Ağabeyinden tutuklu gazeteci Ahmet Şık'a: Bir mektubu sadece sana yazamamak!
İşine son verilen akademisyenlerden Bülent Şık, kardeşi tutuklu gazeteci Ahmet Şık için Cumhuriyet gazetesinde bir mektup kaleme aldı...
677 sayılı KHK ile Akdeniz Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak
Sanatları Bölümü’nden ihraç edilen Yrd. Doç. Dr. Bülent Şık, "FETÖ,
DHKP-C ve PKK propagandası yaptığı" iddialarıyla tutuklanan
gazeteci kardeşi Ahmet Şık hakkında bir yazı kaleme aldı. Ağabey
Şık, "Ahmet, gazetede sadece sana hitap eden bir mektup yazmaya
utandım. Görüşmeler çok kısıtlı, kitap az, mektup yasak… Yeterince
haberleşemiyoruz ama merak etme iyiyiz" diye yazdı.
"Sesine kulak verebileceğimiz bir vicdan yok içimizde. Vicdan
eyleme geçtiğimizde çınlayan, kendini gösteren bir şey. Elimizden
geleni yapmaya başladığımızda ancak bir vicdan sahibi olabiliyoruz"
ifadelerini kullanan Şık mektubunu, "Seni seviyorum. Abin" diyerek
bitirdi.
İşte o sözler:
Kötülüğün gözünün içine bakmaktan korkmama, sinmeme ya da susmama
hali eylem dediğim. Kötülük kolay organize olabiliyor;
kalabalıklaşıyor. Ama direnmenin de binbir yolu var; yeter ki insan
içindeki hakkaniyet duygusunu yitirmesin.
Ahmet, gazetede sadece sana hitap eden bir mektup yazmaya utandım.
2011’de tutuklandığında Akın Atalay avukatlarından biriydi. Şimdi
bir kaçak olan savcı Zekeriya Öz seni “Ergenekon terör örgütü üyesi
olmak” suçlamasıyla sorguluyordu. Ama asıl meselenin henüz
basılmadan toplatılan ve o zamanlar başbakan olan Tayyip Erdoğan’ın
“Bazı kitaplar bombadan daha tesirlidir” diyerek cemaatin size
yönelik operasyonunu savunduğu “İmamın Ordusu” adlı kitabın
olduğunu biliyorduk. Sonra o ordu bir darbeye teşebbüs etti. Nasıl
yapıldığına dair detayları hâlâ bilmiyoruz. Beşiktaş’ta Özel
Yetkili Mahkeme (eski adı Devlet Güvenlik Mahkemesi) adı verilen
yerde hakkında verilecek kararı bekliyorduk. Tutuklama kararı
çıktı. Şaşırmadık. Hukuk hep bir istisna haliydi. Adalet
adaletsizliğin suretinde vücut bulan, yokluğu ile tecelli eden bir
şeydi bu ülkede.
ONLARI ANMADAN OLMAZ
En analitik düşünceli gazetecilerden biri olan Kadri Gürsel. Ülke
gündemine ekoloji temalı yazılarıyla soluk taşıyan Hakan Kara.
“Birleşip ‘yeter’ diyen olmazsa gidişat kötü; ya zamana hâkim
olmanın yollarını arayacağız ya da o bizi istemediğimiz mekânlarda
‘ikamete’ zorlayacak” cümlesi ile Güray Öz. “Suriye ateşine odun
taşıyanlar o ateşe düşer” başlıklı karikatürüyle Musa Kart’ı
anmadan olmaz. 92 davadan yargılanan ve her birinde aynı doğru
savunmayı, “haberlerimiz ifade özgürlüğü kapsamındadır” savunmasını
yapan Özgür Gündem Gazetesi Yazıişleri Müdürü İnan Kızılkaya’yı
unutmamalı. İstanbul Barosu Türk Sanat Müziği Korosu’nun
emektarlarından avukat Mustafa Kemal Güngör ve sadece sevenlerinin
değil kedilerinin de eve dönmesini beklediği “kocaman yürekli
adamlardan biri” olan Önder Çelik’i de anmalı.
KENDİNİ SAHİPSİZ HİSSEDEN NİCE İNSAN
Cumhuriyet Kitap’ın editörü Turhan Günay ilk sayıyı hatırlar mı
acaba? Kapakta Ahmed Arif’in kocaman fotoğrafı vardı. Ya Murat
Sabuncu? O vefalı insan. 2011’deki tutuklanmanızda cezaevine sizi
ziyarete birlikte gelmiştik sık sık. O incelikli, sükûnetinden bile
barış sızan Bülent Utku’yu en sona saklayabilseydim keşke. Ama
tutuklu 150 gazeteci var ve hepsini nasıl anabilirim bu kısa
yazıda? Sen olsan hemen sorardın gazeteci refleksinle: “Abi sadece
gazeteciler mi?” Sadece onlar değil elbet. HDP’li vekiller,
siyasetçiler, öğrenciler, emekçiler… ve ismini duyamadığımız,
kendini sahipsiz hisseden nice insan. Onların da uğradığı
haksızlıkları dile getirebilmek isterdim. Zulme uğrayan bir
dinleyiciye ihtiyaç duyar en çok.
Acısı bilinsin ister. Bu ülkenin geçmişindeki acıları
paylaşabilsek, kayıplarımızın yasını tutabilseydik... “Kim
aktaracak bu acıları, hangi basın, hangi medya” dediğini duyar
gibiyim. Ya akademi? Onun hali daha perişan. Bunca adaletsizliğe 80
tane hukuk fakültesinden çıt çıkmıyor. Son KHK ile barış bildirisi
imzacısı pek çok akademisyen arkadaşımız işten atıldı yine; öyle ki
en iyi felsefe bölümlerinden biri olan Ege Felsefe fiilen kapatıldı
sayılır. Toplumsal barış talebi cılız kaldığı sürece hep birlikte
kaybediyoruz.
DOĞRU BİR YERDE DURUYORUZ
Memleketin iyiliğini düşünen insanlar ya hapiste ya da işsiz ama
onlardan söz eden bu mektupla umutsuzluğu beslemek istemiyorum.
Doğru bir yerde duruyoruz: İyi bir hayatın sadece özlemini duymuyor
bunu mümkün kılmak için çaba da gösteriyoruz. Başkalarının
acılarına gözümüzü, kulağımızı kapatmıyoruz. Bir toplum kötülük
üreten, günaha batmış bir siyasal iktidara ne kadar katlanabilir?
Er veya geç bu haksızlıkların sonu gelecek ya da belki daha kötü
günlere savrulacağız. Bilemeyiz. Yaşadıklarımız kötümserliğimizi
artırsa da geleceğe dair umutlarımızı azaltmamalı. Mücadele etmek
için umuda ihtiyaç duyulmaması gereken zamanlar da var. Bazen umudu
çoğaltacak olan şey doğru bildiğimiz şeyleri söylemeye ve yapmaya
devam etmektir. Tutukluluk koşulları daha kötü bu kez.
YETERİNCE HABERLEŞEMİYORUZ AMA MERAK ETME
İYİYİZ
Görüşmeler çok kısıtlı, kitap az, mektup yasak… Yeterince
haberleşemiyoruz ama merak etme iyiyiz. Terry Eagleton’ın “İyimser
Olmayan Umut” kitabını göndereceğim sana. “Ortada bir umut varmış
gibi davranmamak, gerçekten de umut olmamasını garanti edebilir…”
diyor bir yerinde. Bunalanlara, siyaseten bir çıkış yolu
bulamayanlara ya da kafayı bozup ülkeden gitmek isteyenlere bu
sözle seslenmek istiyorum. Umutsuzluğu çoğaltmak iktidarın diliyle
konuşmaktır çünkü. Vicdan eylemle vücut bulan bir şey demiştim ya,
belki buna vicdanımızı besleyen şeyin hayal kurmak, umut etmekten
vazgeçmemek olduğunu da eklemeli. Her ne yapsalar hayal kurmaktan
bizi vazgeçiremezler. Bir mektubu postadan kendi ellerinizle
alacağınız günlerin hayalini kuruyorum haksız yere cezaevinde
tutulan herkes için. Herkesin selamı var sana. Seni seviyorum.
Abin.