mı?
Alıyor beni bir korku...
"Mutluluk çağı" rüyasından "kaos çağı" kâbusuna uyanıveriyorum...
Ve kendimi birden bir Kadri Gürsel, bir Nuray Mert, bir Sedat Ergin gibi hissetmeye başlıyorum...
* * *
Perişan durumdayım.
Şirazem koptu.
Hasan Cemal gibi "karanlık gecelerin nurlu sabahları" türküsü çığırırken, aniden Nuray Mert gibi "Her yer çok karanlık, hep karanlık" şarkısına geçivermenin insan zihninde oluşturduğu iflah olmaz şizofreni...
Bu durum benim açımdan bir "memleket meselesi" olmaktan çıkıp "kişisel bir ruh sağlığı meselesi" haline gelmiştir.
Soruyorum:
"Ahmet´in kafasına üşüşmüştür soru işaretleri/Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini".

Ahmet Hakan/Hürriyet