15 Oca 2017 09:23 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 22:23

Ahmet Hakan: Her dönemin adamı değilim her dönemin en kötü adamıyım!

Ahmet Hakan Kanal D Haber Dairesi’nin başkanı oldu ve yarından itibaren Kanal D Ana Haber’i sunacak. Ahmet Hakan yeni görevi öncesi samimi açıklamalar yaptı.

Tarafsız Bölge programının yanı sıra kısa bir süre önce Kanal D Ana Haber'in sunuculuğunu da üstlenen Ahmet Hakan, TBMM'de görüşmeleri süren anayasa değişikliği teklifi için "Yeni sistem değişiminin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği anlamında derin kuşkularım var. Referandumdan geçse bile bu değişikliğin kalıcı olmayacağına inanıyorum" dedi.

AKP'nin 'yeni Türkiye' söylemi üzerinden "Eski Türkiye çok matah değildi" ifadelerini kullanan Hakan, "eski ve yeni Türkiye arasında çok fark yok. Sadece eski Türkiye’nin ezen aktörleriyle ezilen aktörleri yer değiştirdi" diye konuştu. Hakan, "Gazetecilik yaptığım süre içerisinde dört cumhurbaşkanı gördüm. Ama hiçbir zaman Çankaya Köşkü’ne davet edilmedim. Dolayısıyla ben her dönemin adamı değilim. Her dönemin en kötü adamıyım!" dedi.

"Atatürk’ün değerinin anlaşılmasını sağlayacak gelişmeler yaşanıyor" diyen Hakan "Atatürk’le ilgili bu eleştirel bakışımı yeniden gözden geçirmek durumundayım. Çünkü 15 Temmuz’da din kisvesi altındaki bir cemaatin bu kadar hunhar bir darbe girişiminde bulunması, bu kadar insanı katletmesi, Ortadoğu’da her türlü mezhebin birbirinin gözünü oyması, bunlar Atatürk’ün eskiden eleştirdiğimiz yönlerini unutturuyor, çok da güzel bir iş yapmış duygusu uyandırıyor" şeklinde konuştu.

Ahmet Hakan'ın Hürriyet gazetesinden Hakan Gence'ye verdiği yanıtlar şöyle:

Yarından itibaren anchorman (haber sunucusu) olarak karşımızda olacaksınız. 13 yıl aradan sonra yeniden... Halihazırda bir tartışma programı sunuyor, köşe yazıları yazıyorken neden bu işi kabul ettiniz?

- Artık Türkiye’de büyük bir cepheleşme olduğu için tartışma programlarının pek tadı tuzu kalmadı. Ezberbozma yok, söylenenler belli... Bu cenderenin içinden sıyrılmak istiyordum. Haber sunma teklifi benim için fırsat oldu.

Anchorman’lik için nasıl bir dönem bu?

- Benim yapmak istediğim türde haber anlayışı için daha doğru zaman olamazdı. Reha Muhtar’ı saymıyorum..

Nedir o habercilik anlayışı?

- Türkiye’de bir kutuplaşma ve kutuplaşmaya yol açan birçok etken var. Bu etkenler arasında iktidar ağırlıklı rol oynuyor. Fakat buna rağmen bu cendereden kurtuluşun yolu yok gibi görünüyor. Herkes kendi cephesine çekilmiş, birbirine ateş etmekte. Ben her akşam bu sarmaldan kurtulmaya ve insanların soluk alacakları bir alan oluşturmaya çalışacağım. Burada cepheleşmenin izlerini görmeyeceksiniz. Doğruya doğru, eğriye eğri denen bir alan olacak. Partizanlık, önyargı olmayacak, yaşam tarzlarına saygı olacak...

Basın özgürlüğünün tartışıldığı bu dönemde, karşılaşabileceğiniz zorluk ve baskılar sizi tedirgin etmiyor mu?

- Eğer düzgün bir üslupla, insanları dışlamayan, kucaklayan bir yaklaşım sergilerseniz, size yönelebilecek her türlü baskının üstesinden gelebilirsiniz.

Habere kendi yorumlarını katan sunuculardan mı olacaksınız? Suya sabuna dokunacak mısınız?

- Hem suya hem sabuna dokunmayı düşünüyorum. Önemli olan yöntem. Mevcut tarzın biraz dışında, mevcut altyapının üzerine; yorumlar, konuklar, yeni anlatım imkânları, yeni basitleştirmeler, derinleştirmeler, çerçeveler ve sadeleştirmelerle, başka bir anlatım tarzıyla haberi renklendireceğim. Bunun içinde su da, sabun da, yorum da, dokunma da var...

Sizce en başarılı haber sunucuları kimlerdi?

- Ali Kırca, Uğur Dündar, Mehmet Ali Birand... Hepsinin tarzları farklı. Ortak özellikleri karizmatik olmaları, halka güven vermeleri, haberi özümseyerek sunmaları, haberin hem başında hem de sunanı olmalarıydı.

Reha Muhtar’ı es geçtiniz?

Onu saymıyorum. Çünkü o işin biraz daha şov kısmına yönelmiş biriydi. Ama hadi, onu da sayalım, üzülmesin!

O konuyu geç!

“Ortak özellikleri karizmatik olmaları” dediniz. Sizde o karizma var mı?


- Karizmatik olmanın ilk şartı “Karizmatiğim” dememek. O yüzden bu soruyu sessiz kalarak geçiştireyim.

Hem ana haber, hem tartışma programı hem de haftanın her günü köşe yazısı... Nasıl yetişeceksiniz hepsine?

Disiplinli ilerlersem başarabilecekmişim gibi geliyor. Özel hayatımda pek olmasam da iş konusunda disiplinliyim.

Bu karışık gündemde, bu kadar siyasi haberle uğraşırken rahatlamak için yoga, pilates gibi yöntemler deniyor musunuz?

-Delikanlıyı bozacak şeylerle uğraşmıyoruz. Film ve dizi izliyorum.

Bu kadar işten özel hayata vakit kalıyor mu?

- Çok kalmıyor...

Şimdi hayatınızda biri var mı?

Devlet Bahçeli gibi cevap vereyim: O konuyu geç!

Polemik yaratmayı değil açık konuşmayı severim

Buraya gelmeden önce birçok kişiyle konuştum; herkes siyasi duruşunuz hakkındaki kafa karışıklığından söz ediyor. Nedir siyasi görüşünüz?

Siyasi kavramlar, bir insanı tek başına anlatmaya her zaman yetmez. Liberalim dersin ama nasıl bir liberalsin? Mehmet Barlas gibi bir liberal misin mesela?

Soruya cevap vermediniz...

Demokrat, vicdanlı, özgürlükçü ve liberal bir insan olmaya çalışıyorum. Bu tip tanımlarla insanın kendini ifade etmesi zor. Gazeteciliğe başlayalı 20 yıl oldu. İlk yıllarımda o zamanın egemenleri, benim çalıştığım yayın organının karşısındaydı. Sonra benim savunduklarım iktidara geldi, ben yine mevcut iktidarın nimetlerinden yararlanan bir gazeteci olmadım. Tam karşılarında kendimi konumlandırmamış olsam da, -istesem tam yanlarında konumlandırabilecekken- yapmadım. Gazetecilik yaptığım süre içerisinde dört cumhurbaşkanı gördüm. Ama hiçbir zaman Çankaya Köşkü’ne davet edilmedim. Dolayısıyla ben her dönemin adamı değilim. Her dönemin en kötü adamıyım!

Size ‘polemiklerin prensi’ deniyor... Dikkat çekmeyi seviyor musunuz?

- Ben polemik seven biri değilim. Sadece açık konuşmayı severim. Bu işler yapaylıkla olmaz.

Yükselen kariyeriniz sırasında ego patlamaları yaşadığınız zamanlar oldu mu?

- Olmadı hiç.

“Hiç egom yok” demek başlı başına bir ego belirtisi değil mi?

- Birçok açıdan çok eksiğim var ama bu noktada kendimi mükemmel olmasam da iyi görüyorum.

Referandumdan geçse bile bu değişikliğin kalıcı olmayacağına inanıyorum

Sizce nereye gidiyoruz?

Büyük bir dönüm noktasına... Yeni sistem değişiminin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği anlamında derin kuşkularım var. Referandumdan geçse bile bu değişikliğin kalıcı olmayacağına inanıyorum.

Elde ettikleri güçten neden feragat etsinler?

Çünkü yürümez. Kuvvetler ayrılığının olmadığı, Meclis’i yok sayan bir sistem olmaz. Bugünün dünyasında mümkün şey değil.

Peki bu sistem geleceğimizi nasıl etkiler?

Zaten mevcut durumda da boşluklar nedeniyle sistem, getirilmek istenen sistem gibi işletiliyor. Kâğıt üzerinde öyle olmasa bile... Dolayısıyla artık kâğıt üzerinde de öyle olacak. Ama birçok probleme de yol açacak. Erdoğan’ı biliyoruz; nereye kadar gidebileceğini, ne kadar esneyebileceğini, geri çekilebileceğini, yöntemini, nelerden vazgeçebileceğini, tarzını... Esas problem ondan sonra başlayacak. Bilmediğimiz biri gelecek! Ve onun bu sistemle ne yapacağını kestiremeyeceğiz. O noktada büyük problemler çıkacak ama o noktaya bile gelinmeden çeşitli komplikasyonlar görüleceğini ve nerede hata yaptık diye düzenlemeler yapılacağını düşünüyorum.

Atatürk’ün değerinin anlaşılmasını sağlayacak gelişmeler yaşanıyor

Atatürk’le ilgili yazdığınız yazı çok tartışıldı. “Senin ülkeye getirdiğin laiklik ilkesine epey laf saydırmışlığım vardır. Bugün geldiğimiz şu noktada ‘İyi ki laiklik ilkesini hayata geçirmişsin’ diyorum, başka da bir şey demiyorum” dediniz. Bunları söylemeyi neden şimdi tercih ettiniz?

İçinde yetiştiğim aile ortamı ve kültürel atmosferde hep Atatürk ve cumhuriyetle ilgili birtakım küçük kuşkular ve mesafe duygusu vardı. Bunun nedenlerini anlayabiliyorum ama burada detaylara girmeyelim. Diyorum ki; bugün 15 Temmuz, Ortadoğu’daki gelişmeler... Bütün bunlara baktığımız zaman Atatürk’le ilgili bu eleştirel bakışımı yeniden gözden geçirmek durumundayım. Çünkü 15 Temmuz’da din kisvesi altındaki bir cemaatin bu kadar hunhar bir darbe girişiminde bulunması, bu kadar insanı katletmesi, Ortadoğu’da her türlü mezhebin birbirinin gözünü oyması, bunlar Atatürk’ün eskiden eleştirdiğimiz yönlerini unutturuyor, çok da güzel bir iş yapmış duygusu uyandırıyor.

Fenerbahçe’nin maçlarında İzmir Marşı söyleniyor. Bir yanda da Atatürk heykelleri kaldırılıyor... Yeni anlayışınızla birlikte bu gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?

Eskiden Türkiye’de Atatürk ve Atatürkçülük üzerinden toplumun bir kesimine baskı yapılırdı. İnsanların hayat tarzlarına müdahale edildi, “Niye karışıyorsun” diyenlere “Bu Atatürk Türkiye’sine yakışmıyor” denirdi.

Peki şimdi...

Şimdi yeni yaranma duyguları ve yeni başka değerler üzerinden insanların hayatlarına karışılıyor. Atatürk gitti, yerine başka istismar alanları geldi. Şimdi Atatürk’ün savunulması, maçlarda Atatürk sloganlarının atılması, marşlarının dinlenmesi beni hiç rahatsız etmiyor. Çünkü Atatürk demenin imtiyaz sağladığı dönem bitti. Hatta Atatürk demek çok da makbul bir durum değil devlet katlarında. Dolayısıyla şimdi Atatürk diyenler bütün samimiyetleriyle söylüyor. Ayrıca Atatürk’ün değerinin anlaşılmasını sağlayacak gelişmeler yaşanıyor. Heykel kaldırma gibi şeyler de ilkel davranışlar. Bunun bir gereğinin ve anlamının olmadığını düşünüyorum.

İslamcı kesimden bu aydınlanmayı yaşayan çok kişi var mı?

Benim kadar net bir şekilde ifade etmeseler de orada da benzer bir yaklaşımı gözlemliyorum. Bağımsız düşünme yeteneklerini ve şartlarını kaybetmemiş olup da cumhuriyet projesine yönelik ağır eleştiriler yapanlarda bir yumuşama gözlemliyorum.

Eski Türkiye’ de aslında çok matah değildi

‘Eski Türkiye’yi özlüyor musunuz?

Özlemiyorum. Çünkü eski Türkiye de aslında çok matah bir Türkiye değildi. Hiçbir sorumluluğu olmayan, ellerinde sadece silah gücü bulunduran bürokratlar bizim seçimle işbaşına getirdiğimiz iktidarları perde arkasından yönlendirirdi. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Eski Türkiye’de de iktidarları gazetelerin falan sert biçimde eleştirmesi söz konusu olmazdı. Asker eleştirilemezdi. Genelkurmay Başkanını eleştirmek mümkün değildi. Tayyip Erdoğan’ı eleştirmekten daha zordu.

Peki vatandaş açısından bakınca... Röportaj yaptığım pek çok kadın oyuncu artık sokakta istediği gibi giyinemediğini söylüyor. Şort giydiği için otobüste bir kadın tekmeleniyor, alkol ekranda buzlanıyor, öpüşme sahnesi bile sakıncalı görülüyor...

İsmet Özel bir şiirinde der ki; “İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır”. Eski Türkiye’de olup bitenlerden şikâayetçi olan insanlar vardı. Kendilerini mutlu mesut hissedenler onların şikâyetlerini değersiz ve abartılı bulurlardı. Bugün de anlattığınız gibi bazı sanatçılar olup bitenlerden rahatsız oluyor, kendi hayat tarzlarına müdahale edildiğini düşünüyor. Fakat iktidarı oluşturan kitleler onların bu şikâyetlerini abartılı ve yersiz buluyor. Hatta duymazdan geliyor. O zamanlar başörtüsü dendiğinde, “Abartmayın efendim, üç-beş kız öğrenci” deniliyordu. Şimdi de “Bir hemşireye tekme atılmış” deniyor. Kısaca eski ve yeni Türkiye arasında çok fark yok. Sadece eski Türkiye’nin ezen aktörleriyle ezilen aktörleri yer değiştirdi.

Peki ezildiğini söylediğiniz kesim, yaşadıklarından şikâyet ederek geldiği noktada neden daha duyarlı davranmıyor?

En acı tarafı bu. Sana yapılanların benzerini başkalarına yapmak feci bir şey!

Bu durumda umutlu ve mutlu olmak için ne yapmalı?

Yakınmaktan vazgeçip herkesin elini taşın altına koyması lazım. Siyasi yapılardan memnuniyet duyulmuyorsa yeni bir siyasi yapının ortaya çıkması lazım.

Siz siyasete atılır mısınız?

Bu benim işim değil. Ben kendimi öyle konumlandırmadım.

Melih Gökçek Twitter’a girdi ve her şeyi mahvetti

Twitter’ı etkin bir şekilde kullanıyordunuz. Ama son dönemde sosyal medyayla aranıza mesafe girdi. Neden?

Twitter çok bozuldu. “Allah bir” desen itirazlar geliyor. Eğlencesini kaybetti. İnsanların politik olarak lobi yaptıkları, kimsenin kimseyi dinlemeyip reaksiyon gösterdiği bir kampanya alanı haline geldi. Oysa eskiden neşeliydi. Bir de Melih Gökçek girdi ve her şeyi mahvetti. Twitter’ın oluşturucularından bile daha fazla kullanıyor bu alanı.

Instagram...

- Orası daha iyi. Ama Melih Gökçek duymasın! Henüz oralara ulaşamadı.

Böyle diyorsunuz ama Gökçek’e sık sık cevap vermeden de duramıyorsunuz...

- Bir tek ona cevap veriyorum zaten. Eğlenceli geliyor bana...

Orhan Pamuk söz söylemesi gerektiği zamanlarda konuşmaktan kaçındı, kaçındı, kaçındı...

En büyük takıntınız neye ya da kime?

- Takıntılı biri değilim.

Peki son dönemde yazılarınızda sıkça bahsettiğiniz Orhan Pamuk...

- Evet, ona takıntılıyım...

Nedir onunla derdiniz?

- Orhan Pamuk aslında bugün içinde bulunduğumuz sorunlara hâkim; bu sorunları anlayan, bunlarla ilgili söyleyecek sözü olan bir isimdi. Fakat söz söylemesi gerektiği zamanlarda konuşmaktan kaçındı, kaçındı, kaçındı...

Bilerek mi?

- Evet, bilerek, isteyerek, taammüden... Artık herkesin avaz avaz bağırdığı bir günde, o da çıkıp kısık sesle bir şeyler söylüyor. İşte buna sinir oluyorum. O herkesin sustuğu dönemde konuşmalıydı. Çünkü bilmiyor değildi, biliyordu... Anlamıyor değildi, anlıyordu...

Acaba siz, iki erkek aydın arasında bir rekabet mi var?

- Estağfurullah, Orhan Pamuk çok büyük bir romancı, edebiyatçı... Alanlarımız farklı. Başarısı tartışılmaz. Bu söylediklerim de onun başarısını reddetmek
anlamına gelmiyor.

Yaşadığınız darp olayından sonra korkup hükümete yakın bir tutum takınmakla suçlandınız...

- Bunu daha net anlatmak için zaman çizelgesi yapmak lazım ama çok üşeniyorum. Mesela 7 Haziran’dan önce “HDP’yi önemsiyorum” dedim. Yüksek oy alsınlar, PKK’dan kendilerini ayırsınlar diye düşünüyordum. 7 Haziran’dan sonra PKK durup dururken terör eylemlerine başladı. Biz de HDP’ye “Bunlara bir şey deyin” dedik. HDP’li troller yumuşamakla suçladı. Ne yapsaydım yani? Ne güzel öldürüyorsunuz mu deseydim?

Saldırı sonrası hayatınızda neler değişti peki gerçekten?

- Bir saldırıya uğramak başka bir saldırıya uğramayacağınız anlamına gelmiyor. Bundan kaçış yok. Ben de güvenlik önlemlerimi biraz daha artırdım. Arabam biraz daha güvenli hale geldi...

*Söyleşinin tamamını okumak için tıklayınız...