06 Mayıs 2016 09:23 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:30

Adı "Pelikan Dosyası" ile anılan Hilal Kaplan açıkladı: Davutoğlu neden gönderildi?

Adı "Pelikan dosyası" ile anılan Sabah gazetesi yazarı Hilal Kaplan, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun neden gönderildiğini yazdı.

Hilal Kaplan, Davutoğlu'nun iktidar mücadelesine girdiğini, Avrupa Parlamentosu Başkanı Schulz'un 'muhatabımız Erdoğan değil, Davutoğlu'dur' gibi 'arayı açacak' söylemlere itiraz etmediğini söyledi.

Hilal Kaplan'ın saydığı diğer maddeler ise, Pelikan dosyasındakilerle benzerlik gösteriyor.

"PELİKAN DOSYASI"NI HİLAL KAPLAN'IN EŞİ YAZDI

Krizi tetikleyen yazı olarak bilinen "Pelikan dosyası"nı Hilal Kaplan'ın eşi Süheyb Öğüt'ün yazdığı belirtilmişti.

İşte Hilal Kaplan'ın Sabah gazetesindeki "Buraya nasıl gelindi" başlıklı yazısı:

"Geçtiğimiz cuma günü, Ak Parti Merkez Karar ve Yürütme Kurulu üyelerinin, üç kişi hariç, il ve ilçe başkanı atama kararını Başbakan Ahmet Davutoğlu'ndan alması, gelmekte olana dair en somut işaretti aslında.

Böylelikle Davutoğlu, karar alma ve uygulama açısından parti üzerindeki tasarruf gücünü nerdeyse tümüyle yitirmişti.

Bu kırılmada, 1 Kasım seçimlerinden sonra il ve ilçe başkanı atama sürecinde istişare etmeden ve başarılı, çalışkan, halkın sevdiği başkanların bile tasfiye edilip yerine istisnalar hariç teşkilata uzak kişilerin getirilmesi gibi kararların alınması etkili olmuştu elbette. Ama bundan çok, Davutoğlu'nun 20 aylık Başbakanlık performansı sürecinde oluşan bazı çatlaklar bu sonucu doğurdu.

Bazen zaaf denebilecek şekilde vefalı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ve parti MKYK'sının neden bu kararı aldığını soğukkanlı yaklaşarak analiz etmek gerekir. Pek çok başlık var ama onlardan bazıları:

Erdoğan'ın rızası alınmadan Dolmabahçe açıklamasının yapılması ve ardından gelen Öcalan'la görüşecek İzleme Komitesi girişimi.

Milletvekili aday listeleri hazırlanırken istişareden kaçınılması.

7 Haziran seçimlerine gidilirken Başkanlık sisteminin birkaç cümle hariç hiç savunulmayarak Erdoğan'ın şahsi meselesi gibi gösterilmesi.

Ekonomi yönetiminde 'faizci' anlayışa aykırı bir paradigma geliştirilmesine uzun süre direnilmesi.

AB ile Schengen süreci, sanki Erdoğan'ın Başbakanlığında 2013'te başlamamış gibi 'mültecileri al, Schengen'i ver' şeklinde formüle edilen bir pazarlık görüntüsünün verilmesi.

AB ile yakınlaşırken, Avrupa Parlamentosu Başkanı Schulz'un 'muhatabımız Erdoğan değil, Davutoğlu'dur' açıklamasında olduğu gibi 'arayı açacak' söylemlere hiç itiraz edilmemiş olması.

Valiler Kararnamesi'nin tercih farklılıkları yüzünden aylarca ertelenmesi; bazı bakanların müsteşar atamasına bile izin verilmemesi;

Ankara'ya Emniyet Müdürü atanmasının gecikmesiyle ayyuka çıkan atama krizleri, vb...

18 Ağustos 2014'te, "Başbakan Adayım" başlıklı yazımda, Davutoğlu'nun Başbakan olmasına açıktan destek vermiş bir isim olduğum için bu tabloyu arz etmek benim açımdan oldukça zor.

Ancak sistem dönüşümü, ekonomik atılım, inşa ve ihyadan ziyade, partiyi ve devleti kontrole ağırlık verip, yabancı ülkelerle ilişkiyi güç kazanmanın bir vesilesiymiş gibi konumlandırmak maalesef bunu gerekli kılıyor.

Yabancı basının başlıklarında bile 'Davutoğlu iktidar mücadelesini kaybetti' denmesi çok şey anlatıyor. Zira Cumhurbaşkanı ve parlamentonun halk tarafından seçilmesine uygun olarak sistemin dizayn edilmesi gerekirken, iktidar mücadelesine girişildi.

Bununla beraber Davutoğlu, 2014'teki Genel Başkanlığı kabul konuşmasında dile getirdiği, "Bizde kongreler parçalanmaya değil, bütünleşmeye, yeniden enerji üretmeye vesiledir. Faniler için yenilenme kaçınılmazdır. Baki olan davadır" sözlerinin hakkını vermiştir.

Ak Parti'nin yolunun açık olmasını, bu ülkenin yolunun açık olması ile eşdeğer gördüğüm için, gelinen noktanın hayra vesile olmasını diliyorum."