25 Eyl 2010 20:31 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:39

ABDİ İPEKÇİ HER ANKARA YOLCULUĞUNDA NEDEN PAVYONA GİDERDİ?

Vatan yazarı Reha Muhtar bugün köşesinde Türk basının önemli isimlerinden Abdi İpekçi'nin her Ankara yolculuğunda neden pavyona gittiğini yazdı...

Abdi İpekçi'nin Ankara'da pavyona gitmek istemesi!..

Akşam saatte, sabah 8 uçağına yer bulabilmiş gazetedeki arkadaşlar...

Gecenin kör karanlığında kalktım, saat 6.15’te yola koyuldum...

Gazetenin arabasının ön koltuğunun arkasındaki cepte Vatan, Milliyet ve Posta gazeteleri duruyordu...

Mürekkep kokusu hala üzerinde gazetelerin...

Ne keyiftir bilir misiniz mürekkep kokusu hala üzerine sinmiş gazeteleri okumak...

Eskiden “meyhane” baskıları vardı...

Gece saat 23 civarı Kumkapı’da, Cağaloğlu’nda, Karaköy Köprüsü’ndeki balıkçı meyhanelerinde satılırdı...

Rakı içerken kendi gazetelerimizin meyhane baskılarından birer tane alır, göz gezdirirdik...

Matbaadan yeni çıkmış mürekkep kokusunu içimize sindirerek...

Yeni yeni gazeteci dünyalarının içine giriyorduk...
Aframız, taframız yerindeydi...

O gazeteci aidiyetimizle dünyayı kurtaracağımızı sanıyorduk...

Meyhaneye gitmeyen gazeteci de olmayacağına inanırdık o tarihlerde...

Milliyet’in 20 yıldan fazla Ankara Temsilciliği’ni yapan efsane gazeteci Orhan Tokatlı, “İçmeden, meyhaneye pavyona gitmeden gazeteci olunmaz” derdi ve hemen bir anısını anlatırdı...

Gecenin bir saati Dışkapı’da bir pavyona gitmiş... Pavyonda bomba gibi bir haber önüne düşmüş...

Hemen oracıkta gazetenin manşetini değiştirtmiş... Zaten efsane genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi de her Ankara’ya gelişinde, yemekten sonra gecenin bir vakti pavyona gitmek istermiş...

***

Bunları dinleye dinleye gazeteci olarak büyüdüğümüzden, rahmetli Ufuk’la (Güldemir) her Ankara’ya gelişimizde bize bağlı çalışan onlarca gazeteciyi gece kulübüne eğlenceye götürürdük...

Kendimizi bir miktar Abdi İpekçi, biraz Çetin Emeç gibi görürdük...

Ne de olsa biz de onlar gibi Genel Yayın Yönetmeni olmuştuk...

Biz de Dışkapı’daki pavyonlar yerine Çankaya’daki kulüplere gidiyorduk...

***

Uçağa bindim, sabah 9 sularında Ankara’ya indim...

Uçakta Vatan’ın Genel Yayın Yönetmeni İsmail Yuvacan’la, başyazar Güngör Mengi var...

Üçümüz gidiyoruz Kemal Kılıçdaroğlu’na İstanbul’dan...

Ankara’dan da Semra ve Bilal Çetin ikilisi katılacaklar ekibe...

Dışkapı’dan geçerken pavyonlara bakıyorum...

Şoför arkadaş “Bir zamanlar bu Dışkapı semti pavyondan geçilmezdi...” diyor...

Abdi İpekçi’nin, Orhan Tokatlı’nın 40 yıl öncesinin gençlik silüetlerini arıyor gözlerim...

Gece vakti bir saatte gidilen bohem hayatlar...

Abdi İpekçi’nin bitmek bilmeyen dans etme sevdası...

***

Ankara’nın her tarafı fışkıran anılarla dolu benim hayatımda...

Yol boyu, şoförle muhabbetteyim...

“Taç otel vardı burada hala var mı?..”

Gençlik parkındaki lunapark yerinde mi?..

Havuz kenarında semaverle çay veren çay bahçeleri vardı duruyorlar mı?..

Gittikçe azıtıyorum...

Opera binası yerinde mi?..

Kız Lisesi yine Sıhhiye’de aynı yerde mi?..

Zafer Çarşısı’nın önündeki anıttan geçerken, “17 yaşında gencecik bir çocuk geliyor gözlerimin önüne... Yüzlerce arkadaşıyla birlikte Atatürk anıtının önünde, bağımsızlık andı içiyor o çocuk...

Bir taraftan da polis gelip yakalamasın diye etrafı korku dolu bakışlarla süzüyorlar arkadaşlarıyla...”

İsmail’le Güngör Mengi yüzüme bir tuhaf bakıyorlar...

İşlerini bitirip bir an önce gitmekten yanalar onlar Ankara’dan...

Oysa bana kalsa Ankara’nın her bir köşesinde saatler geçireceğim...

O anıları sindirebilmem için saatler yetmez bana...

Kızılay’a geldiğimizde “Sağdaki ceplerden yine dolmuşlar kalkıyor mu?..” diye soruyorum...

Şoför “Evet aynı yerden kalkıyorlar... Siz de amma çok şeyi hatırlıyorsunuz Reha Bey...” diyor...

İlk aşklar, ilk sevişmeler, ilk gözyaşları, ilk yürüyüşler, ilk sinemalar, ilk el ele tutuşmalar, ilk dolmuşlar, ilk taksiler, ilk içkiler, ilk keyifler, ilk hüzünler...

Hepsi o caddenin üzerinden, bana usul usul göz kırpıyorlar...

***

Hiç düşünmemişim...

İstanbul’da Doğan Medya Center’a taşındı Vatan gazetesi...

Elbette Ankara’da da Vatan, Milliyet ve Posta’nın olduğu Doğan Medya Center’ın Ankara şubesine taşınacaktı...

O bina Paris Caddesi’nin hemen köşesinde, TRT’de yıllarca Ateş Hattı’nı yaptığım binanın yanıbaşında...

O Paris Caddesi ki, aylarca aradıktan sonra tuttuğum evde kalamayıp önce bir aylığına Japonya’ya, sonra 7 yıllığına Atina’ya gittiğim yer...

İçimde nasıl da kalmıştı o güzelim evde yaşayamamış olmak...

Yeni evliydim ve bir oda bir salondan oluşan çatı katından çıkıp, geniş ve ferah o Paris Caddesi evine taşınmıştım...

Japonya’dan döndüğüm gün Can Dündar uğramıştı eve...
Atina’ya gitmem söylenmişti...

Eşyaları kuramadan, toplamaya girişmiştik eski eşimle...

***

Sabah sabah acayip bir nostalji çökmüş Ankara’yı içime çekiyorum...

İstanbul’u fethedenler, bir süre sonra hep Ankara’yı hafif küçümserler...

Ben de bir zamanlar hafiften böyle bir şımarıklığın ve ukalalığın içine girmiştim sanırsam...

Şimdi ne kadar da uzak o şımarıklıklar ve ukalalıklar bana...

Her bir yerinden anılar fışkırıyor, ben fışkırıyorum Ankara’dan...

Reha Muhtar/Vatan