23 Eyl 2014 13:05
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 16:44
Aforizmaların kraliçesi Medyaradar'a konuştu: Bir zaplık canımız var!
Show TV Ana Haber’in başarılı ekran yüzü Ece Üner Medyaradar röportajcısı Alev Gürsoy Cimin’e konuştu. İşte o samimi röportaj…
Ekranda çok sert görünse de kamera arkasında o güzel yüzü hep gülüyor. Samimi, cana yakın…Ekranda nasıl görünüyor o yorumu size bırakıyorum ama yan yana gelince bir afet-i devran…Cnntürk ve Habertürk’ten zaten yüzüne o kadar aşinaydık ki bize hiç de yabancı gelmiyor. Evimizden, hayatımızın içinden biri gibi… Siyasi programların en iyi moderatörlerinden biri kendisi. Şimdi de Show Ana Haber’deki başarılı sunumuyla dikkatleri üzerine çekiyor. Ece Üner’den bahsediyorum. Bu haftaki konuğum aforizmaların kraliçesi, bilge mi bilge Ece… Neden öyle diyorum hemen anlatayım, iyi haberci olduğunu biliyordum ama aforizmalarla bu kadar içli dışlı olduğunu bu röportaja gittiğimde öğrendim. Habertürk binasındaki mütevazi odasında karşıladı Sevgili Ece beni. Enerjisi o kadar iyi ki insanın onunla saatlerce konuşası geliyor. Bir kadın hem çok güzel hem de çok bilgili olunca insan ister istemez etkileniyor. Çok okuyor, çok bilgili. Bir gazetecide olması gereken birçok özellik onda var. Biliyorsunuz eşi Deniz Bayramoğlu da Cnntürk’te bizi güne başlatıyor, yani sabah haberlerini sunuyor. Birbirlerini adeta tamamlamışlar, nazarımız değmesin ama çok mutlular. Ece’den öğrendiğime göre Deniz Bey, muhteşem yemekler yapıyormuş. Birbirlerini rakip olarak görmeseler de Deniz Bey iyi bir ekran eleştirmeniymiş. Ece ile hem özel hayat hem medya hem de siyaset konuştuk. Ben bu güzel röportajdan hayli keyif aldım, Ece Üner gibi değerli bir meslektaşımı tanımış oldum. Şimdi biraz da sizler ekran arkasındaki Ece’yi tanıyın istiyorum. Ben aradan çekiliyorum ve bu güzel röportajla sizi baş başa bırakıyorum. Sevgiyle kalın hep umutlu olun…
*************************************************************
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail: [email protected]
Çok başarılı bir ekran yüzüsünüz. Yakın bir zaman içinde de evlendiniz, çok yoğun bir tempoda çalıştığınızı biliyorum; nasıl yetişiyorsunuz hem iş hem de tabiri caiz ise ev hanımlığına?
(Gülüyor) Her kuş kendi türüyle uçar diye bir laf var. Sonuçta ben de kendi türümle uçuyorum. Eşim de bir televizyoncu olduğu için birbirimize çok da yabancı değiliz.
Zor olan da asıl aynı meslekte olmanız değil mi, çünkü her ikinizde çok yoğun oluyorsunuz ve birbirinize, eve vakit ayırmak daha da zorlaşıyor!
Aslında biz birbirimizi görmek için özel zaman yaratıyoruz. Çünkü günün iki zıt saatinde ekranlardayız. Birimiz sabah haberi, birimiz ise akşam… Düşünsenize 12 saat fark ile çalışıyoruz. Bildiğiniz birimiz Amerika birimiz Türkiye’de gibiyiz. Hollywood’da Warren Beaty’e sormuşlar “20 senedir evlisiniz ve bunu çok güzel sürdürüyorsunuz. Ve Hollywood’da teksiniz. Bunu nasıl başarıyorsunuz?” O da demiş ki “ Ayrı saatlerde evde bulunuyoruz, ayrı yerlerde tatile gidiyoruz, ayrı yerlerde yemek yiyoruz, ayrı saatlerde yatağa girip uyuyoruz. Dolayısı ile evliliğimiz hiç anlamını yitirmiyor.
Belki de evlilikteki o monotonlukta böylelikle hiç yaşanmıyor. Heyecan ve aşk hep taze kalıyor. Yanılıyor muyum?
Aynen öyle. Kaliteli zaman artıyor ve siz birbirinizi gerçekten görmek için zaman yaratmaya çalışıyorsunuz. O da ilişkinin kalitesini artırıyor.
“ÇOK ANAÇ BİR YAPIM VAR”
Peki, zor değil mi hem ev hanımlığı hem iş kadınlığı ve her ikisinde de başarılı olmak. Ekranlardan iyi biliyorum ama mesela evde nasıldır Ece?
Bir kez çok anaç bir tipim. Evime gelen insanları rahat ettirmek için adeta rahatlarını kaçırıyorum. Dur bir çay daha koyayım, dur arkana yastık koyayım, yok şunu da yiyin bunu da yiyin diye kendini parçalayan bir tipim. Evde insan ağırlamaya çok önem veriyorum ve bayılıyorum.
Anacım der demez aklıma ilk gelen şey bir bebek oldu. Düşünüyor musunuz?
Şimdilik düşünmüyoruz. Çünkü bu iş temposunda çok zor. Çok istiyoruz ama zamanı henüz gelmedi. Habertürk’e geldim geleli çok yoğun çalışıyorum. Şimdi Show TV de var. Haftanın 6 günü ful çalışmak hiç de kolay değil.
Bu yoğunlukta hiç tükenmişlik sendromu yaşadığınız oluyor mu?
Hayır yaşamıyorum. Hobim işim, işim hobim gibi. Ürettikçe çoğalan çoğalttıkça üreten insanlar vardır ben de kendimi öyle hissediyorum.
“ÖĞRENMEYİ VE OKUMAYI ÇOK SEVİYORUM”
Zaten araştırmayı çok sevdiğinizi duydum. Çok bilgedir dediler sizin için.
Hakikaten okumayı çok seviyorum. Benim bir sloganım var; Bilmek ölmektir, öğrenmek yaşamaktır diye. Biliyorum dediğim gün nabzımı bir kontrol edin, yaşamıyor olabilirim. Ne kadar çok öğrenirsem kendimi o kadar canlı ve hayatta hissediyorum.
“ANADİLDE KONUŞMA YASAĞINI İLK BİZ KALDIRDIK”
Peki, Deniz Bey’le olmak zor mu, o da mı sizin gibidir?
Biz krizi fırsata çevirdik, aynı dili konuşuyoruz bir kere. Evlilikte ana dil huzur ve anlayış. Biz anadilde konuşma yasağını kaldırdık. Karşılıklı huzur ve anlayış bizde var. Ve aynı dili kullanmak dünyanın en büyük lüksü ve biz onu tutturduk.
“DENİZ İLE RAKİP DEĞİLİZ”
Türkiye’nin en iddialı iki haber kanalı. Biri Cnntürk diğeri Habertürk. Aralarında da büyük rekabet var. Her ikinizde bu kanalların en sevilen ve artık aşina olunan yüzlerisiniz. Peki, aranızda rekabet var mı?
Hiç rekabet olmadı aramızda. Çünkü farklı kuşaklarda olduk hep. O sabah kuşağındayken ben Habertürk’te Akşam Raporu’nu sunuyordum. Şimdi de Show TV’de Ana Haber’deyim. Dolayısı ile hiç rekabet olmayacak…
“EŞİM TANIDIĞIM EN ZEKİ ERKEK”
Kıskanıyor mu sizi?
Zannetmiyorum. Deniz benim hayatta tanıdığım en zeki adamlardan biri. Satranç oynar gibi yaşar hayatı ve hiç fire vermez. Dolayısı ile kıskansa bile belli etmez. Ben hiç hissetmedim bugüne kadar.
Beğeniyor musunuz ekranda birbirinizi?
Ben onu ekranda çok rahat ve samimi buluyorum.
“TÜRKİYE’DE HABER SUNMAK KORKU FİLMİ SUNMAK GİBİ”
Peki, Deniz Bey sizi nasıl buluyor?
O beni daha sık eleştiriyor. Özellikle Show TV’ye geçtikten sonra mimiklerime daha çok dikkat eder oldu. Konuşma tarzıma, sıcaklığıma bakıyor sürekli. Ben ister istemez ciddileşebiliyorum ve sert bir mizacım olabiliyor ekranda. Ama birileri birilerini öldürürken, katlederken, birileri sürekli ölürken veya kavga ederken yani hep bu tarz haberler sunarken insan çok da gülemiyor.
Türkiye’deki gündem korku filmi gibi, böyle bir gündemde nasıl mutlu ekrana çıkılabilir.Ben henüz onun formülünü bulamadım bulan varsa buyursun gelsin (Gülüyor)
“SHOW HABERİN DE GÜCÜ ÖZGÜRLÜĞÜNDE”
Türkiye’de Ancorwomanlık hiç de kolay olmasa gerek… Peki, Show Ana Haber nasıldır, yayın politikasını biraz bize anlatır mısın?
Show Ana Haber’in yayın politikası Habertürk’ten çok da farklı değil. Aynı patronaj var neticede ve gücü özgürlüğünde sloganı Show Haber için de geçerli. Hemen her haberi görmeye çalışıyoruz, yelpazemiz çok geniş. Magazin haberi de veriyoruz siyaset de. Bu bir süpermarket, insanlar geliyor ve neye ihtiyacı varsa onu alıyor, sizde o ürünü bir tezgâha seriyorsunuz. Tabii Show TV gibi kanalların haber kanallarından bir de farkı var. Haber kanallarının bir haberi verirken onu çok izlenir kılmak, çok cazip kılmak gibi bir derdi, kaygısı olmayabiliyor ama büyük kanallarda günde bir öğün yemek çıkarıyorsunuz ve o yemeğin hem çok sıcak hem lezzetli, iştah açıcı olması hem de gel gel yapabilmesi lazım. Rekabetin çok kızıştığı bir alan. Reyting kaygısı var. Her sabah reytinglere bakıyorsunuz. Mesela her sabah kaçıncı sıradayım diye baktığınızda o kalp jimnastiğini mutlaka yaşıyorsunuz.
“BİR ARA ÇAKILDIK REYTİNGLERDE ŞİMDİ ÇOK İYİYİZ”
Açık konuşmak gerekirse Show Haberin reytingleri bir ara çok düşüktü, bunu size mal etmek isteyenler de oldu, neler söylersiniz bununla ilgili?
En başta kötü gitti ama bu aslında birçok sebeple alakalıydı. Bir geçiş dönemi yaşanıyordu. Siz istediğiniz kadar iyi haber hazırlayın, bazen olmayınca olmuyor. Bunu bire bir sizin başarınız ya da başarısızlığınızla ilişkilendirmek çok acımasızca olur. O dönem yargısız infaz oldu ve beni kimse dinlemedi ve ben kendimi çok çaresiz hissettim. Hele o dönem bültenin iyi olması için hiçbir ekstra bir çalışma hiç yoktu. Teknik sıkıntılarımız vardı, TMSF’ ye geçmiştik. Mesela Balyoz tahliyelerinin olduğu günü hatırlayın. O gün yayının olmazsa olmazı nedir? İlk15 dakika Silivri önünden canlı yayın yaparsınız ve biz o gün oradan canlı yayın yapamadık. Dolayısı ile izleyici başka kanallara kaçtı. Tamamen teknik sıkıntıydı ama ertesi gün ne denildi, bunlar Balyoz tahliyelerini görmedi. Doğal olarak ertesi gün çakıldık. Fatura da ekrandakine kesildi. Dikkat ettiyseniz genel yayın yönetmeni değişti ve Ramazan Kurnaz başımıza geldiğinden bu yana gayet iyi gidiyoruz. Birinci olduk çok kez.
“SADECE ÖNÜME BAKIYORUM, TEK RAKİBİM KENDİM”
Ana haberde en büyük rakip gördüğünüz isim kim?
Ben atletim ve çok uzun süre atletizm ile ilgilendim, bizde en büyük yanlış sağına soluna bakmaktır çünkü saniyelerin bile önemi vardır. Ben sağımdaki ve solumdaki ile ilgilenmekten ziyade kendi önüme bakıyorum. Sürekli kendimi geliştirmeye çalışıyorum. İnsanın en büyük rakibi kendisidir. Artık hiç kimse de promter kullanmaya çalışmıyor. Mutfakta emek veriyor tüm ana haberlerdeki arkadaşlarım. Yemek birlikte pişiriliyor ve sunuluyor. İzleyici de artık çok bilinçli, onları kandırmak eskisi kadar kolay değil. Bir zaplık canımız var. Herkes en iyisini yapmaya çalışıyor.
“BİR ZAPLIK CANIMIZ VAR”
Ana Haberlerde sanki eski heyecan yok gibi, bunu neye bağlamak lazım. Mesela önceden Birandlar, Uğur Dündarlar ve kıran kırana mücadele vardı?
Aynı fikirde değilim. Alışkanlıklarımız en zor vazgeçtiğimiz şeyler. 20-30 sene ekranda olan isimlerden bahsediyorsunuz. Onlar artık ailemizden biri gibi olmuştu. İzleyici her gün aynı saatte evlerine onları misafir etti. Bunu unutmak kolay değil ama şimdi çok daha genç, dinamik bir nesil var. Gezi olayları ile ortaya çıkan bir orantısız zekâ var mesela, bizlerde de izleyici onu gördü. İzleyici yakında bizleri de sahiplenecek ve bize de alışacak belki de alıştı bile.
“İZLEYİCİ RİCHTER ÖLÇEĞİ GİBİ”
Haberde bazı spiker arkadaşlarınız kendi yorumlarını da katıyor ama siz pek o topa girmiyorsunuz neden?
Ekran her şeyi beş katı büyütüyor. Güzelseniz daha güzel, bilgeyseniz daha bilge görünüyorsunuz. Ama bunların tam tersiyse mesela cahilseniz daha cahil görünüyorsunuz. Herkes kendisine yakışanı yapıyor. Mesela Fatih Portakal sokakta muhabirken de yorum yapıyordu şimdi ana haber sunarken de. Ve bu ona çok yakışıyor ama bir de beni düşünün yıllarca sade bir tarz seçip sonra birden her konuya yorum yapan, atar yapan bir hale bürünürsem o izleyiciye samimi gelmez. Bırakın samimiyeti göze batar, sakil durur. Herkese yakışan bir dikim var. İzleyici Richter ölçeği gibi. Yaptığınız en küçük olayda o bilinçli izleyici size karşı samimiyetsizlik duyuyor ve sizden irite oluyor. Hele bir de kadın olunca bu daha çok göze batıyor.
Türkiye’de kadın olmak malumunuz çok zor, peki ya kadın gazeteci, haberci olmak nasıl?
Türkiye’de haberci olmak bir kez zor. Kadın olmak zor, kadın haberci olmak çok daha zor. Mesela kadın yıllarca güzelliğiyle öne çıkmış ama şimdi böyle bir şey yok. Çok emek veren, çok çalışan bir kadın profili var. Güzellik sadece bizden evvel izleyiciye ulaşan bir tavsiye mektubu. Ötesi yok. Eğer siz o güzelliğin altını doğru bilgilerle doldurmazsanız bir zaplık canınız olur. Türkiye’de okurdan çok yazar var ve iyi okurlar iyi yazarlardan da az. Bunun temel nedeni korkunç bir haber bombardımanı ve onu anlamlandırmaktaki zafiyet. Bir kere artık eskisi gibi dörtte beşte gelmek yok en geç 10’da işinin başında olacaksınız, Yemekle birlikte pişeceksin. Zor bir görev.
“KADIN ŞİDDET HABERLERİNİ SUNARKEN KAHROLUYORUM”
Okurken en zorlandığınız ve sunmak istemediğiniz haber tarzı ne?
Eti senin kemiği benim diye bir laf var ya ben ona diyorum ki habercilikte etiği senin kemiği benim. Çünkü etik-ahlak konusunda çok büyük bir karmaşa yaşıyoruz. Benim de sunarken en zorlandığım haberler kadın haberleri. Ben her gün Show Ana Haber’de en az iki üç kadın haberi sunuyorum. Korkunç haberler, kadın katli, kadın şiddeti. Bunu yaparken bir tarafım diyor ki; kadınlar sahipsiz değildir, bak emniyet, yargı harekete geçer şeklinde bir mesaj veriyorum ama diğer taraftan da diyorum ki “Acaba bunun propagandasını mı yapıyorum, daha mı çok özendirici oluyor, farkındalığı mı artırıyoruz” diye düşünüyorum. Orada çok ciddi acı çekiyorum. Üstelik kadın doğurandır, kadını yok etmek yaşamı yok etmektir ki dünyanın sonu da öyle gelir. Bir taraftan dünyanın sonunu getiren haberler veriyorsunuz ve bu beni kahrediyor.
“SADECE GERÇEKLERİ İZLEYİCİ İLE BULUŞTURUYORUZ”
Show Haber’in bir tarafı var mı?
Hiç yok. Bunu büyük bir gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Her şeyi söylemenin bir üslubu var. Bana Habertürk’te Enine Boyuna programında yandaş diyenler de oldu ama biz her şeyi söylüyor her konuğu alıyorduk. Her şeyi söylemenin bir üslubu var, iktidarı eleştirmenin de muhalefeti eleştirmenin de. Show Haber işte o usturuplu dili tutturmuş durumda. Gerçekleri mümkün olduğunca izleyici ile buluşturuyoruz önemli olan dil.
“TARİHTE HİÇBİR İKTİDAR BASIN KONUSUNDA ESNEK OLMAMIŞ”
Türkiye’de habercilik sanki değişti, eskiden zordu ama şimdi çok daha zor gibi değil mi?
Önümde bir kitap var. “Bir propaganda silahı basın” ismi. Açtım baktım milattan önce 213’te bile bu baskı varmış. Binlerce örnek var. Tarihte hiçbir iktidar bu konuda esnek olmamış ve basını bir propaganda silahı olarak kullanmış. Türkiye’de şu anda AK Parti iktidarı halkın sesi, hakkın sesidir sloganı ile çıktı ve çok başarılı oldu, halktan büyük destek aldı ve fakat halkın sesi, hakkın sesi derken tek sesliliğe gitme tehlikesi ile karşı karşıya kalınabiliyor. Bu tehlikeyi bertaraf etmek de bizlere düşüyor. Artık internet medyası yani sizler var. Sosyal medya, internet medyası varken de iki kişinin bildiği sır kalmıyor.
“GAZETECİ İKNA OLMAYA BAŞLAMIŞSA BURJUVALAŞMIŞTIR”
Sizde de var mı muhalif bir damar?
Gazeteciler ikna olmaya başlamışsa burjuvalaşmış demektir. Bir gazeteci ikna olmamalı. Bu sabahtan akşama kadar AK Parti'ye Ana muhalefet muhalefeti yapalım anlamına gelmiyor. Gazeteci dediğin fikri hür vicdanı hür bir bireydir ve bunun ortak paydası da tabii ki muhalefettir, ama tek bir fikre değil, her fikre. Muhalefetten kastım da sorgulamak ve ikna olmamaktır. Muhalefet illa her şeye karşı gelmek değildir.
“HER DOĞRUYU SÖYLEMENİN BİR ÜSLUBU VAR”
İkna olmayanlar da işsiz kalıyor sanki?
Burada denge, adalet ve üslup çok önemli. Emin olun benim şu ana kadar ekranda söylemek isteyip de söyleyemediğim hiçbir şey olmadı. Bunu büyük bir gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Sadece tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. Her doğruyu söylemenin üsluplu bir yolu var. Ve ben şu ana kadar daha tek bir müdahale ile karşı karşıya kalmadım. Bir program yaptığımda yüzde 50 AK Partililer’den yüzde 50 CHP’lilerden eleştiri alıyorsam, doğru yoldayımdır.
“SINIRSIZ MUTLULUK YOK”
Medyanın en büyük problemlerinden biri de sanırım oto sansür, herkes konuşurken iki kez düşünmek zorunda sanki ya da öyle hissediyor, sizde de böyle bir durum söz konusu mu?
Bir şekilde içinde bulunduğumuz dönem bizlere söylemek istediğimizi doğru zamanda, doğru yerde ve doğru şekilde söylemek gerektiğini dayatan bir dönem. Top tamamen sizde, üslubun şaşmadığı ve gerektiğinden fazla haddini aşmadığın sürece her soru herkese sorulur. Hiçbir taraf için sınırsız mutluluk yok.
“TÜRKİYE’DE İKTİDAR DEĞİL ANA MUHALEFET SORUNU VAR”
AK Parti iktidarını nasıl buluyorsunuz hem bir kadın olarak hem de bir kadın haberci olarak?
Türkiye’de bence iktidardan çok ana muhalefet sorunumuz var. Hiçbir iktidar sert bir muhalefetten mahrum kalarak güçlü olamaz. Tayyip Erdoğan tabanını nasıl korudu. Ne zamanki köşe yazarları AK Parti’ye “bidon kafalılar” dedi, “göbeğini kaşıyan adamlar” dedi bu iktidara daha büyük güç kazandırdı. Bence Türkiye’de bugün iktidardan çok ana muhalefet sorunumuz var. AK Parti ise ‘Halkın sesi, hakkın sesi’dirden çıkıp tek sesliliğe doğru gitmeye başladı. Bunu bertaraf edebilmek için güçlü bir muhalefete ihtiyaç var. Bunu kontrol etmek AK Parti’nin işi değil. İktidar dediğin zaten çok sesliliği sevmez. AK Parti çok çalışkan ve çok organize. Kol kırılıyor yen içinde kalıyor. Siz AK Parti’de kolay kolay çatlak ses duyamazsınız fakat dönün ana muhalefete, kendi içlerindeki iktidar mücadelesinden gerçekte iktidar olma mücadelesine yönelemiyorlar. Otoriterleşme eğilimi doğanın kanunu ve 11 yıllık bir iktidardan bahsediyoruz ama doğanın bir hakkı daha var o da muhalefet etme hakkı. O hakkı da muhalefet kullanamıyor. Bu hak kullanılmalı.
Muhalefet etmek çok kolay değil sanki.
Muhalefet etmekten ne anladığınıza bağlı bu…
“SÖZCÜ’NÜN SESİNİN YÜKSEK
ÇIKMASINDAN DAHA DOĞAL BİR ŞEY YOK”
Mesela medyada bile ben Sözcü dışında bir muhalif gazete göremiyorum…
Her medya bir kez bir ihtiyaçtan doğuyor ve bir boşluğu karşılamak için ortaya çıkıyor. Siz bir sesi kısarsanız o ses başka bir yerden daha yüksek çıkar. Sözcü’yü var eden orada bir araya gelen insanların sesinin kısılması. O insanların sesinin yüksek çıkmasından daha doğal başka bir şey yok. Fakat yüksek çıkan bir ses her zaman insanın haklılık payını öteler. Ne kadar sertleşirseniz, iktidara o kadar kendi tabanını konsolide etme hakkı veriyorsunuz. Sözcü bir ihtiyaçtan doğdu ama çok yüksek ses insanı haklıyken haksız duruma düşürebilir.
Medyanın geleceğinden umutlu musunuz?
Benim en sevdiğim şair Neruda’dır. Bütün çiçekleri koparabilirsiniz ama baharın gelişini engelleyemezsiniz diye bir lafı vardır. Medyanın durumu da budur. Dünyada her zaman fikirler sarkaç gibi bir o tarafa bir bu tarafa savrulur ve hiçbir iktidar zamanı geldiğinde uyanması gereken bir fikrin açığa çıkmasını engelleyemez. Medyanın ideal tanımına en yakın zamanda ulaşacağını düşünüyorum.
“FATİH SARAÇ GERÇEKTEN BAŞBABAKAN’A HAYRAN BİR İSİM”
Mesela bir ara “Alo Fatih”ler çok konuşuldu. Hem de sizin kurumda böyle bir olayın yaşanması sizi etkiledi mi o dönem?
Artık Başbakanlar dünyanın her yerinde büyük şirketlerin CEO'su. Başbakan mesela ABD’ye giderken yanında onlarca şirketin CEO'su vardı. Burası da sonuçta bir şirket ve buranın da bir patronu var. Gazete patronları sadece gazetelere sahipken özgürdür ama patronlar ne zaman başka işlere soyunurlar, devletten ihale alırlar işte o zaman medya patronlar için özgür olmaktan çıkar, hükümetler ve iktidarlar için özgür hale gelir. Bu dünyanın her yerinde böyledir. Alo Fatih de bu devinimin bir parçasıdır. Bu iş sadece zaten Alo Fatih’le de kalmadı, başka tapeleri de dinlediniz. Fakat size çok samimi bir şey söyleyeyim: O dönem bizim şirketimizin başında olan Mehmet Fatih Saraç Bey gerçekten Başbakan hayranı olan bir insan. Önemli olan tercihleri sorgulamak, o dönem neden böyle biri vardı ona bakmak lazım. Bence bu konu medya sosyolojisi kitaplarına bir kavram bir başlık olarak girecek.
Siz o dönem kendinizi ne kadar özgür hissedebiliyordunuz bu şartlarda?
Son derece özgürdüm. Öyle ki Gezi olayları olduğunda ben bu ekranda “Gezi olayları bir haysiyet kırılmasının ayaklanmasıdır” demişliğim var.
Zor bir süreçti Gezi olayları, özellikle medya açısından değil mi?
Hem de çok zor. Ama turnosal kâğıdı gibiydi de bir taraftan.
Hiç gittiniz mi oraya?
Elbette gittim. Hem de dünyanın 16 ayrı ülkesinden misafirliğe gelen 16 gazeteci arkadaşlarım vardı, Gezi tam da o dönemde oldu ve ben o arkadaşlarımı oraya götürdüm. Zaten toplumsal olaylara, sosyolojik faktörlere kör kalamazsınız hele de ben sosyolog olduğunu iddia eden bir insanken hiç kalamazdım. Kaldı ki burnumuzun dibi. Habertürk’e o kadar yakın bir yer ki… Oradaki gaz kokusu buraya kadar geliyordu, ben yerimden hiç kalkmadan tam 9 saat yayın yaptım ve o gaz kokusunu ciğerlerimde hissediyordum.
“GEZİ TÜRKİYE İÇİN ÖNEMLİ BİR SINAVDI”
Önemli bir sınav oldu sanki medya açısından?
Çok önemli bir sınavdı ama sadece medya vermedi o sınavı. Hiçbir şey zamanı gelmiş bir fikir kadar güçlü değildir. O uyuyan fikir zincirlerini kopardı ve yeni gençlik dedi ki; “Benim yaşam tarzıma, saçıma başıma, içkime, gülmeme karışma, karışsan bile en azından bu üslupla karışma” dedi. O dönem orantısız bir zekâ ile gençlik uyandı.
“DEVLET ŞİDDETİ GÖRDÜK”
Meydanlar bir nevi muhtıra mı verdi iktidara acaba?
Meydanların muhtırası dersek eğer meşruiyetini kaybettiririz. Çünkü bu ülkede muhtıra dediğimiz andan itibaren onun karşısında kim duruyorsa o kazanır. Muhtıra demeyelim ama çok önemli bir mesaj diyelim. Bence o mesaj da alındı Başbakan tarafından. Her konuda destek alan bir iktidar bir konuda ilk kez tepki aldı. Devletin sahibi değişse de şiddeti değişmiyor ve biz orada devlet şiddeti gördük.
Recep Tayyip Erdoğan, sonrası nasıl bir medya bekliyorsunuz?
Bir kez çok koşan terleyen Cumhurbaşkanı diyerek Tayyip Bey, mesajı verdi. Sahnenin önünde olduğunu görebiliriz. Dünya için çok zorlu bir zamandan geçiyoruz. Çinliler birbirine beddua ederken “Dilerim ilginç zamanlarda yaşarsın” dermiş, gerçekten ilginç zamanlarda yaşıyoruz. Çok zor bir zaman ve içeride barış ve bütünlüğü sağlayamazsan dışarıdaki o savaş sizi de çemberine alır ve coğrafi konum olarak çok kritik bir yerde bulunuyoruz. Dışarı ateşten gömlekken içeride çok daha dikkatli olmak lazım. Kendi insanınızı bu şartlarda ötekileştirme şansınız yok…
Hiç öteki hissettiğiniz oldu mu kendinizi?
Ötekileşmek için bir şeylerin bedelini ödemek lazım. Ben fikrimin, duruşumun, tercihlerimin bedelini ödemek zorunda hiç kalmadım. İnşallah da kalmam. Burada da işte üslup çok önemli.
Bence o üslup değil de sanki oto sansür. Bir kontrol mekanizması geliştirdik ister istemez. Yanılıyor muyum?
Oto sansür değil gerçekten, yapmıyorum da ama üslubuma dikkat ediyorum. Militanca davranmıyorum mesela. Eleştirirken bile titiz bir dil kullanırsan, karşı tarafa saygı gösterirsen, haddini aşmazsan hiçbir sorun yaşamazsın. Belli dönemlerde belli fikirleri yüksek sesle söyleyen insanları programa konuk almamak bazen üzücü oldu elbette ama bu benim değil kurumumun politikasıdır. Ama çok uç noktalarda olmadığı sürece yine de her konuğu aldık, eğer iktidara yakın biri varsa muhalefetten de bir isim mutlaka benim yayınlarımda oldu… Her soruyu da sordum. Vicdanım bu konuda rahat. Düşündüğüm her şey söyledim. Militanca yandaşlık yapmadım, karşı tarafı hiçbir zaman ötekileştirmedim…
“İŞCİNSEL BİR YAPIM VAR”
Birazda sizi konuşalım. Hayatınızın kaçta birini kendinize ayırabiliyorsunuz?
(Gülüyor) Bir kere ben işcinselim. Çünkü kendimi bildim bileli 6 gün çalışıyorum. Sizin ne kadar çok çalıştığınızı biliyorum ama ekranda olup da 6 gün çalışan başka bir spiker göremezsiniz, bu da benim fıtratımda var, çalışmadan duramam. Bu arada atlet olduğum için halen koşuyorum. Yemek yapmayı severim mesela ama Deniz benden bu konuda daha yetenekli olduğu için genelde o yapıyor.
Çok ilginç, en iyi yaptığı yemek nedir mesela?
Zeytinyağlı fasulyeyi inanılmaz güzel yapar. Mesela nefis kurabiyeler, dolmalar, pilavlar yapar. Bir erkek de bu kadar güzel yemek yapar mı diye sormadan edemiyorum bazen…
“DENİZ İLE LİSELİ ÂŞIKLAR GİBİYİZ”
Birlikte en çok ne yapmaktan keyif alıyorsunuz?
Bisiklete bineriz mesela. Deniz ile ilişkimizi liseli âşıklar gibi yaşıyoruz hala. Bir kere çok sadeleştirilmiş bir hayatımız var. Az her zaman çoktur diye bir laf var. Biz hayatı son derece abartısız yaşamayı seviyoruz. Normalde bizim sektörümüzde olan insanlar bu kadar sade bir hayat yaşamıyor. Biz mutluluğu çok basit şeylerde buluyoruz. Piknik yapıyoruz sahil yolunda, kitap okuyoruz. Adalara gidip bisiklet biniyoruz, birlikte yemek yiyoruz. Bunlar bize acayip iyi geliyor…
“BU YIL ŞİİR KİTABIM ÇIKIYOR”
Sürpriz yapmayı sever mi, romantik bir adam mı?
Deniz çok güzel şiir yazardı hatta Kelebeğin Rüyası’nda diyordu ya Yılmaz Erdoğan kadınlar için “En güzelinin bir şiirlik canı var” diye. Şimdi o şairlik bana geçti. Şimdi ben yazıyorum ve bunu da ilk kez söylüyorum bu yıl şiir kitabım çıkacak. Deniz romantik değil. Zor bir insan ama çok iyi bir dost. Çok güzel gitar ve saz çalar. Sürpriz kısmı ise daha çok bende. Ben yaparım.
Neler yaparsınız mesela?
Tatil için yer ayarlarım. Mesela bir akşam yemeği organize ederim. Farklı mekânlar, farklı tatlar keşfederiz birlikte…
Tek eksiğiniz anladığım kadarıyla bir çocuk galiba…
O da zamanı gelince olur inşallah (Gülüyor)
Çok güzel bir röportajdı. Çok keyif aldım ve aforizmalarınıza, bilgeliğinize hayran oldum…
Ben teşekkür ederim…
*************************************************************
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail: [email protected]
Çok başarılı bir ekran yüzüsünüz. Yakın bir zaman içinde de evlendiniz, çok yoğun bir tempoda çalıştığınızı biliyorum; nasıl yetişiyorsunuz hem iş hem de tabiri caiz ise ev hanımlığına?
(Gülüyor) Her kuş kendi türüyle uçar diye bir laf var. Sonuçta ben de kendi türümle uçuyorum. Eşim de bir televizyoncu olduğu için birbirimize çok da yabancı değiliz.
Zor olan da asıl aynı meslekte olmanız değil mi, çünkü her ikinizde çok yoğun oluyorsunuz ve birbirinize, eve vakit ayırmak daha da zorlaşıyor!
Aslında biz birbirimizi görmek için özel zaman yaratıyoruz. Çünkü günün iki zıt saatinde ekranlardayız. Birimiz sabah haberi, birimiz ise akşam… Düşünsenize 12 saat fark ile çalışıyoruz. Bildiğiniz birimiz Amerika birimiz Türkiye’de gibiyiz. Hollywood’da Warren Beaty’e sormuşlar “20 senedir evlisiniz ve bunu çok güzel sürdürüyorsunuz. Ve Hollywood’da teksiniz. Bunu nasıl başarıyorsunuz?” O da demiş ki “ Ayrı saatlerde evde bulunuyoruz, ayrı yerlerde tatile gidiyoruz, ayrı yerlerde yemek yiyoruz, ayrı saatlerde yatağa girip uyuyoruz. Dolayısı ile evliliğimiz hiç anlamını yitirmiyor.
Belki de evlilikteki o monotonlukta böylelikle hiç yaşanmıyor. Heyecan ve aşk hep taze kalıyor. Yanılıyor muyum?
Aynen öyle. Kaliteli zaman artıyor ve siz birbirinizi gerçekten görmek için zaman yaratmaya çalışıyorsunuz. O da ilişkinin kalitesini artırıyor.
“ÇOK ANAÇ BİR YAPIM VAR”
Peki, zor değil mi hem ev hanımlığı hem iş kadınlığı ve her ikisinde de başarılı olmak. Ekranlardan iyi biliyorum ama mesela evde nasıldır Ece?
Bir kez çok anaç bir tipim. Evime gelen insanları rahat ettirmek için adeta rahatlarını kaçırıyorum. Dur bir çay daha koyayım, dur arkana yastık koyayım, yok şunu da yiyin bunu da yiyin diye kendini parçalayan bir tipim. Evde insan ağırlamaya çok önem veriyorum ve bayılıyorum.
Anacım der demez aklıma ilk gelen şey bir bebek oldu. Düşünüyor musunuz?
Şimdilik düşünmüyoruz. Çünkü bu iş temposunda çok zor. Çok istiyoruz ama zamanı henüz gelmedi. Habertürk’e geldim geleli çok yoğun çalışıyorum. Şimdi Show TV de var. Haftanın 6 günü ful çalışmak hiç de kolay değil.
Bu yoğunlukta hiç tükenmişlik sendromu yaşadığınız oluyor mu?
Hayır yaşamıyorum. Hobim işim, işim hobim gibi. Ürettikçe çoğalan çoğalttıkça üreten insanlar vardır ben de kendimi öyle hissediyorum.
“ÖĞRENMEYİ VE OKUMAYI ÇOK SEVİYORUM”
Zaten araştırmayı çok sevdiğinizi duydum. Çok bilgedir dediler sizin için.
Hakikaten okumayı çok seviyorum. Benim bir sloganım var; Bilmek ölmektir, öğrenmek yaşamaktır diye. Biliyorum dediğim gün nabzımı bir kontrol edin, yaşamıyor olabilirim. Ne kadar çok öğrenirsem kendimi o kadar canlı ve hayatta hissediyorum.
“ANADİLDE KONUŞMA YASAĞINI İLK BİZ KALDIRDIK”
Peki, Deniz Bey’le olmak zor mu, o da mı sizin gibidir?
Biz krizi fırsata çevirdik, aynı dili konuşuyoruz bir kere. Evlilikte ana dil huzur ve anlayış. Biz anadilde konuşma yasağını kaldırdık. Karşılıklı huzur ve anlayış bizde var. Ve aynı dili kullanmak dünyanın en büyük lüksü ve biz onu tutturduk.
“DENİZ İLE RAKİP DEĞİLİZ”
Türkiye’nin en iddialı iki haber kanalı. Biri Cnntürk diğeri Habertürk. Aralarında da büyük rekabet var. Her ikinizde bu kanalların en sevilen ve artık aşina olunan yüzlerisiniz. Peki, aranızda rekabet var mı?
Hiç rekabet olmadı aramızda. Çünkü farklı kuşaklarda olduk hep. O sabah kuşağındayken ben Habertürk’te Akşam Raporu’nu sunuyordum. Şimdi de Show TV’de Ana Haber’deyim. Dolayısı ile hiç rekabet olmayacak…
“EŞİM TANIDIĞIM EN ZEKİ ERKEK”
Kıskanıyor mu sizi?
Zannetmiyorum. Deniz benim hayatta tanıdığım en zeki adamlardan biri. Satranç oynar gibi yaşar hayatı ve hiç fire vermez. Dolayısı ile kıskansa bile belli etmez. Ben hiç hissetmedim bugüne kadar.
Beğeniyor musunuz ekranda birbirinizi?
Ben onu ekranda çok rahat ve samimi buluyorum.
“TÜRKİYE’DE HABER SUNMAK KORKU FİLMİ SUNMAK GİBİ”
Peki, Deniz Bey sizi nasıl buluyor?
O beni daha sık eleştiriyor. Özellikle Show TV’ye geçtikten sonra mimiklerime daha çok dikkat eder oldu. Konuşma tarzıma, sıcaklığıma bakıyor sürekli. Ben ister istemez ciddileşebiliyorum ve sert bir mizacım olabiliyor ekranda. Ama birileri birilerini öldürürken, katlederken, birileri sürekli ölürken veya kavga ederken yani hep bu tarz haberler sunarken insan çok da gülemiyor.
Türkiye’deki gündem korku filmi gibi, böyle bir gündemde nasıl mutlu ekrana çıkılabilir.Ben henüz onun formülünü bulamadım bulan varsa buyursun gelsin (Gülüyor)
“SHOW HABERİN DE GÜCÜ ÖZGÜRLÜĞÜNDE”
Türkiye’de Ancorwomanlık hiç de kolay olmasa gerek… Peki, Show Ana Haber nasıldır, yayın politikasını biraz bize anlatır mısın?
Show Ana Haber’in yayın politikası Habertürk’ten çok da farklı değil. Aynı patronaj var neticede ve gücü özgürlüğünde sloganı Show Haber için de geçerli. Hemen her haberi görmeye çalışıyoruz, yelpazemiz çok geniş. Magazin haberi de veriyoruz siyaset de. Bu bir süpermarket, insanlar geliyor ve neye ihtiyacı varsa onu alıyor, sizde o ürünü bir tezgâha seriyorsunuz. Tabii Show TV gibi kanalların haber kanallarından bir de farkı var. Haber kanallarının bir haberi verirken onu çok izlenir kılmak, çok cazip kılmak gibi bir derdi, kaygısı olmayabiliyor ama büyük kanallarda günde bir öğün yemek çıkarıyorsunuz ve o yemeğin hem çok sıcak hem lezzetli, iştah açıcı olması hem de gel gel yapabilmesi lazım. Rekabetin çok kızıştığı bir alan. Reyting kaygısı var. Her sabah reytinglere bakıyorsunuz. Mesela her sabah kaçıncı sıradayım diye baktığınızda o kalp jimnastiğini mutlaka yaşıyorsunuz.
“BİR ARA ÇAKILDIK REYTİNGLERDE ŞİMDİ ÇOK İYİYİZ”
Açık konuşmak gerekirse Show Haberin reytingleri bir ara çok düşüktü, bunu size mal etmek isteyenler de oldu, neler söylersiniz bununla ilgili?
En başta kötü gitti ama bu aslında birçok sebeple alakalıydı. Bir geçiş dönemi yaşanıyordu. Siz istediğiniz kadar iyi haber hazırlayın, bazen olmayınca olmuyor. Bunu bire bir sizin başarınız ya da başarısızlığınızla ilişkilendirmek çok acımasızca olur. O dönem yargısız infaz oldu ve beni kimse dinlemedi ve ben kendimi çok çaresiz hissettim. Hele o dönem bültenin iyi olması için hiçbir ekstra bir çalışma hiç yoktu. Teknik sıkıntılarımız vardı, TMSF’ ye geçmiştik. Mesela Balyoz tahliyelerinin olduğu günü hatırlayın. O gün yayının olmazsa olmazı nedir? İlk15 dakika Silivri önünden canlı yayın yaparsınız ve biz o gün oradan canlı yayın yapamadık. Dolayısı ile izleyici başka kanallara kaçtı. Tamamen teknik sıkıntıydı ama ertesi gün ne denildi, bunlar Balyoz tahliyelerini görmedi. Doğal olarak ertesi gün çakıldık. Fatura da ekrandakine kesildi. Dikkat ettiyseniz genel yayın yönetmeni değişti ve Ramazan Kurnaz başımıza geldiğinden bu yana gayet iyi gidiyoruz. Birinci olduk çok kez.
“SADECE ÖNÜME BAKIYORUM, TEK RAKİBİM KENDİM”
Ana haberde en büyük rakip gördüğünüz isim kim?
Ben atletim ve çok uzun süre atletizm ile ilgilendim, bizde en büyük yanlış sağına soluna bakmaktır çünkü saniyelerin bile önemi vardır. Ben sağımdaki ve solumdaki ile ilgilenmekten ziyade kendi önüme bakıyorum. Sürekli kendimi geliştirmeye çalışıyorum. İnsanın en büyük rakibi kendisidir. Artık hiç kimse de promter kullanmaya çalışmıyor. Mutfakta emek veriyor tüm ana haberlerdeki arkadaşlarım. Yemek birlikte pişiriliyor ve sunuluyor. İzleyici de artık çok bilinçli, onları kandırmak eskisi kadar kolay değil. Bir zaplık canımız var. Herkes en iyisini yapmaya çalışıyor.
“BİR ZAPLIK CANIMIZ VAR”
Ana Haberlerde sanki eski heyecan yok gibi, bunu neye bağlamak lazım. Mesela önceden Birandlar, Uğur Dündarlar ve kıran kırana mücadele vardı?
Aynı fikirde değilim. Alışkanlıklarımız en zor vazgeçtiğimiz şeyler. 20-30 sene ekranda olan isimlerden bahsediyorsunuz. Onlar artık ailemizden biri gibi olmuştu. İzleyici her gün aynı saatte evlerine onları misafir etti. Bunu unutmak kolay değil ama şimdi çok daha genç, dinamik bir nesil var. Gezi olayları ile ortaya çıkan bir orantısız zekâ var mesela, bizlerde de izleyici onu gördü. İzleyici yakında bizleri de sahiplenecek ve bize de alışacak belki de alıştı bile.
“İZLEYİCİ RİCHTER ÖLÇEĞİ GİBİ”
Haberde bazı spiker arkadaşlarınız kendi yorumlarını da katıyor ama siz pek o topa girmiyorsunuz neden?
Ekran her şeyi beş katı büyütüyor. Güzelseniz daha güzel, bilgeyseniz daha bilge görünüyorsunuz. Ama bunların tam tersiyse mesela cahilseniz daha cahil görünüyorsunuz. Herkes kendisine yakışanı yapıyor. Mesela Fatih Portakal sokakta muhabirken de yorum yapıyordu şimdi ana haber sunarken de. Ve bu ona çok yakışıyor ama bir de beni düşünün yıllarca sade bir tarz seçip sonra birden her konuya yorum yapan, atar yapan bir hale bürünürsem o izleyiciye samimi gelmez. Bırakın samimiyeti göze batar, sakil durur. Herkese yakışan bir dikim var. İzleyici Richter ölçeği gibi. Yaptığınız en küçük olayda o bilinçli izleyici size karşı samimiyetsizlik duyuyor ve sizden irite oluyor. Hele bir de kadın olunca bu daha çok göze batıyor.
Türkiye’de kadın olmak malumunuz çok zor, peki ya kadın gazeteci, haberci olmak nasıl?
Türkiye’de haberci olmak bir kez zor. Kadın olmak zor, kadın haberci olmak çok daha zor. Mesela kadın yıllarca güzelliğiyle öne çıkmış ama şimdi böyle bir şey yok. Çok emek veren, çok çalışan bir kadın profili var. Güzellik sadece bizden evvel izleyiciye ulaşan bir tavsiye mektubu. Ötesi yok. Eğer siz o güzelliğin altını doğru bilgilerle doldurmazsanız bir zaplık canınız olur. Türkiye’de okurdan çok yazar var ve iyi okurlar iyi yazarlardan da az. Bunun temel nedeni korkunç bir haber bombardımanı ve onu anlamlandırmaktaki zafiyet. Bir kere artık eskisi gibi dörtte beşte gelmek yok en geç 10’da işinin başında olacaksınız, Yemekle birlikte pişeceksin. Zor bir görev.
“KADIN ŞİDDET HABERLERİNİ SUNARKEN KAHROLUYORUM”
Okurken en zorlandığınız ve sunmak istemediğiniz haber tarzı ne?
Eti senin kemiği benim diye bir laf var ya ben ona diyorum ki habercilikte etiği senin kemiği benim. Çünkü etik-ahlak konusunda çok büyük bir karmaşa yaşıyoruz. Benim de sunarken en zorlandığım haberler kadın haberleri. Ben her gün Show Ana Haber’de en az iki üç kadın haberi sunuyorum. Korkunç haberler, kadın katli, kadın şiddeti. Bunu yaparken bir tarafım diyor ki; kadınlar sahipsiz değildir, bak emniyet, yargı harekete geçer şeklinde bir mesaj veriyorum ama diğer taraftan da diyorum ki “Acaba bunun propagandasını mı yapıyorum, daha mı çok özendirici oluyor, farkındalığı mı artırıyoruz” diye düşünüyorum. Orada çok ciddi acı çekiyorum. Üstelik kadın doğurandır, kadını yok etmek yaşamı yok etmektir ki dünyanın sonu da öyle gelir. Bir taraftan dünyanın sonunu getiren haberler veriyorsunuz ve bu beni kahrediyor.
“SADECE GERÇEKLERİ İZLEYİCİ İLE BULUŞTURUYORUZ”
Show Haber’in bir tarafı var mı?
Hiç yok. Bunu büyük bir gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Her şeyi söylemenin bir üslubu var. Bana Habertürk’te Enine Boyuna programında yandaş diyenler de oldu ama biz her şeyi söylüyor her konuğu alıyorduk. Her şeyi söylemenin bir üslubu var, iktidarı eleştirmenin de muhalefeti eleştirmenin de. Show Haber işte o usturuplu dili tutturmuş durumda. Gerçekleri mümkün olduğunca izleyici ile buluşturuyoruz önemli olan dil.
“TARİHTE HİÇBİR İKTİDAR BASIN KONUSUNDA ESNEK OLMAMIŞ”
Türkiye’de habercilik sanki değişti, eskiden zordu ama şimdi çok daha zor gibi değil mi?
Önümde bir kitap var. “Bir propaganda silahı basın” ismi. Açtım baktım milattan önce 213’te bile bu baskı varmış. Binlerce örnek var. Tarihte hiçbir iktidar bu konuda esnek olmamış ve basını bir propaganda silahı olarak kullanmış. Türkiye’de şu anda AK Parti iktidarı halkın sesi, hakkın sesidir sloganı ile çıktı ve çok başarılı oldu, halktan büyük destek aldı ve fakat halkın sesi, hakkın sesi derken tek sesliliğe gitme tehlikesi ile karşı karşıya kalınabiliyor. Bu tehlikeyi bertaraf etmek de bizlere düşüyor. Artık internet medyası yani sizler var. Sosyal medya, internet medyası varken de iki kişinin bildiği sır kalmıyor.
“GAZETECİ İKNA OLMAYA BAŞLAMIŞSA BURJUVALAŞMIŞTIR”
Sizde de var mı muhalif bir damar?
Gazeteciler ikna olmaya başlamışsa burjuvalaşmış demektir. Bir gazeteci ikna olmamalı. Bu sabahtan akşama kadar AK Parti'ye Ana muhalefet muhalefeti yapalım anlamına gelmiyor. Gazeteci dediğin fikri hür vicdanı hür bir bireydir ve bunun ortak paydası da tabii ki muhalefettir, ama tek bir fikre değil, her fikre. Muhalefetten kastım da sorgulamak ve ikna olmamaktır. Muhalefet illa her şeye karşı gelmek değildir.
“HER DOĞRUYU SÖYLEMENİN BİR ÜSLUBU VAR”
İkna olmayanlar da işsiz kalıyor sanki?
Burada denge, adalet ve üslup çok önemli. Emin olun benim şu ana kadar ekranda söylemek isteyip de söyleyemediğim hiçbir şey olmadı. Bunu büyük bir gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Sadece tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. Her doğruyu söylemenin üsluplu bir yolu var. Ve ben şu ana kadar daha tek bir müdahale ile karşı karşıya kalmadım. Bir program yaptığımda yüzde 50 AK Partililer’den yüzde 50 CHP’lilerden eleştiri alıyorsam, doğru yoldayımdır.
“SINIRSIZ MUTLULUK YOK”
Medyanın en büyük problemlerinden biri de sanırım oto sansür, herkes konuşurken iki kez düşünmek zorunda sanki ya da öyle hissediyor, sizde de böyle bir durum söz konusu mu?
Bir şekilde içinde bulunduğumuz dönem bizlere söylemek istediğimizi doğru zamanda, doğru yerde ve doğru şekilde söylemek gerektiğini dayatan bir dönem. Top tamamen sizde, üslubun şaşmadığı ve gerektiğinden fazla haddini aşmadığın sürece her soru herkese sorulur. Hiçbir taraf için sınırsız mutluluk yok.
“TÜRKİYE’DE İKTİDAR DEĞİL ANA MUHALEFET SORUNU VAR”
AK Parti iktidarını nasıl buluyorsunuz hem bir kadın olarak hem de bir kadın haberci olarak?
Türkiye’de bence iktidardan çok ana muhalefet sorunumuz var. Hiçbir iktidar sert bir muhalefetten mahrum kalarak güçlü olamaz. Tayyip Erdoğan tabanını nasıl korudu. Ne zamanki köşe yazarları AK Parti’ye “bidon kafalılar” dedi, “göbeğini kaşıyan adamlar” dedi bu iktidara daha büyük güç kazandırdı. Bence Türkiye’de bugün iktidardan çok ana muhalefet sorunumuz var. AK Parti ise ‘Halkın sesi, hakkın sesi’dirden çıkıp tek sesliliğe doğru gitmeye başladı. Bunu bertaraf edebilmek için güçlü bir muhalefete ihtiyaç var. Bunu kontrol etmek AK Parti’nin işi değil. İktidar dediğin zaten çok sesliliği sevmez. AK Parti çok çalışkan ve çok organize. Kol kırılıyor yen içinde kalıyor. Siz AK Parti’de kolay kolay çatlak ses duyamazsınız fakat dönün ana muhalefete, kendi içlerindeki iktidar mücadelesinden gerçekte iktidar olma mücadelesine yönelemiyorlar. Otoriterleşme eğilimi doğanın kanunu ve 11 yıllık bir iktidardan bahsediyoruz ama doğanın bir hakkı daha var o da muhalefet etme hakkı. O hakkı da muhalefet kullanamıyor. Bu hak kullanılmalı.
Muhalefet etmek çok kolay değil sanki.
Muhalefet etmekten ne anladığınıza bağlı bu…
“SÖZCÜ’NÜN SESİNİN YÜKSEK
ÇIKMASINDAN DAHA DOĞAL BİR ŞEY YOK”
Mesela medyada bile ben Sözcü dışında bir muhalif gazete göremiyorum…
Her medya bir kez bir ihtiyaçtan doğuyor ve bir boşluğu karşılamak için ortaya çıkıyor. Siz bir sesi kısarsanız o ses başka bir yerden daha yüksek çıkar. Sözcü’yü var eden orada bir araya gelen insanların sesinin kısılması. O insanların sesinin yüksek çıkmasından daha doğal başka bir şey yok. Fakat yüksek çıkan bir ses her zaman insanın haklılık payını öteler. Ne kadar sertleşirseniz, iktidara o kadar kendi tabanını konsolide etme hakkı veriyorsunuz. Sözcü bir ihtiyaçtan doğdu ama çok yüksek ses insanı haklıyken haksız duruma düşürebilir.
Medyanın geleceğinden umutlu musunuz?
Benim en sevdiğim şair Neruda’dır. Bütün çiçekleri koparabilirsiniz ama baharın gelişini engelleyemezsiniz diye bir lafı vardır. Medyanın durumu da budur. Dünyada her zaman fikirler sarkaç gibi bir o tarafa bir bu tarafa savrulur ve hiçbir iktidar zamanı geldiğinde uyanması gereken bir fikrin açığa çıkmasını engelleyemez. Medyanın ideal tanımına en yakın zamanda ulaşacağını düşünüyorum.
“FATİH SARAÇ GERÇEKTEN BAŞBABAKAN’A HAYRAN BİR İSİM”
Mesela bir ara “Alo Fatih”ler çok konuşuldu. Hem de sizin kurumda böyle bir olayın yaşanması sizi etkiledi mi o dönem?
Artık Başbakanlar dünyanın her yerinde büyük şirketlerin CEO'su. Başbakan mesela ABD’ye giderken yanında onlarca şirketin CEO'su vardı. Burası da sonuçta bir şirket ve buranın da bir patronu var. Gazete patronları sadece gazetelere sahipken özgürdür ama patronlar ne zaman başka işlere soyunurlar, devletten ihale alırlar işte o zaman medya patronlar için özgür olmaktan çıkar, hükümetler ve iktidarlar için özgür hale gelir. Bu dünyanın her yerinde böyledir. Alo Fatih de bu devinimin bir parçasıdır. Bu iş sadece zaten Alo Fatih’le de kalmadı, başka tapeleri de dinlediniz. Fakat size çok samimi bir şey söyleyeyim: O dönem bizim şirketimizin başında olan Mehmet Fatih Saraç Bey gerçekten Başbakan hayranı olan bir insan. Önemli olan tercihleri sorgulamak, o dönem neden böyle biri vardı ona bakmak lazım. Bence bu konu medya sosyolojisi kitaplarına bir kavram bir başlık olarak girecek.
Siz o dönem kendinizi ne kadar özgür hissedebiliyordunuz bu şartlarda?
Son derece özgürdüm. Öyle ki Gezi olayları olduğunda ben bu ekranda “Gezi olayları bir haysiyet kırılmasının ayaklanmasıdır” demişliğim var.
Zor bir süreçti Gezi olayları, özellikle medya açısından değil mi?
Hem de çok zor. Ama turnosal kâğıdı gibiydi de bir taraftan.
Hiç gittiniz mi oraya?
Elbette gittim. Hem de dünyanın 16 ayrı ülkesinden misafirliğe gelen 16 gazeteci arkadaşlarım vardı, Gezi tam da o dönemde oldu ve ben o arkadaşlarımı oraya götürdüm. Zaten toplumsal olaylara, sosyolojik faktörlere kör kalamazsınız hele de ben sosyolog olduğunu iddia eden bir insanken hiç kalamazdım. Kaldı ki burnumuzun dibi. Habertürk’e o kadar yakın bir yer ki… Oradaki gaz kokusu buraya kadar geliyordu, ben yerimden hiç kalkmadan tam 9 saat yayın yaptım ve o gaz kokusunu ciğerlerimde hissediyordum.
“GEZİ TÜRKİYE İÇİN ÖNEMLİ BİR SINAVDI”
Önemli bir sınav oldu sanki medya açısından?
Çok önemli bir sınavdı ama sadece medya vermedi o sınavı. Hiçbir şey zamanı gelmiş bir fikir kadar güçlü değildir. O uyuyan fikir zincirlerini kopardı ve yeni gençlik dedi ki; “Benim yaşam tarzıma, saçıma başıma, içkime, gülmeme karışma, karışsan bile en azından bu üslupla karışma” dedi. O dönem orantısız bir zekâ ile gençlik uyandı.
“DEVLET ŞİDDETİ GÖRDÜK”
Meydanlar bir nevi muhtıra mı verdi iktidara acaba?
Meydanların muhtırası dersek eğer meşruiyetini kaybettiririz. Çünkü bu ülkede muhtıra dediğimiz andan itibaren onun karşısında kim duruyorsa o kazanır. Muhtıra demeyelim ama çok önemli bir mesaj diyelim. Bence o mesaj da alındı Başbakan tarafından. Her konuda destek alan bir iktidar bir konuda ilk kez tepki aldı. Devletin sahibi değişse de şiddeti değişmiyor ve biz orada devlet şiddeti gördük.
Recep Tayyip Erdoğan, sonrası nasıl bir medya bekliyorsunuz?
Bir kez çok koşan terleyen Cumhurbaşkanı diyerek Tayyip Bey, mesajı verdi. Sahnenin önünde olduğunu görebiliriz. Dünya için çok zorlu bir zamandan geçiyoruz. Çinliler birbirine beddua ederken “Dilerim ilginç zamanlarda yaşarsın” dermiş, gerçekten ilginç zamanlarda yaşıyoruz. Çok zor bir zaman ve içeride barış ve bütünlüğü sağlayamazsan dışarıdaki o savaş sizi de çemberine alır ve coğrafi konum olarak çok kritik bir yerde bulunuyoruz. Dışarı ateşten gömlekken içeride çok daha dikkatli olmak lazım. Kendi insanınızı bu şartlarda ötekileştirme şansınız yok…
Hiç öteki hissettiğiniz oldu mu kendinizi?
Ötekileşmek için bir şeylerin bedelini ödemek lazım. Ben fikrimin, duruşumun, tercihlerimin bedelini ödemek zorunda hiç kalmadım. İnşallah da kalmam. Burada da işte üslup çok önemli.
Bence o üslup değil de sanki oto sansür. Bir kontrol mekanizması geliştirdik ister istemez. Yanılıyor muyum?
Oto sansür değil gerçekten, yapmıyorum da ama üslubuma dikkat ediyorum. Militanca davranmıyorum mesela. Eleştirirken bile titiz bir dil kullanırsan, karşı tarafa saygı gösterirsen, haddini aşmazsan hiçbir sorun yaşamazsın. Belli dönemlerde belli fikirleri yüksek sesle söyleyen insanları programa konuk almamak bazen üzücü oldu elbette ama bu benim değil kurumumun politikasıdır. Ama çok uç noktalarda olmadığı sürece yine de her konuğu aldık, eğer iktidara yakın biri varsa muhalefetten de bir isim mutlaka benim yayınlarımda oldu… Her soruyu da sordum. Vicdanım bu konuda rahat. Düşündüğüm her şey söyledim. Militanca yandaşlık yapmadım, karşı tarafı hiçbir zaman ötekileştirmedim…
“İŞCİNSEL BİR YAPIM VAR”
Birazda sizi konuşalım. Hayatınızın kaçta birini kendinize ayırabiliyorsunuz?
(Gülüyor) Bir kere ben işcinselim. Çünkü kendimi bildim bileli 6 gün çalışıyorum. Sizin ne kadar çok çalıştığınızı biliyorum ama ekranda olup da 6 gün çalışan başka bir spiker göremezsiniz, bu da benim fıtratımda var, çalışmadan duramam. Bu arada atlet olduğum için halen koşuyorum. Yemek yapmayı severim mesela ama Deniz benden bu konuda daha yetenekli olduğu için genelde o yapıyor.
Çok ilginç, en iyi yaptığı yemek nedir mesela?
Zeytinyağlı fasulyeyi inanılmaz güzel yapar. Mesela nefis kurabiyeler, dolmalar, pilavlar yapar. Bir erkek de bu kadar güzel yemek yapar mı diye sormadan edemiyorum bazen…
“DENİZ İLE LİSELİ ÂŞIKLAR GİBİYİZ”
Birlikte en çok ne yapmaktan keyif alıyorsunuz?
Bisiklete bineriz mesela. Deniz ile ilişkimizi liseli âşıklar gibi yaşıyoruz hala. Bir kere çok sadeleştirilmiş bir hayatımız var. Az her zaman çoktur diye bir laf var. Biz hayatı son derece abartısız yaşamayı seviyoruz. Normalde bizim sektörümüzde olan insanlar bu kadar sade bir hayat yaşamıyor. Biz mutluluğu çok basit şeylerde buluyoruz. Piknik yapıyoruz sahil yolunda, kitap okuyoruz. Adalara gidip bisiklet biniyoruz, birlikte yemek yiyoruz. Bunlar bize acayip iyi geliyor…
“BU YIL ŞİİR KİTABIM ÇIKIYOR”
Sürpriz yapmayı sever mi, romantik bir adam mı?
Deniz çok güzel şiir yazardı hatta Kelebeğin Rüyası’nda diyordu ya Yılmaz Erdoğan kadınlar için “En güzelinin bir şiirlik canı var” diye. Şimdi o şairlik bana geçti. Şimdi ben yazıyorum ve bunu da ilk kez söylüyorum bu yıl şiir kitabım çıkacak. Deniz romantik değil. Zor bir insan ama çok iyi bir dost. Çok güzel gitar ve saz çalar. Sürpriz kısmı ise daha çok bende. Ben yaparım.
Neler yaparsınız mesela?
Tatil için yer ayarlarım. Mesela bir akşam yemeği organize ederim. Farklı mekânlar, farklı tatlar keşfederiz birlikte…
Tek eksiğiniz anladığım kadarıyla bir çocuk galiba…
O da zamanı gelince olur inşallah (Gülüyor)
Çok güzel bir röportajdı. Çok keyif aldım ve aforizmalarınıza, bilgeliğinize hayran oldum…
Ben teşekkür ederim…