12 Kas 2010 14:31
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:47
''ADAMA BAKIN YAAA! DAHA NE DİYEYİM, VAH YAZIK SANA!'' ÇÖLAŞAN ÖZKÖK'E ATEŞ PÜSKÜRDÜ!
Emin Çölaşan, kendisi hakkında "Emin Çölaşan'la yayın ilkeleri nedeniyle anlaşmazlığa düşüldü" ifadesini kullanan Ertuğrul Özkök'e sert karşılık verdi.
ERTUĞRUL KİMİ KANDIRIYOR?
Sevgili okuyucularım, burada sık sık medyanın durumundan söz etmek zorunda kalıyorum…Çünkü Türkiye’nin AKP iktidarı tarafından yaratılan en önemli sorunlarından biridir. Eğer basın korkarsa, özgür olmazsa, gazetecilik yapılamaz…Ve ne acıdır, günümüzde gerçek gazetecilik değil, patron çıkarlarına endeksli gazetecilik yapılıyor.
Medya –gazete ve televizyonlarıyla- şu anda üçe bölünmüş durumda.
1- AKP’nin kurduğu, ya da ele geçirdiği yandaş-yalaka medya. Bunlar ortak hareket ediyor. Kürtçü-İslamcı-vaiz Fethullahçı ve liboş takımı oralarda boy gösteriyor. Bunların tamamı AKP’ye yağ çekiyor, yalakalık yapıyor, emir komuta zinciri altında, kendilerine belli devlet makamları tarafından servis edilen bilgi ve belgeleri kullanarak iktidara hizmet sunuyor.
2- Üç büyük patronun, Aydın Doğan, Mehmet Emin Karamehmet ve Turgay Ciner’in medyası. Bu üçünün elinde 30 dolaylarında televizyon ve gazete var. Tayyip bu üç büyük patronu korkuttu, sindirdi ve susturmayı başardı. İşte Hürriyet, Milliyet, Vatan, Habertürk, CNN-Kürt ve ötekilerin durumu. Bu listeye bir de büyük patron Ferit Şahenk’in NTV’sini ekleyin. Bunların tamamı AKP çizgisinde yayın yapıyor çünkü o medya patronlarının tamamı, devlet ve hükümetle milyarlarca dolarlık ticari işleri nedeniyle Tayyip ve partisine göbekten bağlı.
3- İktidara karşı çıkabilen ve sayısı çok az olan gazete ve televizyonlar. Gazeteler Sözcü, Cumhuriyet ve Yeniçağ. Televizyonlardan sadece ikisini biliyorum: Ulusal Kanal ve Halk tv. Kanal B, Cem tv, ART gibi bazıları var ki, onlar da çoğu kez açıktan karşı çıkamıyorlar. Sadece AKP’ye yalakalık yapmamakla yetiniyorlar. Bu kanalların parası yok, hepsi parasızlıkla boğuşuyor.
Medyanın genel durumu böyle. Manzara korkunç. O kadar ki, örneğin Tayyip’e hoşlanmadığı bir soru soran muhabir, patronu tarafından derhal uyarılıyor. Sonuçta ya kulağı çekilip sindiriliyor, ya da kovuluyor. Nice örneklerini biz gazeteciler biliyoruz.
Yazılı basında sansür almış başını gidiyor. Anlı şanlı Hürriyet gazetesi, daha dün, yazarı Cüneyt Ülsever’in yazısını “Bize zarar verir” diye koymadı. Yalçın Doğan’ı da yine dün çıkacak yazısı nedeniyle uyardılar. Yazısı sayfadan çıkarıldı. Yazarımız buna karşın geç saatlerde başka bir yazı yazıp köşesini doldurmak zorunda kaldı!
Uğur Dündar, kendisine yapılan baskıları elbet bir gün açıklayacaktır.
X X X
Geçmişte basının “Amiral gemisi” olarak anılan, ancak son birkaç yıl içerisinde ne acıdır ki “AKP’nin refakat gemisine”, iki veya üç yazarı dışında bir yandaş-magazin gazetesine dönüşen Hürriyet’te ben de ilginç olaylar, yüz kızartıcı baskılar yaşadım. Bana, patronun adamı, kalfası ve sağ kolu olan Ertuğrul Özkök aracılığı ile nice öneriler geldi. Hatta o kadar ki, bana seçenekler ve para önermekten bile utanmadı:
1- Yazılarında iktidarı eleştirme. Hele Maliye Bakanlığı ile TMSF’ye hiç dokunma çünkü onlarla çok büyük işlerimiz var.
2- Uzun süreli izne çık.
3- İstifa edip gidersen patron sana çok büyük paralar verecek.
Baktılar ki olmuyor, gördüler ki benim çizgim değişmeyecek, 22 yıl onurla, şerefle, açık alınla yazdığım gazeteden beni iktidarın baskısıyla kovmak zorunda kaldılar.
Ben bunlara her yerde, her ortamda yazılı ve sözlü olarak sordum:
“Arkadaş, beni niye kovdunuz? Açıkça söyleyin. İnsanız, olur ya ben de hırsızlık, yolsuzluk, namussuzluk yapmışımdır, iş takip etmişimdir, iş bitirip avanta almışımdır, kendi kişisel çıkarlarım için yazılar yazmışımdır, gazetede olay çıkarmışımdır!..Açıklayın şunu, hem ben bileyim, hem de kamuoyu bilsin!..”
Bu amaçla kitaplar yazdım, olanları anlattım, belgeledim, sorular sordum. Patron Aydın Doğan kitabım nedeniyle beni mahkemeye verdi, tam 50 bin Törkiş lira tazminat istedi. Mahkemede, çömezi Ertuğrul’u da tanık gösterdi. Ben de dedim ki, “Tamam artık, eteklerinde ne varsa mahkemede dökecekler, hesabımızı orada göreceğiz!”
Çok acıdır ki, ne patron, ne de tanığı Ertuğrul, hiçbir şey söyleyemediler. Beni suçlayamadılar. Tek söyledikleri şu idi:
“Efendim hiçbir zaman iktidar baskısı yoktu.” Ya ne vardı?!
Mahkeme, patronun açtığı davayı reddetti. Hüküm Yargıtay’da onanıp kesinleşti.
Ancak mahkeme dahil hiçbir süreçte, hiçbir zaman ve hiçbir yerde beni niçin kovduklarını açıklamaları mümkün olmadı.
İktidar baskısı dışında ne vardı? Bu sorunun yanıtı ortada kalıverdi! Yani yanıtı herkes biliyordu da, bunlar itiraf edemiyordu.
X X X
Patronun personeli Ertuğrul dünkü yazısında patronunu ve gazetesini savunurken benden de söz ediyor ve şöyle diyor:
“Emin Çölaşan’la yayın ilkeleri nedeniyle anlaşmazlığa düşüldü. Bekir Coşkun kendi arzusuyla ayrılıp başka gazeteye gitti. Oktay Ekşi kendisi istifa etti.”
Başkaları adına konuşma yetkim yok. Kendim için burada bir kez daha soruyorum:
Anlaşmazlığa düştüğümüz yayın ilkeleri –eğer varsa!- ne idi?
Yaa kardeşim, senin yüreksiz, ürkek, dönek, rüzgara doğru eğilen biri olduğunu iyi bilirim de, şunu açıkça yazacak kadar bile yüreğin yok mu:
“Evet, itiraf ediyorum. Biz Emin Çölaşan’ı hükümetten, Tayyip kesiminden falan gelen baskılar nedeniyle kovmak zorunda kaldık.”
Bunu dediği an iş bitecek ve ben de bu konuyu artık yazmak zorunda kalmayacağım.
Haa, eğer bunu diyemiyorsan, başka nedenler olduğunu iddia ediyorsan, o takdirde onları da kanıtlamanı bekleyeceğim. Ama yok ki!
X X X
Benim olayım, benim yaşadıklarım, medyada ve özellikle boyun eğen Hürriyet’te AKP baskılarının sadece bir tek örneğidir. Benim dışımda daha nice muhabir ve köşe yazarı arkadaşlarım kovuldu, niceleri istifaya zorlandı. Habertürk’e bir bakın, başta Bekir Coşkun olmak üzere kimler niçin kovulmuş? Vatan’a bakın, Mine Kırıkkanat nasıl kovulmuş?..Ve şimdi –ellerine sağlık- Sözcü’de yazmakta olan Necati Doğru nasıl sansürlenip istifaya zorlanmış?
Bu konularda bir çırpıda en az 100 örnek sayabilirim. Bu koşullarda, bu baskı ortamında “Özgür Gazetecilik” yapmak mümkün olur mu? Açık söyleyeyim, bunu Sözcü’de biz yapabiliyoruz çünkü patronumuz Burak Akbay’ın gazetecilik dışında hiçbir işi yok. Devletle ve hükümetle de hiçbir işi yok.
X X X
Bu AKP döneminde kovulan ve istifaya zorlanıp işsiz kalan gazeteci arkadaşlarımızın elinde ne yazık ki kendilerini savunacak, yaşadıkları baskıları anlatacak köşeleri yok. Ben –geri adım atmayan biri olarak- bu yazılarımla aslında o sessiz çoğunluğun da haklarını elimden geldiğince savunmaya çalışıyorum.
Bu dönem, Türk basın tarihine kara bir leke olarak geçecektir. Geçti bile.
Bunun sorumlusu kendi ticari işlerinin peşinde koşturan, devletten ve hükümetten milyarlarca dolarlık işler kotaran, büyük beklentileri olan ürkek ve korkak medya patronları ve onların kayıtsız şartsız emrine girip tetikçilik yapan, kucaklarında oturmayı içlerine sindiren ve karşılığında çok büyük paralar alan Ertuğrul gibi genel yayın yönetmenleridir.
Adama bakın yaaa! Yazısında beni kovmalarının nedenini hiç utanıp sıkılmadan “Yayın ilkelerinde düştüğümüz anlaşmazlık” diye açıklamaya yelteniyor! “İktidar bize baskı yaptı, Tayyip bastırdı, o yüzden kovduk” diyemiyor da, beş yaşında çocukların bile inanmayacağı masallar üfürüp okurlarını kandırmaya çalışıyor.
Vah yazık sana, daha ne diyeyim!
Emin Çölaşan/SÖZCÜ
Sevgili okuyucularım, burada sık sık medyanın durumundan söz etmek zorunda kalıyorum…Çünkü Türkiye’nin AKP iktidarı tarafından yaratılan en önemli sorunlarından biridir. Eğer basın korkarsa, özgür olmazsa, gazetecilik yapılamaz…Ve ne acıdır, günümüzde gerçek gazetecilik değil, patron çıkarlarına endeksli gazetecilik yapılıyor.
Medya –gazete ve televizyonlarıyla- şu anda üçe bölünmüş durumda.
1- AKP’nin kurduğu, ya da ele geçirdiği yandaş-yalaka medya. Bunlar ortak hareket ediyor. Kürtçü-İslamcı-vaiz Fethullahçı ve liboş takımı oralarda boy gösteriyor. Bunların tamamı AKP’ye yağ çekiyor, yalakalık yapıyor, emir komuta zinciri altında, kendilerine belli devlet makamları tarafından servis edilen bilgi ve belgeleri kullanarak iktidara hizmet sunuyor.
2- Üç büyük patronun, Aydın Doğan, Mehmet Emin Karamehmet ve Turgay Ciner’in medyası. Bu üçünün elinde 30 dolaylarında televizyon ve gazete var. Tayyip bu üç büyük patronu korkuttu, sindirdi ve susturmayı başardı. İşte Hürriyet, Milliyet, Vatan, Habertürk, CNN-Kürt ve ötekilerin durumu. Bu listeye bir de büyük patron Ferit Şahenk’in NTV’sini ekleyin. Bunların tamamı AKP çizgisinde yayın yapıyor çünkü o medya patronlarının tamamı, devlet ve hükümetle milyarlarca dolarlık ticari işleri nedeniyle Tayyip ve partisine göbekten bağlı.
3- İktidara karşı çıkabilen ve sayısı çok az olan gazete ve televizyonlar. Gazeteler Sözcü, Cumhuriyet ve Yeniçağ. Televizyonlardan sadece ikisini biliyorum: Ulusal Kanal ve Halk tv. Kanal B, Cem tv, ART gibi bazıları var ki, onlar da çoğu kez açıktan karşı çıkamıyorlar. Sadece AKP’ye yalakalık yapmamakla yetiniyorlar. Bu kanalların parası yok, hepsi parasızlıkla boğuşuyor.
Medyanın genel durumu böyle. Manzara korkunç. O kadar ki, örneğin Tayyip’e hoşlanmadığı bir soru soran muhabir, patronu tarafından derhal uyarılıyor. Sonuçta ya kulağı çekilip sindiriliyor, ya da kovuluyor. Nice örneklerini biz gazeteciler biliyoruz.
Yazılı basında sansür almış başını gidiyor. Anlı şanlı Hürriyet gazetesi, daha dün, yazarı Cüneyt Ülsever’in yazısını “Bize zarar verir” diye koymadı. Yalçın Doğan’ı da yine dün çıkacak yazısı nedeniyle uyardılar. Yazısı sayfadan çıkarıldı. Yazarımız buna karşın geç saatlerde başka bir yazı yazıp köşesini doldurmak zorunda kaldı!
Uğur Dündar, kendisine yapılan baskıları elbet bir gün açıklayacaktır.
X X X
Geçmişte basının “Amiral gemisi” olarak anılan, ancak son birkaç yıl içerisinde ne acıdır ki “AKP’nin refakat gemisine”, iki veya üç yazarı dışında bir yandaş-magazin gazetesine dönüşen Hürriyet’te ben de ilginç olaylar, yüz kızartıcı baskılar yaşadım. Bana, patronun adamı, kalfası ve sağ kolu olan Ertuğrul Özkök aracılığı ile nice öneriler geldi. Hatta o kadar ki, bana seçenekler ve para önermekten bile utanmadı:
1- Yazılarında iktidarı eleştirme. Hele Maliye Bakanlığı ile TMSF’ye hiç dokunma çünkü onlarla çok büyük işlerimiz var.
2- Uzun süreli izne çık.
3- İstifa edip gidersen patron sana çok büyük paralar verecek.
Baktılar ki olmuyor, gördüler ki benim çizgim değişmeyecek, 22 yıl onurla, şerefle, açık alınla yazdığım gazeteden beni iktidarın baskısıyla kovmak zorunda kaldılar.
Ben bunlara her yerde, her ortamda yazılı ve sözlü olarak sordum:
“Arkadaş, beni niye kovdunuz? Açıkça söyleyin. İnsanız, olur ya ben de hırsızlık, yolsuzluk, namussuzluk yapmışımdır, iş takip etmişimdir, iş bitirip avanta almışımdır, kendi kişisel çıkarlarım için yazılar yazmışımdır, gazetede olay çıkarmışımdır!..Açıklayın şunu, hem ben bileyim, hem de kamuoyu bilsin!..”
Bu amaçla kitaplar yazdım, olanları anlattım, belgeledim, sorular sordum. Patron Aydın Doğan kitabım nedeniyle beni mahkemeye verdi, tam 50 bin Törkiş lira tazminat istedi. Mahkemede, çömezi Ertuğrul’u da tanık gösterdi. Ben de dedim ki, “Tamam artık, eteklerinde ne varsa mahkemede dökecekler, hesabımızı orada göreceğiz!”
Çok acıdır ki, ne patron, ne de tanığı Ertuğrul, hiçbir şey söyleyemediler. Beni suçlayamadılar. Tek söyledikleri şu idi:
“Efendim hiçbir zaman iktidar baskısı yoktu.” Ya ne vardı?!
Mahkeme, patronun açtığı davayı reddetti. Hüküm Yargıtay’da onanıp kesinleşti.
Ancak mahkeme dahil hiçbir süreçte, hiçbir zaman ve hiçbir yerde beni niçin kovduklarını açıklamaları mümkün olmadı.
İktidar baskısı dışında ne vardı? Bu sorunun yanıtı ortada kalıverdi! Yani yanıtı herkes biliyordu da, bunlar itiraf edemiyordu.
X X X
Patronun personeli Ertuğrul dünkü yazısında patronunu ve gazetesini savunurken benden de söz ediyor ve şöyle diyor:
“Emin Çölaşan’la yayın ilkeleri nedeniyle anlaşmazlığa düşüldü. Bekir Coşkun kendi arzusuyla ayrılıp başka gazeteye gitti. Oktay Ekşi kendisi istifa etti.”
Başkaları adına konuşma yetkim yok. Kendim için burada bir kez daha soruyorum:
Anlaşmazlığa düştüğümüz yayın ilkeleri –eğer varsa!- ne idi?
Yaa kardeşim, senin yüreksiz, ürkek, dönek, rüzgara doğru eğilen biri olduğunu iyi bilirim de, şunu açıkça yazacak kadar bile yüreğin yok mu:
“Evet, itiraf ediyorum. Biz Emin Çölaşan’ı hükümetten, Tayyip kesiminden falan gelen baskılar nedeniyle kovmak zorunda kaldık.”
Bunu dediği an iş bitecek ve ben de bu konuyu artık yazmak zorunda kalmayacağım.
Haa, eğer bunu diyemiyorsan, başka nedenler olduğunu iddia ediyorsan, o takdirde onları da kanıtlamanı bekleyeceğim. Ama yok ki!
X X X
Benim olayım, benim yaşadıklarım, medyada ve özellikle boyun eğen Hürriyet’te AKP baskılarının sadece bir tek örneğidir. Benim dışımda daha nice muhabir ve köşe yazarı arkadaşlarım kovuldu, niceleri istifaya zorlandı. Habertürk’e bir bakın, başta Bekir Coşkun olmak üzere kimler niçin kovulmuş? Vatan’a bakın, Mine Kırıkkanat nasıl kovulmuş?..Ve şimdi –ellerine sağlık- Sözcü’de yazmakta olan Necati Doğru nasıl sansürlenip istifaya zorlanmış?
Bu konularda bir çırpıda en az 100 örnek sayabilirim. Bu koşullarda, bu baskı ortamında “Özgür Gazetecilik” yapmak mümkün olur mu? Açık söyleyeyim, bunu Sözcü’de biz yapabiliyoruz çünkü patronumuz Burak Akbay’ın gazetecilik dışında hiçbir işi yok. Devletle ve hükümetle de hiçbir işi yok.
X X X
Bu AKP döneminde kovulan ve istifaya zorlanıp işsiz kalan gazeteci arkadaşlarımızın elinde ne yazık ki kendilerini savunacak, yaşadıkları baskıları anlatacak köşeleri yok. Ben –geri adım atmayan biri olarak- bu yazılarımla aslında o sessiz çoğunluğun da haklarını elimden geldiğince savunmaya çalışıyorum.
Bu dönem, Türk basın tarihine kara bir leke olarak geçecektir. Geçti bile.
Bunun sorumlusu kendi ticari işlerinin peşinde koşturan, devletten ve hükümetten milyarlarca dolarlık işler kotaran, büyük beklentileri olan ürkek ve korkak medya patronları ve onların kayıtsız şartsız emrine girip tetikçilik yapan, kucaklarında oturmayı içlerine sindiren ve karşılığında çok büyük paralar alan Ertuğrul gibi genel yayın yönetmenleridir.
Adama bakın yaaa! Yazısında beni kovmalarının nedenini hiç utanıp sıkılmadan “Yayın ilkelerinde düştüğümüz anlaşmazlık” diye açıklamaya yelteniyor! “İktidar bize baskı yaptı, Tayyip bastırdı, o yüzden kovduk” diyemiyor da, beş yaşında çocukların bile inanmayacağı masallar üfürüp okurlarını kandırmaya çalışıyor.
Vah yazık sana, daha ne diyeyim!
Emin Çölaşan/SÖZCÜ