AHMET ALTAN,PARA BULDUĞUNDA TARAF ÇALIŞANLARINA SADAKA MI VERMİŞ OLACAK?
Ahmet Altan, hangi sözleriyle Taraf'ın değerlerini yerle bir etti?..
Ahmet Altan'ın gidenleri, kalanları
İnsan yaşarken bir tarihin yazıldığını göremiyor. Kolay değildir 'bir gün'ün bile, bir tarihin en önemli sayfalarından birisi olduğunu fark etmek.
Ahmet Altan, yaşadığımız günlerin bir 'tarih' olduğunu, bu topraklarda uzun bir süredir olup bitenlerin 'bir başka hayat'ın imkânlarına bizi götürebileceğini gösteren biri değil sadece. Daha fazlası var onda. Ona bakarak, onu okuyarak sahip olduğumuz umut ve iyimserlik bile, başlı başına bu tarihin başka türlü yazılabileceğine bizi inandırabiliyor.
Herkesin başarabileceği bir şey değil, bu. Ahmet Altan, yazılarından fışkıran duygularına ve samimiyetine bizim sevgimizden, birilerinin çok daha büyük bir nefretinin muhatabı olmuş durumda.
Ne olursa olsun, yazılarının yarattığı etki buna yeter de artar: 2000'li yılların ilk 10 yılına çok sonra bakanlar, orda Ahmet Altan'ı görecekler. Ama bunu, dostlarından çok ona husumet üretenler anlamış durumda. Bunun için çok acımasızlar, bu nedenle belden aşağı vurmakta bu kadar küstahlaşabiliyorlar.
Peki, bütün bunlar Ahmet Altan'a bu denli hoyrat ve değer bilmezce davranma hakkını verebilir mi?
Vermemeli ama vermiş işte!
Ankara Büro'ya hitaben yazdığı mektup, yazmayı düşmanıma bile nasip etmeyeceğim şeylerle dolu.
"Gördüğüm kadarıyla iş kanunlarını gazetecilikten daha iyi biliyorsunuz" diye başlıyor mektup.
Bu sözlerdeki vurgu, iş kanunlarını iyi bilmekten çok, 'gazeteciliği bilmiyorsunuz'a. Ayrıca Taraf gazetesinin Ankara bürosu çalışanları, gerçekten de gazeteciliği iyi bilmiyor olabilirler. İyi ama neden bu ses, haklarını bilen ve bunu hatırlatan bir işçiye, 'sen önce işini yap' diyen bir patronun sesi?
Temsilcinin görevden alınmasına Ankara çalışanları bir tepki gösteriyorlar: 'Haber üretmeye devam edeceğiz ama gündem vermeyeceğiz.' Belki de, 'haber de yapmıyoruz' demişlerdir. Bu tepkiyi doğru bulmayabilirsiniz. Bu tepkiyi kanun dışı bulur, kanundan kaynaklanan haklarınızı bir işveren gibi kullanabilirsiniz. Hatta gazeteciliğin yazılı olmayan kuralları üstünden, bir ağbi edasıyla telkin ve tavsiyelerde bulunabilirsiniz. Dahası, 'iyilikten maraz doğarmış' düsturunun arkasına geçip, sahici bir işveren mağduriyeti bile üretebilirsiniz.
Ama basın işçisine haysiyet dersi verme cüreti başka bir şeydir, o yazılarda bulduğum cesaret çok başka. İkincisi, düşüncenizin sınır tanımazlığını gösterir. Ben bu kadar cesur değilim mesela. Birincisi otoritenizle ilgilidir. Bildiğim bütün iktidarlar, haysiyet üstünden bizi teslim almak ister. Bizi haysiyetsizlik çukuruyla tehdit ederler.
Ahmet Altan, "Artık haber yazmayacağınızı bildirmişsiniz, ama istifa etmemişsiniz. Çok haysiyetli bir davranış gibi gördüğümü söyleyemem ama elbette herkesin ölçüleri farklıdır" demiş. "Sanırım parası olmayan bir gazeteden biraz tazminat almak için yapıyorsunuz bunu" diye de eklemiş.
Anlayamadım. Haber yazmayacağını bildiren gazeteciyi, istifa etmediği için kendi haysiyet ölçüsüyle tartmaya ne hakkı var? Bir dervişlik ölçüsü olması gereken haysiyet, neden üstünde bir hırka gibi durmuyor da, kalkıp bir kement gibi gazetecinin boğazını sıkıyor?
Belli ki, çok anlamlı bulduğu bir mücadelede arkasından hançerlendiğini düşünüyor. Bir kavganın değerli olmasıyla kutsal olması arasındaki farkı Ahmet Altan'a anlatmaktan biraz sıkılırım.
Ama Ahmet Altan, Taraf gazetesi ve bizzat kendisinin verdiği ve benim çok değerli bulduğum mücadeleyi, çok 'kutsal' buluyor. Bu kutsallık halesi içinde kendisine yanlış gelen bir şey, bir aşağılama vesilesi olabiliyor.
"Umarım her yandan aşağılıkça ve kalleşçe kuşatılmış; beş parasız bırakılmış bir gazeteden tazminat koparmak için verdiğiniz bu 'şanlı mücadeleyi' çocuklarınıza övünerek anlatabilirsiniz."
Suçluluk duygusu yaratarak hizaya getirmeye çalışan bir dil bu. Mücadelesine kutsallık atfeden her siyasi örgüt şefinin bildik lafları bunlar. Ahmet Altan, bu sözleriyle, Taraf gazetesinin siyasi etkileri üzerinden yarattığı değeri de törpülüyor. İktidarın zehirleyici dilini kullanarak, diyelim ki tazminat hesabı yapan gazetecileri hedef haline getiriyor. Peki, biz 'kötü' işçilerin 'kötü' kanunlarla bile kazandıkları hakları alması gerektiğini bu topluma nasıl anlatacağız? Ahmet Altan, para bulduğunda bu işçilere sadaka mı vermiş olacak?
'Şimdi evinize gidin' diye azarladıklarını aşağılayarak, 'evde kalanlar'ı ödüllendirmek de cabası: "Burada binbir meşakkatle boğuşan meslektaşlarınızla aynı yerde bulunmanız, çalışan arkadaşlarınıza karşı haksızlık olacak çünkü."
Gidenlerden kalan iyi şeyleri anmak bu kadar mı zor? Kalanlar ne düşünüyor acaba?
Belki de bizim bilmediğimiz başka şeyler var.
Ama hangi bilmediklerimiz, bu dışlayıcı, bu hoyrat, bu değer bilmez dili mazur gösterebilir?
Üstelik sahibine bunu bu kadar yakıştıramıyorken...
Erkan Goloğlu/Radikal