AHMET ALTAN'DAN BÜLENT ARINÇ'A ANLAMLI TEŞEKKÜR!
Taraf gazetesi yazarı Ahmet Altan Londra Olimpiyatlarında altın ve gümüş madalya kazanan Aslı ve Gamze'nin başarısını anlattı.
Kızlarımız ve Arınç
Yarışın bitişiyle birlikte bütün Türkiye ayağa fırlarken ben de
koltuğun kenarına sevinçle yumruğu indirdim, Aslı ile Gamze kazandı
diye çok sevindim.
Seçmelerden sonra müthiş bir doğallıkla "Bugün kendimi niye bu
kadar rahat hissediyorum bilmiyorum, herhâlde sizin
dualarınızdandır" diyen bir kız çocuğunu sevmemek mümkün mü?
Bilmiyorum, bir olimpiyat finalinde son on metreyi "Aslı Abla, Aslı
Abla" diye bağırarak, "ablasının" birinciliğine neredeyse kendi
ikinciliğinden daha çok sevinerek koşan bir başka atlet olmuş
mudur.
Tavırlarıyla da "abla" olan Aslı’nın büyük bir başarıdan sonraki
sükûnetini, Başbakan Erdoğan’la konuşurkenki saygılı, kendisine
tanınan olanaklar için minnettar, mütevazı ve vakur tavrını,
Gamze’nin Başbakan’a bir lunaparkı anlatır gibi neşeyle "burası çok
güzel" deyişini izlerken insanın içi kamaşıyordu.
O anda bütün Türkiye’nin üzerinden bir ağırlık kalkmış duygusuna
kapıldım, bir lahzalığına da olsa hava hafiflemişti sanki, ortak
bir duygusal coşkuyu yaşamayı özlediğimizi düşündüm.
Herkesin birbirine sokulduğu, herkesin bir diğerinin sevinciyle
ısındığı, bütün farklılıkları, kavgaları unuttuğu, çocuklarının
başarısına beraberce sevindiği zamanlar lazım bir topluma.
Böyle anlardaki büyük duygusal kabarmaların ve kaynaşmaların
yarattığı enerjiden daha güçlüsü yok, böyle bir ortak enerji
rengârenk bir sihirbaz kutusu gibi içindeki umudu, güveni, sevinci,
huzuru saçıveriyor topluma.
Bir toplumun başarısı böyle anları çoğaltmasıyla orantılı
herhâlde.
Kendin olmaktan vazgeçmeden büyük bir kalabalığın parçası hâline
gelmekteki o lekesiz ve endişesiz sevinç kadar bir toplumu mutlu
edebilen bir duygu var mıdır?
Ben siyasetteki başarının da bu duygunun oluşmasına yardım edecek
bir ortamı yaratabilmek olduğunu düşünüyorum.
Bu, sadece zaferle, galibiyetle, hamasi nutuklarla olacak bir iş
değil.
Belki de yanılıyorum ama bunun sırrının, toplumda "bu, çocuklarımız
için iyi olacak" duygusunu yaygınlaştırmak olduğunu sanıyorum,
yapılanların bir ırkın, bir dinin, bir mezhebin, bir sınıfın değil,
herkesin çocukları için iyi olacağını düşündürebilmek bu
"ortaklığı" şekillendiriyor.
Peki, birbirinden farklı bunca kesimin tümünde "bu, çocuklarımız
için iyi olacak" duygusu nasıl yaratılabilir?
Öncelikle, kimsenin "senin çocuğun için iyi olan budur" dememesiyle
mümkün herhâlde bu.
Bir çocuğun "nasıl olması" gerektiğini söylemeden, herkesin
çocuğunu istediği yolda, en iyi biçimde yetiştirmesinin önünü
açtığınızda, bütün farklılıkları korurken, büyük "ortaklığı" da
yakalarsınız.
O zaman bütün çocuklar "bizim çocuklarımız" olur.
Onları birbirinden ayırmaz, hepsi için aynı şekilde üzülür, hepsi
için aynı şekilde seviniriz.
O çok istediğimiz "birlik ve beraberlik" çocuklarımızın ellerindeki
meşalelerde kıvılcımlanıverir.
Siyasetçinin, başarının "bölmekte" değil birleştirmekte yattığını
keşfetmesi gerekiyor önce, kendi politik çıkarını bir "ortaklıktan"
elde edeceği bir siyaseti inşa etmesi gerekiyor, hiç ayırım
yapmadan "çocuklarımız" diyebilmesi gerekiyor, bütün "çocukları
eşit görmesi" gerekiyor.
Hayata böyle bakan bir siyasetçi olduğunda, Uludere faciasından
sonra yaşananlar çok değişik olurdu.
Böyle bakan bir siyasetçi olduğunda, bir "işkenceci" polis şefi
atanmazdı.
Daha önce de yazmaya çalışmıştım Bülent Arınç’ı tanımıyorum ama
onun, her zaman değilse de çoğunlukla "bizim çocuklarımız" diye
bakabilecek biri olduğunu düşünüyorum.
Zaman zaman çok bağnazlıklarını da görüyoruz, öyle zamanlarda
dostça omzuna dokunup, "yapma Bülent Bey, farklılıkları
özgürleştirmek ortaklığı güçlendirir, herkesi aynı yapmaya çalışmak
böler toplumu" demek istiyor insan.
Yarın bir gün çok ters laflar söylemesi ihtimalini de hiç gözardı
etmeden Arınç’ın AKP yönetiminin en vicdanlı üyelerinden biri
olduğuna inanıyorum.
Dün Arınç’ın sözleri bizim gazetenin manşetindeydi.
İşkenceci bir polisin terfi ettirilmesine karşı çıkıyordu, birçok
bakanın da kendisi gibi düşündüğünü söylüyordu.
AKP’nin dürüst yöneticilerinin "susma orucuna" girmek zorunda
kaldığı bir iklimde bunları söylemek risk almak demek.
Ama biz "ortak sevinçleri" çoğaltacaksak, "çocuklarımız için iyi
olacak" diyebileceğimiz günlere ulaşacaksak, eşitliği ve adaleti
sağlayacaksak, bu ancak dürüst ve vicdanlı politikacıların
seslerini yükseltmesiyle mümkün olacak.
Arınç’a toplum olarak bir teşekkür borçluyuz doğrusu.
Gamze’nin madalyasından bile çok o son metreleri "Aslı Abla, Aslı
Abla" diye bağırarak koşması nasıl etkilediyse, Arınç’ın sözleri de
öyle etkiledi beni.
Orada, bir insanın değil insanlığın sesini duydum.
Ahmet Altan/Taraf