21 Kas 2006 22:34 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 12:46

ADAMI SİRK HAYVANI GİBİ KULLANIR SONRA DA ORTADA BIRAKIRLAR!..

İletişim uzmanı Yusuf Kaplan 'kendisine rol biçildi' dediği Ahmet Hakan'a tavsiyede bulundu: "Hürriyetçiler yazarını sirk hayvanına dönüştürür bir süre tef çalıp oynattıktan sonra,kendi kaderlerine terk etmekte en küçük bir tereddüt bile duymazlar"

İHL'lerin ve Ahmet Hakan'ın "rolü"

İnsanın ve gezegenimizin varlığını tehdit eden bir bunalım sürecinden geçiyoruz. Batı sivilizasyonun geliştirdiği ve kendisi dışındaki bütün medeniyetlere hayat ve varolma hakkı tanımayan; uygarlaşma, demokratikleşme kılıflarıyla üstü örtülen, Baudrillard, Virilio, Deleuze, Zizek gibi yaşayan büyük düşünürlerin de bir barbarlaşma süreci olarak gördükleri bir hayat-memat süreci bu.

Bu büyük bunalımdan bütün insanlık ve biz Müslümanlar da nasibimizi aldık; yerimizi, yönümüzü ve rolümüzü kaybettik: Büyük bir medeniyet buhranıyla karşı karşıyayız.

Varlık nedenini İslâm'la ilişkilendirerek tanımlayan "eski Türkiye" tarihe karıştı; varlık nedenini İslâm'la ilişkilendirmeden tarif ve tayin eden yeni, laik bir Türkiye kuruldu: Bir dünya ve hayat tasavvuru olan İslâm'ı bu toplumun hayatından uzaklaştırmayı varlık nedeni olarak benimsedi ve bunu yaklaşık 150 yıldır, bir "sosyal sözleşme" yapmadan toplumun tümüne tepeden dayatmaya çalışıyor.

İngilizler, Fransızlar, Almanlar, 100 yıl, 200 yıl, 500 yıl önceki varlık nedenlerini terk etmediler. Ama biz terk ettik. Üstelik de, kendileriyle savaştığımız, bu Batı ülkelerinin varlık nedenlerini kendi varlık nedenimiz olarak benimsedik. İyi de, neden ve ne adına savaştık ki biz Batılılarla?

150 yıllık metamorfoz (başkalaşma) sürecimiz, sonuçlarını vermeye başladı: Bu ülkede, biri varlık nedenini İslâm'la açıklayan, diğeri de laiklikle açıklayan iki ayrı millet oluşmak üzere. Bu gidiş, bizi, tahayyül bile edemeyeceğimiz felaketlerin eşiğine sürükleyebilir. Birazcık tarih ve toplum felsefesi bilgisi, bunu görmek için yeterlidir.

Yaşadığımız kültürel şizofreni, tehlikeli bir kişilik, kimlik ve varlık bölünmesine çoktan yol açmaya başladı bile.

Oysa Türkiye'nin topyekûn sekülerleşmesi, bütün iddialarını, varlık nedenini ve tarihî rolünü yeniden üstlenebilme imkânlarını yitirmesiyle sonuçlanacaktır.

İşte İmam-Hatip Liseleri (İHL), Türkiye'ye varlık nedenini hatırlatacak yegâne "kaynak"lardı/r. İHL'ler, bu ülkeye en az 50 yıl kazandırmıştır. İHL'lere, din eğitimi veren kurumlar olarak bakmak, İHL'lerin gerçek fonksiyonlarını görememek demektir.

Batı ülkelerindeki bütün orta eğitim kurumları, birer İHL'dir; İHL'lerin gördüğü, ya da görmesi gereken rolü ve fonksiyonu yerine getiriler: Batı'daki bütün orta eğitim kurumları, çocuklara, Batı kültürü, tarihi, sanatı, düşüncesi ve medeniyeti şuuru ve şiarları kazandırırlar; bizdekilerse ayartıcı bir Batı hayranlığı ve aşağılık kompleksi aşılayarak bizim şiarlarımızı yok etmekle meşguller.

Oysa bu, bizim kendi-kendimizi sömürgeleştirmemiz demektir. Dünyada, başka hiçbir ülkenin aslâ düşünemeyeceği, yapamayacağı büyük bir cinayet ve intihardır bu.

İşte İHL'ler, bu yabancılaşma, başkalaşma sürecini değiştirmeye çalışan kurumlardı/r. Bunu ne ölçüde başardığı, arızî bir sorudur.

İHL'lerin kapatılmasını istemek, büyük bir hatadır. Ahmet Hakan Coşkun, İHL'lerin varlığını amaç-araç kavramlarıyla tartışırken, İHL'lerin varlığının imanın şartlarından biriymiş gibi savunulmasını eleştirirken ve İHL'lerin kapatılması gerektiğini söylerken, meseleyi, biraz önce açıklamaya çalıştığım şekilde görememekte, farkında olmadan büyük bir yanlışlık yapmaktadır.

Ahmet Hakan, Hürriyet yazarı olarak, bir fenomene dönüşmüştür. Bu gazete, "Türkiye, Türklerindir" gibi ayartıcı bir sloganla Türkiye'