Ahmet Altan'dan Baransu ve Balyoz çıkışı: Razı olursam aynaya nasıl bakacağım?
Balyoz davasıyla ilgili yayınların yapıldığı dönem Taraf gazetesinin yayın yönetmenliğini yapan Ahmet Altan sessizliğini bozdu ve Hürriyet Pazar'a konuştu.
2007-2012 arasında Taraf gazetesinin yayın yönetmenliğini yapan
Ahmet Altan, bu dönemde özellikle Balyoz, Ergenekon gibi
soruşturmalara ilişkin haberleri tartışma yaratan gazetede, ‘askeri
vesayeti’ hedef alan sert yazılarıyla dikkat çekmişti. Taraf
gazetesi, özellikle “Balyoz darbe planı” iddialarıyla ilgili
yayınlar yapmıştı. Aradan geçen zaman, bu davayla ve özellikle de
davanın delilleriyle ilgili çelişkileri ve sanıklara yapılan
haksızlıkları ortaya çıkardı. Yolsuzluk operasyonunun ardından
Hükümet çevrelerinin de bu davaya bakışı, “Milli orduya kumpas”
noktasına geldi. Anayasa Mahkemesi’nin yeniden yargılama kararının
ardından davanın tüm sanıkları tahliye edilirken, Balyoz
iddialarını medyaya taşıyan gazetecilerden biri olan Mehmet Baransu
tutuklandı. İş bu noktaya gelince, Baransu’nun haberlerini
yayınlayan gazetenin yayın yönetmeni Ahmet Altan, “Çoluğu çocuğu
bırakın, ben buradayım, benimle konuşun” diyerek bir kez daha
meydan okudu.
Uzun sessizliğini Baransu’nun tutuklanmasının ardından kaleme
aldığı bu meydan okuma yazısıyla bozan Ahmet Altan, yıllar sonra
ilk röportajını da Hürriyet Pazar’a verdi. Tam da yeni romanı
‘Ölmek Daha Kolaydır Sevmekten’i bitirdiği günlerde Çınar Oskay’a
konuşan Ahmet Altan, Türkiye ’nin yeniden bir yol ayrımında
olduğunu söylüyor: “Ya AKP ’yi doğal yollarla kenara itip yaratıcı,
üretici bir topluma dönüşür ya da tarihinde rastlamadığı büyüklükte
sarsıntı ve acıyla karşılaşır.” Altan, Türkiye'nin bir "yarı
diktatörlük" olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Ve büyük ihtimalle
seçimlerden sonra tam diktatörlüğe dönecek, bir felaket
olacak."
Çınar Oskay’ın Ahmet Altan ile yaptığı söyleşinin bir bölümü
şöyle:
Her şeyden sıyrılıp nasıl romana konsantre
oldunuz?
Bir romancının gazetecilik yapması acıklı bir şey. Taraf’ta
yıllarca kitap yazamadım. Nöbetimi tuttum, bu ülkeye borcum varsa
beş sene ödedim. Yazarlar “Kaç yıl yaşayacağım” diye hesap etmiyor.
“Kaç kitap daha yazabilirim” diye bakıyorsun. Kitaplara döndüm.
Türkiye’yle ilişkilerime mesafe koydum, günbegün izlemekten
uzaklaştım.
Neden Osmanlı’nın son günlerini yazdınız?
Çöküntü döneminde kişiler daha ilginçleşiyor. Duyguları,
ihtirasları daha çok ortaya çıkıyor. Türkiye’nin büyük kırılmasına
yol açan alaturka-alafranga ayrışması da bu dönemde
keskinleşiyor.
Romandaki dönemle bugün benziyor mu?
Ümitsizliğe sevk edecek kadar... İttihatçılar iyi niyetle geliyor.
Eşitlik, adalet, özgürlük için... AKP de böyle geldi. Askeri
vesayet döneminde kişi başı gelir 3 bin dolardı. Bunu ileriye
götürmek için muhafazakâr kesime ülkeyi açması, zenginleşmesine
izin vermesi gerekiyordu. Yapsa iktidarını kaybedecekti.
Vazgeçmedi, kırıldı, AKP geldi. Bir müteahhit partisi, epeyce
vahşi, estetikten yoksun fakat iyi örgütlenebiliyor, çabuk hareket
edebiliyor. Sermayeyi muhafazakâr kesime açıp yatırımlarla,
binalarla 3 bin dolardan 10 bin dolara getirdi.
Ya şimdi?
Askeri vesayetin sıkıştığı noktada şimdi AKP sıkışıyor. 10 bin
dolara binayla, köprüyle yolla gelebilirsiniz. Ama sonra
yaratıcılık gerekiyor. Yeni fikirler, aletler, buluşlar... AKP
kendini buna açamaz çünkü Türkiye’nin özgürleşmesi ve
demokratikleşmesi gerekir.
Ne olacak peki?
Toplum AKP’yi kenara itecek. Yol ayrımındayız. Ya AKP’yi doğal
yollarla kenara itip yaratıcı, üretici bir topluma dönüşür ya da
tarihinde rastlamadığı büyüklükte sarsıntı ve acıyla karşılaşır.
AKP, Erdoğan’ın idaresinde bu seçimleri kazanırsa çok büyük bir
devlet şiddetiyle karşılaşacağız. Kötü giden ekonomiye devlet
şiddeti eklenmesi fiziksel kırılmaya yol açar.
Tarihte var mı örneği?
İttihatçılar toplumun istediği sloganlarla geldi, sonra korkunç
baskı uyguladı. AKP gibi. Birden devlet hazinesi ellerine geçti,
delirmiş gibi çaldılar. Şu anda Türkiye’de bir yolsuzluk orjisi
yaşanıyor. Dalgalar halinde, neredeyse ilçe düzeylerine yayılmış
bir yolsuzluk örgütlenmesiyle karşı karşıyayız.
Darbeciler Yunan tragedyası kahramanlarına
dönüştü
Madem siyasete girdik, oradan devam edelim ve Taraf
günlerine dönelim. Bilmediğiniz bir kaynak size Balyoz belgelerini
getirdi, yayımladınız. İyi bir kontrol süzgecinden geçirdiniz
mi?
Ben gazeteci olarak ne yaptığımızı söyleyeyim, siz gazeteci olarak
başka ne yapılabilirdi onu söyleyin. Bunlar ordunun resmi
belgeleri. Üstünde yüzlerce isim var. Sicil numaralarını kontrol
ettik, hepsinin uyduğunu gördüğümüz zaman “Bu belgeler doğru”
dedik. Bunlar ordunun istihbarat servislerinden çıkmış. Kimse
kalkıp orduya demiyor: “Bunlar sahteyse senin istihbarat odalarına
kim koydu”. O odaların şifresi, parolası, kameraları var. Kim
giriyor, kim çıkıyor... Ordu beş sene içinde bir tek insanı sahte
belgelerden yargılamadı. Sahte olduğunu iddia ettikleri
belgelerden... Bunlar askeri vesayetin belini kıran belgelerdi.
Bunu Mehmet Baransu yaptı. Bugün çocuğu hapse atıyorlar, bir de
utanmadan eline kelepçe vuruyorlar. Ordu bunun gerçek olduğunu
biliyordu. Aytaç Yalman diyor ki: “Kara Kuvvetleri Komutanı
olduğumda ilk bir yılım Balyoz’la geçti.” Eğer gerçek değilse neden
bir yılını bununla harcar ki? Bu, bir darbe hazırlığıydı. Bugün
tartışmamızın nedeni, iktidarın hırsızlığını Balyoz’un arkasına
saklamaya çalışması. Darbeciler Yunan tragedyası kahramanlarına
dönüştü. 10 yıl önce yıkmaya çalıştıkları iktidarın önünde zırh
oldular.
Bir seminerdeki konuşmaların ses kayıtları var, bir de
dijital belgeler... Dava ses kayıtlarının değil, dijital belgelerin
üzerine kuruldu. Savunma avukatları bu dijital belgelerle ilgili
çelişkileri, tutarsızlıkları ortaya çıkardı. Örneğin 5 Mart 2003’te
kapandığı belirtilen 11 no’lu CD’de calibri fontu kullanılmış. Oysa
Microsoft bu yazı karakterini 2007’de kullanıma soktu. Darbe olursa
yardımı alınacak şirketler, sivil memurlar var. Bu kişilerin
bazıları o tarihte o şirketlerin personeli değil. El konulacak
şirketler arasında ‘Recordati’ ilaç şirketi var. Oysa 2008 yılına
kadar o isimde bir tüzelkişilik yok. İddianamede 2003 yılında
kapandığı belirtilen bir CD’den, bu tür tuhaf veriler çıktığında
bazı şüpheler duymaya başladınız mı?
Hayır, hiçbir şekilde şüphe duymaya başlamadım. İçine biri bir şey
koydu mu koymadı mı, bunu anlayabilecek durumda değilim. Bilişim
uzmanları var. Hukuki bir tartışma yapmıyoruz. Gazetecilik ve
gerçeği bulma tartışması yapıyoruz. Balyoz’da darbe hazırlığı var
mıydı yok muydu? Bütün Balyoz konuşmalarını bir daha dinledim.
Duruyor internette. Balyoz’un darbe olduğundan şüphe edenlere
sadece şunu söylüyorum: Bir buçuk-iki saatinizi ayırın ve o
konuşmaları dinleyin.
Fakat hapse atılan insanların o konuşmalarla ilgisi yok.
Dijital belgelerde görevlendirme yazışmalarında adı geçen askerler,
kurmay subaylar tutuklandı. O dijital belgeler de sorunlu. Sanki bu
TSK’da bir tasfiye operasyonu gibi...
Bu davalar çığırından çıkmış olabilir. Hukukun Türkiye’de iyi
işlediğini kimse söyleyemez. Ben 100’den fazla davadan geçtim.
Babam 300’den fazla davadan geçti. Bizi haklı yere mi çağırdılar,
babam haklı yere mi yattı hapiste? Hayır! Tabii ki hukuk çok kötü
işliyor. Ama burada söylediğimiz şey başka: Balyoz’da bal gibi
darbe hazırlıyorlardı ve becerebilselerdi çok adam öldüreceklerdi.
Hukukta hata varsa, ortaya çıkarsınlar, ki olabilir. Bir kere
davanın kendisi çok kalabalık. Bir yüzbaşıyı, binbaşıyı
yargılamanın manası yok. Adamlar emir komuta zinciri içinde.
Generaller emir veriyor. Generaller için o adamları
harcıyorlar.
Bavulu kim getirdi
bilmiyorum
Bu bavulu gazetenize kim getirdi?
Hakikaten bilmiyorum, sormadım. Ben tek şey sorardım, bütün
çocuklar bilir: Belgesi var mı? Belgesiz hiçbir haber basmadım.
İnsanların aileleriyle ilgili tek bir haber basmadık, bunu
yasakladım.
Fakat bu haberlerin insani sonuçları oldu. İzin verirseniz
size bir şey okumak istiyorum. Yarbay Ali Tatar’ın kardeşi Ahmet
Tatar yazmış Odatv’de...
Biz onunla ilgili, onu intihara sevk edecek bir şey yapmadık.
Kardeşi size söylüyor, okuyayım: “Bir gazeteci düşünün. Bir
şeye kendini inandırmış ve bu yolda hak ihlali, hukuksuzluk
teferruattan ibaret kalıyor... Bu yüzden yaşanan süreçten,
acılardan, kayıplardan başka suçlularla birlikte siz de
sorumlusunuz. Berk Erdem’in, Murat Özenalp’in ve kardeşim Ali
Tatar’ın kanı sizin de elinize bulaşmıştır.”
Bir yazı yazmıştım. Ergenekon davasında bir kişi kanserden
öldüğünde çocuklara kızdım “Niye bunun haberini daha önce
getirmediniz” diye. Keşke haberimiz olsaydı ve onun için elimizden
geleni yapsaydık. Bu insanlar mazlum durumuna düştükten sonra
haksız acılar çekmiş olabilirler. Büyük bir ihtimalle çektiler.
Bizim onları savunma ihtimalimiz yok. Çünkü hâlâ gerçek haksızlığın
ne olduğunu kanıtlamaya çalışıyoruz. Bize bunun için zaman
vermiyorlar. Bir de daha sonra yaşanan mazlumiyet önceki zulmü
ortadan kaldırmıyor. Ben de sana JİTEM’i, parkta sevgilisiyle
dolaşırken alıp götürülen çocukları anlatayım. 17 bin ölü var
Güneydoğu’da. Bunları yaşatan insanların iktidardan gitmesi için
uğraştım.
Peki haksızlıklar ortaya çıktığında gazeteci olarak “Bir
dakika! Hukuksuz davranıyorsunuz. Davayı özünden saptırmayın!”
diyemez miydiniz? Bunu yapsaydınız mücadeleniz daha iyi sonuç
vermez miydi?
Balyoz vardı, Ergenekon vardı, insanları öldürdü. Hâlâ bunu
anlatmak zorundayım. Susup, “Evet haksızlıklar var” dediğimde
savunulacak kimse kalmayacak. Nasıl yapacağım bunu? Yapayım...
Haksızlığa uğrayan herkesi savunmak benim görevim. İnsan olarak
görevim. Ama 17 bin insanın öldüğü bir ülkede hala “Ergenekon var”
diye bağırmak zorundaysam ve insanlar “Yok” diyorsa, birileri
“Rejim muhaliflerinin listesini hazırladık” derken, “Darbe değildi,
araya bilmem ne kattılar” dediklerinde “Darbeydi ulan” diye
bağırmak zorundaysam nasıl öbür tarafa döneceğim? Sen de bana bunu
söyle! Evet, 20 general darbe hazırlığı yaptı ama bu çocukların ne
kabahati var? Bunu desteklerim. Ama bu haksızlığı o darbeyi
saklayacakları bir kılıf olarak kullanıyorlar. Sen darbeyi kabul
etmediğin zaman birinin bunun darbe olduğunu hatırlatması
gerekiyor. Bu kim? Bu biziz.
Tüm olaylarda, perde arkasında Cemaat mi var?
Bugün paralellik diye hukukta yeri olmayan bir suç icat edildi.
İnsanları böyle korkutuyorlar. Eğer böyle bir şey yaptılarsa bunu
AKP ile birlikte yaptılar. Cemaat’in AKP’den habersiz yapma
ihtimali var mı? İşbirliği yaptılar, yüzde 100. Birlikte
çalışmışlar, sonra kavga etmişler. Anladığım kadarıyla bunları
yakalayan güç cemaat. 17-25 Aralık’ı da, Balyoz’u da... Çok da iyi
yapmışlar. Bunu yaparken suç işledilerse, araya bir şey katmışlarsa
bunu yakalamak zorundasın.
CEMAAT İKTİDARA GELİRSE CEMAAT’LE
DÖVÜŞELİM
17 Aralık’ta mı öğrenmişler hırsızlıkları? Cemaat sütten
çıkmış ak kaşık mı?
İyi ya işte burada sorun: Niye daha önce çıkartmadınız? Cemaat’in
içinden adamlar suç işlediyse diyeceksin ki: Bak kardeşim bu adam
suç işledi. Bak bu suçu. Ortada bir suç yok ki. Bir paralel lafı
dolaşıyor. Cemaat iktidara gelirse, gel konuşalım. Cemaat’le
dövüşelim...
O zaman bu oyun hiç bitmez. Sisifos’un laneti
gibi...
Romana döneriz burada. 100 yıl önce aynı şeyler yaşanıyordu.
Türkiye “lanetlenmiş” bir yer mi, romanda bir karakterinize
söylettiğiniz gibi?
Hayır ama çok kirli bir çamaşır gibi. Bir kez yıkamakla
temizlenecek gibi değil.
Öyle ya da böyle AKP demokratik yollarla iş başına gelmiş
bir siyasi parti. Cemaat ise berrak olmayan bir
yapı...
Somut suçu ne? Kötülük yapma gücü kimdeyse onunla dövüş. O da
iktidardır. Kiminle dövüşeceğini seçmek de bir zekâ işi biraz da
cesaret işi.
Taraf’taki Genel Yayın Yönetmeni yardımcınız Yasemin Çongar
geçen hafta bir yazı yazdı: “Balyoz davası birçok kişi gibi bana da
kurunun yanında yaşın, darbecilerin yanında masumların da yandığı
izlenimini verdi. Bundan büyük bir mağduriyet, bundan büyük bir
adaletsizlik olamaz.” Ne diyorsunuz?
Kesinlikle doğru söylüyor. Neden bir haksızlıktan yana çıkalım?
Ömrümüzü bir hakkı savunmak için harcadık. Ama bu haksızlığı başka
büyük bir haksızlığı saklamak için kullandıklarından net şekilde
konuşamıyoruz ve tavır alamıyoruz. Yoksa Yasemin çok güzel bir yazı
yazdı. Benden çok daha akıllı bir yazı yazdı.
ZAVALLI KIZCAĞIZ! EN ŞANSSIZ KEMALİST
OYDU
Taraf gazetesinin bir Cemaat operasyonu olduğunu, meşruiyet
kazanmak için sizin ve Yasemin Çongar’ın adını, itibarını
kullandıklarını düşünenler var.
- Çok basit bir şey söyleyeceğim. Gazetede hepimizin banka
hesapları 24 saatte bir kontrol ediliyor. Senelerce MİT, polis,
asker tarafından dinlendik. En ufak bir ilişki olsaydı ortaya
çıkmama ihtimali yoktu. Gazetenin içinde ajanlar vardı. Bir gün
toplantıda çocuklara dedim: “Burada MİT’in veya örgütlerin ajanları
var ama bulmaya çalışmayacağım, anlamı yok.” Bir salonda oturuyordu
herkes. Herkes toplantıyı dinlerdi, isterse karışırdı. Bu gazetede
gizli bir şey nasıl olacak?
Sizin bilginiz dışında olamaz mı? Gazetenin sahibinin
vs.?
- Parasızlıktan kırılıyordu herkes. Bir akşam saat 11, hiç
unutmuyorum. 6-7 çocuk var. Biri geldi dedi ki “Abi eve gideceğim
fakat Akbil bitmiş. Arkadaşlarda da hiç para yok. Sende var mı?”
dedi. Cebimde 10 lira vardı, ona verdim. Ne parası ya? Ben Taraf’a
gelmeden önce Türkiye’nin en çok satan romancısıydım. Yüz yıldan
beri aynı yerde oturduğumuz için bizde herkes parasını aynı bankaya
yatırıyor. Orada parama bakan bir kız var. Çok Kemalist bir
kız. Kişisel ilişkimiz çok iyi, kitaplarımı seviyor fakat Taraf’tan
nefret ediyor. Herkes de bizim para aldığımızı söylüyor. O kız bir
gün bana dedi ki: “Ahmet Bey, Taraf’ı bırakın. Bitti para!” Yani
zavallı kızcağız... En şanssız Kemalist oydu!
Sizin para aldığınızı söyleyen kimse yok
aslında...
Kim aldı? O çocuklar ev kiralarını ödeyemediler. Çocuklarının okul
parasını ödeyemediler. Anlatıyorum, Akbil’i yoktu be! Herkes şahit
bunlara. Çocuklar aç, simit alıp yerdik. Çok güzel simidi vardı
oranın! Bunlarla dalga geçerdik.
ARTIK ESKİ YAZARLARIMI İZLEMİYORUM,
ÜZÜLÜYORUM DA...
‘Taraf okulu’ diye bir ekipten bahsediliyor şimdi. Çok
tartışılan yazarlar çıktı: Emre Uslu, Rasim Ozan Kütahyalı,
Yıldıray Oğur vs. Bazılarıyla koptunuz. Hatta biri için “Birkaç
kuruş için oda hizmetçiliği yapan çocuk” dediniz. Bugün onları
nasıl izliyorsunuz?
Orada herkes direndi, dövüştü. Sonra epeyce bir kısmı başka bir yol
seçti. Böyle olmasa iyi olurdu. Türkiye’nin çok onurlanacağı, gurur
duyacağı insanlar haline gelebilirlerdi. Tercih etmediler. Herkes
kendi tarihini kendi yazar. Artık onları izlemiyorum. Üzülüyorum
da. Hakikaten sevmiştim. Deli bir İtalyan ailesi gibiydik.
Birlikte çile çeker, çok gülerdik. Artık onlarla ilgili konuşmak
istemem. Yapacak bir şey yok.
Çok fırtınalı bir süreç yaşadınız. Olan biten sizin
psikolojinizi, sağlığınızı nasıl etkiledi? Sizi değiştirdi
mi?
Ben yaşlı bir adamım. Yaşlı adamlar kolay kolay değişmez.
Gazeteciliğe dönecek misiniz bir gün?
Bütün zamanımı romanlara ayırmak istiyorum. Roman yazmayı
seviyorum. Bu tam sevişirken bir adamın gelip “Şu arabayı biraz
iter misin” demesi gibi. Hayır, arabayı itmek istemiyorum.
Sevişmeyi seviyorum yahu! Bir romancı gazeteci olmamalı. Bir
romancıyı gazeteci olmaya mecbur bırakan toplum sakatlıkları olan
bir toplumdur.
Onun kelepçeler içinde dolaşmasına razı olursam aynaya
nasıl bakacağım?
Herkese belgelerimizi açtık. O dönemde Mehmet Baransu’nun altına
imza attığı o haberlere gelip bakma cesaretini bile gösteremediler.
Bugün utanmadan o çocuğu suçluyorlar. İktidar hırsızlığını saklamak
için o çocuğu hapse atıyor ve ödlekler utanmadan o cesur çocuğun
hapse atılmasını alkışlıyor. Sonra bana diyorlar ki “sen niye
konuşuyorsun”. Ben neden konuşmayacağım! O çocuk benim yanımda
çalışıyordu. Ben onun genel yayın müdürüyüm. Getirdiği haberleri
ben bastım. Onun kelepçeler içinde dolaşmasına razı mı olacağım!
Razı olursam ben aynaya nasıl bakacağım! Çocuğu alıp götürecekler
ve ben de arkamı dönüp gideceğim. Sonra hayatımın geri kalan
kısmını nasıl yaşayacağım?
Şu anda Türkiye’deki rejimin adı nedir?
Yarı diktatörlük. Ve büyük ihtimalle seçimlerden sonra tam
diktatörlüğe dönecek, bir felaket olacak.
Bununla mücadele etmeyecek misiniz gazeteci
olarak?
80 milyon insanız. Bensiz yapabilirler.
Neden felaket olacak?
Susturmak için de bugünkünden büyük şiddet uygulayacak. Başkanlık
dediği şey bu. Ekonomik sıkıntıyla devlet şiddeti bir araya
geldiğinde bu toplum patlar. Bunun dikişleri sadece bir yerde
değil. Kürt-Türk meselesinde var, şehirli-varoş dikişleri var,
alaturka-alafranga dikişleri var. Bütün dikişleri aynı anda patlar
ve öyle bir kaos çıkar ki! Tweet attığı için insanlar evinden
alınıyor. Evi basılıyor! Bu zaten neyin geldiğini gösteriyor. Ama
AKP’liler şunu bilsin: Bu gelen şey hepimizin başına geliyor. Para
kazanmayı çok seviyor olabilirler. Para kazanmanın da imkânı
olmadığı bir yere gidiyoruz.