17 Oca 2012 10:41 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:14

AHMET ALTAN ÇOK KIZDIRACAK! AKP DÖNEMİNİN ÜÇ BÜYÜK CİNAYETİ VAR!

Taraf'ın patronu Ahmet Altan, iktidarın temizliğini çarpıcı örneklerle sorguladı. Verdiği örneklerse AKP'lileri çok kızdıracak.

İşte Ahmet Altan’ın o yazısı...

Bunun altından kalkamazsınız


Türkiye’nin “kirli iktidarlardan” bıktığı bir dönemde AKP “temiz bir parti” olarak geldi iktidara.

Zor zamanlardan geçti.

Sonra “geçmiş suçların ve cinayetlerin” hesabını soran dürüst bir parti olarak kitlelerin kalbini kazandı.

Kirlenmiş bir siyasetin ortasında yeni ve lekesiz bir parti olmanın olağanüstü hazzını yaşadı.

Lakin Türkiye gibi bir ülkede “temiz” kalmak çok zor.

İktidarının ilk yıllarındaki Hablemitoğlu cinayetini “geçmişin” günahları arasına yazarsak AKP döneminin üç büyük cinayeti var.

Hrant Dink.

Behçet Oktay.

Ve son olarak şu dehşet verici Uludere Katliamı.

Hrant Dink cinayetinin arkasındaki isimlerin çoğu açıkça bilinmesine rağmen siyasi iktidar o isimlerin ortaya çıkarılması için pek bir çaba göstermedi.

Hatta tam tersine, bugün Markar Esayan’ın yazdığı haberde okuyacağınız gibi Dink cinayetine karışan hemen hemen bütün isimler “terfi” ettirildi.

Devletin TİB gibi resmî müesseseleri Dink cinayetinin ortaya çıkarılması için uzun yıllar boyunca işbirliği yapmadı, hiç kimse onları işbirliğine zorlamadı.

Dink davasının bugün sonuçlanmasını bekleniyor ama ortada birkaç tetikçi çocuktan başkası yok.

Bu davayı böyle kapatırlarsa, emin olun bu dosya ileride yeniden açılacaktır.

Davanın soruşturulması sırasındaki bütün ihmaller, suçluyu saklama çabaları, şaibeli insanların korunması da yetkililere sorulacaktır.

İkinci büyük cinayet Özel Harekâtçı Behçet Oktay’ın öldürülmesi.

Bu cinayet, yalancı bir tanığın sözleriyle “intihar” denerek kapatıldı.

Dosya daha sonra yeniden açıldı.

“İntihar etti” denen kurbanın kaburga kemiklerinin kırıldığı, iki mermiyle vurulduğu anlaşıldı.

Ama bu dava da garip bir dirençle karşılaştı.

Kuvvetli ve kararlı bir irade bu cinayetin üstüne gitmedi, aksine cinayetin üstü örtülmeye çalışıldı.

Devlet, kendi görevlisinin öldürülmesinin peşine düşmekten kaçındı.

Üçüncüsü ise çok yeni yaşadığımız Uludere Katliamı.

Bu katliam konusunda hükümet hâlâ bir açıklama yapmıyor.

Başbakan, bu katliamda sorumlu olabileceklere “teşekkür” ediyor.

Hürriyet’ten İsmail Küçükşahin’in yazdığı ve henüz yalanlanmayan çok çarpıcı habere göre 34 köylüyü bombalayan uçakların pilotları karargâhta tutuluyorlarmış.

Evlerine bile gitmelerine izin verilmiyormuş.

Bu, çok ciddi bir iddia.

Küçükşahin bu haberi “teyit ettiremediğini ama çok güvendiği bir kaynaktan” öğrendiğini söylüyor.

Eğer haber yanlışsa hemen yalanlamaları ve pilotların nerede olduğunu açıklamaları gerekir.

Yok, eğer doğruysa...

O zaman da pilotları niye herkesten gizlediklerini, evlerine bile göndermediklerini halka anlatmaları beklenir.

Uludere’yle ilgili her konuda olduğu gibi bu konuda da hükümet ve Genelkurmay sessizliğini koruyor.

Bu sessizlik kuşkuları arttırıyor.

Kurtuluş Tayiz’in bugünkü haberinde göreceğiniz gibi kuşkuları arttıran başka olaylar da var.

38 kaçakçının altmış katırla birlikte vurulmasından bir gün önce “aynı yoldan” yaklaşık 150 kaçakçı geçiyor.

Eğer o yoldan kaçakçı kılığında PKK’lıların geçeceğine dair ellerinde on gün önceden gelen bir istihbarat varsa o kaçakçıları nasıl görmediler?

Yok, oradan geçenlerin kaçakçı olduğunu bildikleri için onlara dokunmadılarsa ertesi gün 38 kişiyi niye bombaladılar?

Hükümet bu sorular karşısında sessiz duruyor, sanırım medyanın haysiyetten yoksun sessizliğine ve teslimiyetine güveniyor ama o medyanın gücü de, çapı da yetmez bu katliam konusunda hükümeti korumaya.

Öldürülen 34 kişinin değil Başbakan’ın savunuculuğunu yapan bir medya halkın saygısını kazanamaz, hiçbir iktidarı da savunamaz, kendi adını lekeler sadece, kalabalık bir tıynetsizler güruhuna birkaç kişi daha katılır, hepsi o kadar.

İktidar, ne kadar susarsa sussun, ne kadar kalabalık bir dalkavuklar alayına sahip olursa olsun bu cinayetlerin altından kalkamaz.

Bu halkın aklı ve vicdanı var.

Ne Dink’i, ne Oktay’ı, ne de paramparça bedenleri katırlarla taşınan otuz dört köylüyü siyasi oyunlara kurban eder.

Bugün değilse yarın mutlaka hesabını sorar.

Ahmet Altan/Taraf