28 Eki 2015 10:57 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:08

Ahmet Altan'dan olay yazı! Bu sizin felaketiniz olacak, Susacak mısın?

Gazeteci-yazar Ahmet Altan, Koza-İpek Grubu'na kayyum atanması ve sonraki süreçte yaşananları konu alan yazısında önemli noktalara dikkat çekti.

Babası Çetin Altan'ın 22 Ekim'de hayatını kaybetmesinin ardından ilk köşe yazısını kaleme alan Haberdar.com yazarı Ahmet Altan, Dilek Doğan'ın Sarıyer'de polis kurşunuyla vurulmasının ardından hayatını kaybettiği, başına kayyum atanan Koza-İpek Holding binası önündeki insanlara yönelik polis müdahalesini ve öldürülen Kürt gençlerini hatırlattığı yazısında, "Susacak mısın?" diye sordu.

"Siz o Kürt kadınlarını, o başörtülü kızları, o öfkesini sakınmayan şehirli kadınları birleştirdiniz zorbalıklarınız karşısında" diyen Ahmet Altan, yaşananlar karşısında toplumun farklı kesimlerinden insanların mücadele ettiğini belirterek, "Bu, sizin felaketiniz olacak. Sizin zehriniz, bu ülkeye panzehir oluyor. Siz öldürdükçe biz iyileşiyoruz. Sizi hak ettiğiniz yere göndereceğiz. O sanık sandalyelerinde yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz" dedi.

Ahmet Altan'ın Haberdar'da "Susacak mısın?" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

İnsan kendi acısının derinliklerine, ışıksız kuytuluklarına, yaralı bir hayvan gibi kendi keder denizinin en diplerine çekilip saklansa da Türkiye’nin mızrağı gelip gene de böğrüne saplanıyor.

Sen kendi acınla susmaya çalışırken, Türkiye kendi acısıyla seni çığlıklar atmaya zorluyor.

Polisler kurt sürüleri gibi bir eve baskın yapıp masum bir genç kızı vurup öldürüyorlar.

Genç kızın tabutunu görüyorsun…

Tabutuna atılan çiçekleri…

Babasını…

Susacak mısın?

Sussan, nasıl susacaksın?

Susanlar var, yazar kılığında, bir hırsız çetesinin erketeliğine soyunmuş, maaş diye soygundan pay alan reziller var, kendilerini para karşılığında kullandıra kullandıra aşınmamış yeri kalmayan kullanışlı sefiller var, alçakça bir zorbalığı dilleri dışarda zevkle seyredip iktidardan cinayetleri alkışlama karşılığında kanlı bir bahşiş bekleyen, omurgaları maaş çekleriyle kırılmış yağlı sürüngenler var.

Onlar susar.

Sen nasıl susacaksın?

Utanmadan “biz gidersek beyaz Toros’lar gelir” deyip, “siyah Ranger’larına” Kürt sokaklarının kuşatılmış gecelerinde baskınlar düzenletip, çocukları vurduranların öldürttüğü gençler ağıtlarla toprağa bırakılırken ne yapacaksın?

Nasıl susacaksın?

Kimin acısı, kiminkinden kıymetli?

Başkaları acı çekerken nasıl saklanacaksın kendi acının derinliklerine?

Ağlayan Kürt analarını görüyorsun, yüzlerine bir dövme gibi kazınmış o kara kederi görüyorsun, sevdiklerinin arkasından sessizce ağlayan genç Kürt kadınlarının billurdan tomurcuklar gibi damlayan göz yaşlarını görüyorsun…

Susacak mısın?

Susmanın, alçaklarla aynı safta buluşmak anlamına geldiği bu zor günlerde, o acıları görmezden mi geleceksin?

Ankara’da bombalarla parçalananların, hastane bahçelerinde haber bekleyen yakınlarına yapılan zulümler var, onların o yağmurlu taş avlularda bir umutlu haber için bekleyişlerine bile tahammül edemeyen korkunç bir zorbalık var.

O insanlar orada beklemiyormuş, çile çekmiyormuş gibi onlara aldırmayan, onlar yokmuş gibi davranan, onlara yapılanlara ses çıkarmayan bir gazetecilik var.

Hastane bahçesinde haber beklemenin ne olduğunu biliyorum.

Doktorların gözünde bir ışık pırıltısı görmek için bakmanın, o sessiz yakarışın ne olduğunu biliyorum.

Bir de bunlara açlığı, soğuğu, aldırmazlığı, aşağılamayı ekliyorlar.

Evladından bir haber alabilmek için bekleşen yaşlı başlı insanları horluyorlar, iteleyip kakalıyorlar, bir bardak suyu bile onlara fazla görüyorlar, dağılıp gitsinler istiyorlar.

Susacak mısın?

Onların acılarını bile sömürerek, gerçekleri çarpıtarak, iki oy daha fazla almaya çalışan, tüyleri kandan parlayan akbabaların arasına mı katılacaksın?

Nasıl sessiz kalacaksın?

Seçimlere beş gün kala, özgürce ses çıkarılabilen birkaç televizyonu susturabilmek için baskınlar düzenliyorlar, yönetimlerine el koyuyorlar, kendi adamlarını “kayyum” diye atıyorlar.

“Hesapları o kadar mükemmel ki mutlaka suçludur” diyen bir bilirkişi raporuna dayanarak televizyonları susturabilmek için mahkeme kararları çıkartıyorlar.

Yargıyı bile gayrımeşru duruma düşürüyorlar.

Polislerle televizyon binalarına giriyorlar.

O televizyon binalarının önünde birikmiş başörtülü genç kızları görüyorum, gelen polislere “hırsızlar dışarı” diye bağıran, çevrelerine dizilmiş tomalardan, makineli tüfekli, kaskları demirden polislerden korkmayan genç kızları.

“Silahımız yok, Allahımız var” diye bağıran başörtülü yaşlı kadınları görüyorum.

İnsanların üstüne saldıran polisleri görüyorum.

O gül yüzlü kızlar bağırırken, başörtülerini rüzgarda dalgalandırarak polislerin üstüne yürüyen o yaşlı kadınlar direnirken susacak mısın?

O kızları “darbeci” ilan eden, sarayların karanlık dehlizlerinde beslenmiş, tek amacı biraz daha iktidarda kalıp biraz daha para yolmak olan o kemikleri kıkırdaklaşmış çamur rengi sürüngenlerin arasına mı katılacaksın?

Baskın yiyen televizyon binasında CHP’lileri, MHP’lileri, HDP’lileri görüyorum, haksızlığa uğrayanların yanına koşan, her fikirden cesur gazetecileri, yazarları görüyorum, rezilce bir zorbalığa karşı her türlü görüş ayrılığını bir yana bırakarak birlikte mücadele eden aydınlık insanları görüyorum.

“Zorbalığa geçit yok” diye elele veren, bu ülke için benzersiz bir ümit yaratan o insanları görüyorum.

Onlar her türlü tehdite, baskıya, zorbalığa, alçaklığa karşı cesurca karşı koyarken susacak mısın?

Nasıl susacaksın?

Kendi hırsızlıklarına şimdi katilliği, eşkiyalığı, zorbalığı da ekleyen bir iktidarın, bu toplumu kan dolu bir çukura itmeye çabalamasına, biraz daha fazla para çalabilmek için daha fazla insanın ölümünün önünü açmasına, kural, kanun, ölçü, değer tanımayan bir despotlukla bu ülkeyi paramparça etmek için delice kıvranmasına karşı nasıl sessiz duracaksın?

Memleketi iliklerine kadar soyuyorlar.

İnsanları insafsızca öldürüyorlar.

Adaleti yok ediyorlar.

Devleti bir daha yeniden bir araya getirilmesi zor bir şekilde parçalarına ayırıyorlar.

Ağlayan kadınları, direnen kadınları, cesur ve acılı kadınları görüyorum.

Ölen çocukları görüyorum.

Bütün bunlar gözünün önündeyken nasıl susacaksın?

Nasıl kendi kederinin en diplerine saklanabileceksin?

Her yanından zıpkınlanmış, vurulmuş, kanı akıtılmış bir toplumun içinde nasıl sessiz kalacaksın?

“Gelin” diye bağırmak istiyor insan, “makineli tüfeklerinizle, siyah Ranger’larınızla, tomalarınızla, polislerinizle, kanunlara uymayan yargıçlarınızla gelin.”

Biz buradayız, her gün biraz daha birleşiyor, her gün biraz daha güçleniyoruz.

Sonuna kadar direneceğiz.

Siz o Kürt kadınlarını, o başörtülü kızları, o öfkesini sakınmayan şehirli kadınları birleştirdiniz zorbalıklarınız karşısında.

Bu, sizin felaketiniz olacak.

Sizin zehriniz, bu ülkeye panzehir oluyor.

Siz öldürdükçe biz iyileşiyoruz.

Sizi hak ettiğiniz yere göndereceğiz.

O sanık sandalyelerinde yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz.

O zaman, kendi kederlerimizin derinlerine çekileceğiz, o zaman bir hayvan gibi kendi ıssızlığımızda yaralarımızı yalayarak iyi etmeye, acılarımızı dindirmeye uğraşacağız.

Ama o zamana kadar susmayacağız.

O güne dek bizim sessizliğimizi duymayacaksınız.