31 Tem 2012 09:01 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:58

AHMET ALTAN'DAN ŞOK ANALİZ; ''GÜL, İŞKENCE YANLISI ERDOĞAN'DAN İYİDİR''

Genel seçimlerde yüzde elli oy almış bir başbakan neden İdris Naim Şahin gibi bir politikacıyı “İçişleri Bakanı” yapar?

İşkence ve Gül

Şu son bir yılda yaşadığımız ürkütücü tuhaflıkların nedenini anlayabilmek için, daha önce de sormaya çalıştığım bir soruyu sormamız gerektiğine inanıyorum.

Genel seçimlerde yüzde elli oy almış bir başbakan neden İdris Naim Şahin gibi bir politikacıyı “İçişleri Bakanı” yapar?

Bilgisinden, birikiminden, yaratıcılığından, toplumdaki güven verici imajından, demokrasi ve hukuk yandaşı olmasından yararlanarak ülkeye barış ve özgürlüğü getirmek için mi?

Yoksa “muhafazakâr milliyetçi” bir fanatizmin etrafında taraftarlarını toplayıp, “öbürlerine” ülkeyi dar etmek, Alevi-Sünni, Kürt-Türk gerginliğini derinleştirip memleketi kesin bir kutuplaşmanın batağına sokmak için mi?

Başbakan Erdoğan, Şahin’i İçişleri Bakanı yaptığında onun kim olduğunu, kapasitesini, ideolojik duvarlarını biliyordu, bilerek seçti onu.

Şimdi artık biz de Şahin’i tanıyoruz.

O zaman bu sorunun cevabı ne?

İdris Naim Şahin’i İçişleri Bakanı yapan bir iktidarın, “işkencecilikten” mahkûm olmuş, kendi aleyhinde tanıklık edecek birini mahkemeden iki gün önce ekibiyle “alarak” işkencede “boynu kırılarak öldürülmüş” olarak morga teslim etmiş bir polisi “terfi” ettirmesi ve bu polise, dolayısıyla da işkenceciliğe sahip çıkması şaşırtıcı mı?

Sadece Şahin’in varlığı, kimliği ve makamı bile ne tür bir iktidarla karşı karşıya olduğumuzu bize anlatmıyor mu?

Bugün Malatya’da “Alevi-Sünni” çatışmalarının ürpertici “işaretlerini” yaşamamız, bilinçli bir tercihle hazırlanmış politikaların sonucu olarak ortaya çıkmıyor mu?

“Suriye’de Kürt oluşumuna müdahale ederiz” diyebilen bir çılgınlığın ülkedeki Kürt-Türk gerginliğini yaygınlaştıran politikalarının kökünde Şahin’i bakan yapan anlayış yok mu?

Bugün yaşadıklarımız, yüzde elli oyla gelen bir “ikbal” delirmesinin gözü kararmış kutuplaşmalarının sonucu.

Kürtleri savaşla da tehdit eder, Alevilerin haklarını da yok sayar, işkenceciyi terfi de ettirir, poşu takanı, pankart açanı hapse de atar, “diktatörler” topluluğu olan Şanghay Beşlisi’nin üyeliğine 28 Şubat’ın generalleri gibi adaylığını koyan “latifeler” de yapar, toplumun içindeki gerginliği derinleştirdikçe de derinleştirir.

Bütün bunlar AKP iktidarının son dönemdeki bilinçli tercihleri.

Bütün toplumu ateşe atacak kadar pervasız, taraftarlarını utandıracak kadar vicdandan yoksun.

Muhafazakârlar bugün “iktidarda” olmaktan ne kadar memnunsa, bir “vicdansızlığın” savunucusu durumuna düşmekten de o kadar rahatsız.

İşkenceciyi terfi ettirmeyi nasıl savunacaklar?

Uludere’yi nasıl savunacaklar?

Şike yasasını nasıl savunacaklar?

Son dönemlerde AKP iktidarının her yaptığı, muhafazakârların başını öne eğmesine neden oluyor, savunamıyorlar, mazlum olmaktan zalim olmaya geçişi içlerine sindiremiyorlar.

İktidar olmak istiyorlar ama saygıdeğer de olmak istiyorlar, iktidar olmak istiyorlar ama huzurlu da olmak istiyorlar, iktidar olmak istiyorlar ama güvencede olmak da istiyorlar, iktidar olmak istiyorlar ama başı dik de dolaşmak istiyorlar.

Başbakan Erdoğan son bir yılda ülkeyi de, AKP tabanını da fazlasıyla yordu.

Kendinden başka hiçbir şeye önem vermemesi, işkence gibi çok hassas konularda bile vicdanları çiğneyebileceğine inanması, sözlerinin “kesin emirler” olduğunu sanması herkesi bunalttı.

Tam da böyle bir zamanda, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün basın danışmanı Ahmet Sever Vatan gazetesinde Ruşen Çakır’la yaptığı gerçekten çarpıcı söyleşide, “Gül’ün cumhurbaşkanlığına yeniden aday olabileceğini” söyledi.

AKP’nin yönetimindeki bazı isimlerin “Gül’ün önünü kesmek” için yaptığı açıklamaları eleştirdi, Gül’ün adaylığını önlemek için çıkarılan yasayı kınadı.

Cumhurbaşkanı Gül, çok dikkatli ve “zamanlama” konusunda ustalaşmış bir politikacı bugüne kadar görebildiğimiz kadarıyla, şimdi bu çıkışı yapması sanırım Erdoğan’ın bütün toplumda ve özellikle AKP tabanında yarattığı “bunalma” duygusunu saptamasından.

Yapılanlardan çok rahatsız olan ama “Erdoğan’dan başka kimi destekleyeceğiz” diye çaresiz kalan tabana “ben buradayım” diyerek “çaresiz” olmadıklarını söylüyor.

Erdoğan’ın ve çevresinin çok sevdiği “rakipsizlik” imajını önemli biçimde kırıyor ve siyasi tabloya kuvvetli bir “alternatif” olarak adını yazıyor.

Bunu, tabanın görüşünü araştırmadan, duygularını ve düşüncelerini dinlemeden yaptığını sanmam, tabandan “gerekli” işaret gelmiş olmalı.

Sadece “şiddet” dilini kullanan Erdoğan’ın ve ekibinin yarattığı hoşnutsuzluğa partinin kurucularından birinden gelen güçlü bir cevap olarak okudum ben o açıklamaları.

Cumhurbaşkanı Gül, sadece Çankaya’ya değil, “işkenceci ve şiddet yanlısı” bir politikanın “panzehiri” olmaya da adaylığını koymaya hazırlanıyormuş gibi geldi bana.

Ahmet ALTAN / TARAF