10 Haz 2011 12:05 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:26

“O KADAR ÇOK PİŞMANLIĞIM VAR Kİ!'' OYLUM TALU MEDYARADAR'IN USTA RÖPORTAJCISI YÜKSEL ŞENGÜL'E KONUŞTU!

Televizyonun son dönemde en çok dikkat çeken güzellerinden birisi oldu Oylum Talu. Yüksel Şengül, Talu ile hayatını, televizyon dünyasını, siyaseti, dahası aşkı bile konuştu...

Devamlı gülümsüyor Oylum Talu ve bir süre sonra onun bu pozitif görüntüsü bana da bulaştı. Son derece açık, net ve dürüst bir televizyoncuyla sohbet etmek bana keyif verdi. Dilerim siz de aynı keyfi alırsınız.

Size en son Aydın Üniversitesi İletişim Ödülleri töreninde rastladım. ‘En İyi Hafta Sonu Programı’ ödülü ‘Oylum Talu ile Burası Hafta Sonu’ programına verildi. Aldığınız bu ödüller, yaşadığınız streslerin, gerilimlerin ve koşturmaların karşılığı mı oluyor?

Her ödül değil, çünkü şimdilerde üç kişi bir araya gelip butik ödüller verebiliyor. Gerçi her ödülün keyfi ayrı ama öğrencilerden alınan ödül çok başka. Öğrencilerin sizi takdir etmesi ve beğenmesi çok keyifli. Ayrıca ödül aldığım öğrencilerin çok güzel bir kategorizasyon yaptığını gördüm. Uğur Dündar, Gülben Ergen, Tolga Çevik ve Yılmaz Özdil gibi mesleklerinin duayenleriyle birlikte ödül almak büyük bir mutluluk oldu. Biz daha işin başındayız.

Mütevazi davranıyorsunuz, ancak mesleğinizdeki ilerleyişiniz ve sağlam duruşunuz, örnek alınacak bir insan olmanızı sağlıyor…

Teşekkür ederim, inşallah öyledir, öyle olmasına çalışıyorum. Nasıl eğitildiysem, nasıl yaşıyorsam, değerlerim çerçevesinde onları yansıtmaya çalışıyorum. Eğer bunlar örnek alınacak statüde görülüyorsa, benim için çok büyük bir mutluluk ve katma değer olur.

Gündemde olmayı sevmiyorsunuz. Oysa gündemde olmak, günümüzde işin kuralı gibi oldu.

Zaten saatlerce süren bir yayın yapıyorum. Bunun üzerine bir de başka programlara çıkıp ne anlatacağım, bana ne soracaklar? Ne yaptığım ve nerede yaşadığım da belli (gülüyor). O yüzden sizin de ne soracağınızı çok merak ediyorum (birlikte gülüyoruz). Gerçekten de gündemde olmayı sevmiyorum. Hiç röportaj vermiyorum, televizyon programlarına çıkmıyorum.

Bu arada benim röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için Medyaradar okurları adına size teşekkür etmek istiyorum…

Röportaj teklifinizi heyecanla kabul ettim. Çünkü bugüne kadar röportaj yaptığınız isimlere bakınca, heyecanlanmamak mümkün değil. Mesela ‘A Haber’in tepesindeki isimler, Cengiz Er ve Erdoğan Aktaş ilk röportajlarını size verdiler. Bu anlamda çok büyük bir mutluluk duydum. Bu benim için bir kazanımdır.

Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV Bölümü’nde okurken kısa metraj filmler çektiniz, bazıları da ödüller aldı, öyle mi?

Kısa metrajlı filmler çektim. Bazıları ‘Altın Koza’ya gitti. Çok keyifliydi. Belki bunun altında güzel bir çevre ve başarılı hocaların bulunduğu bir ortamda okumanın büyük bir etkisi vardır. Ama tabi ki okulda işin teorisini öğreniyorsunuz. Ben ne öğrendiysem birebir bu sektöre adım attıktan sonra öğrendim. Teorik bilgim de buna artı bir değer kattı.

Anlattıklarınızı dinlerken “Türk sineması bir kadın yönetmen kazanabilir miydi?” diye düşünmeden yapamıyorum…

Çok güzel olurdu ama zaten Türk sineması bir atak dönemi yaşıyor. Çok sayıda Türk filmi vizyona giriyor ve seyircinin beğenisine sunuluyor. Yine de Buket İlhan gibi kadın yönetmenler mevcut. Sinema çok erkek egemen bir sektör diye düşünüyorum. Keşke kadın yönetmenlere böyle şanslar verilse. Ayrıca bu sadece Türkiye için geçerli değil, Amerika’da da durum böyle. Hollywood işin merkezi olmasına rağmen kadınlar zorluk çekiyor. Sponsor bulmak, ekibe söz geçirmek zor şeyler.

Medyada da biraz böyle değil mi? Eğer kadınsanız biraz daha fazla mücadele etmeniz gerekiyor.

Medyada da öyle, haklısınız. Eğer kadınsanız başta avantaj oluyor ama ondan sonra kendinizi kanıtlayabilmek ve kadınlığınızın haricinde farklı özelliklerinizin de olduğunu gösterebilmek açısından artı bir çaba sarf etmeniz gerekiyor. Elmalar, armutlar, çilekler aynı kefeye konmamalı. Medyamızda ne yazık ki bu çok yapılıyor. Herkes aynı potaya konuyor.

Ama siz farklılığınızı yansıtmayı başarabiliyorsunuz…

İnşallah bunu başarabiliyorumdur. Çünkü bu gerçekten yapmak istediğim bir şey.

Oylum Talu gerçekte arkeolog olmak istemiş ama kendisini medyanın ortasında bulmuş. Bu nasıl oldu ve halen arkeolog olma isteği var mı?

Hala var. İnanın tarih kitaplarını içiyorum ve bazı konularda uzmanlaşmış durumdayım. Mesela Egyptology (Eski Mısır) ve Tudor İngiltere’si konularını çok fazla okuyorum. Yaptığım yolculuklarda da yerinde değerlendiriyorum. Mesela bu yüzden İngiltere ziyaretim bir Tudor ziyaretine döndü. Geçmişte yaşananlar ilgimi çekiyor. Bir yere ziyarete gittiğimde oradaki asırlık taşlara dokunuyor, bu taşlara kimler dokundu, bu yollardan kimler geçti diye düşünüyorum.

Anneniz coğrafya öğretmeni, teyzelerinizden birisi gazeteci, diğeri arkeolog... Oylum Talu, iki teyzesinin izinden yürüyor. Gazeteci teyzeniz Babı Ali’nin ilk kadın gazetecilerinden… Onların sizinle ilgili yorumları nedir?

Aman Allahım! Evet, teyzem Aysel Okan ilk kadın gazetecilerdendir ve ne yapmam gerektiği konusunda bana mentorluk yapar. Bana yol gösteriyor. “Şu konukları senin için seçtim, nasıl buldun?” diyor. Çok güzel bir iletişimimiz var. Arkeolog teyzem İzmir’de yaşıyor, gazeteci teyzemse bizimle çok yakın mesafelerde oturuyor ve çok sık görüşüyoruz. Bab-ı Ali zamanlarını anlatıyor. Gazeteci teyzem aynı zamanda hukukçu, annem de hem coğrafyacı hem de antropologdur. Ailemin kadınları iyi eğitim almışlar.

Oylum Talu’nun çok da güzel sesi var. İyi şarkı söylüyor. Fiziği düzgün, boylu boslu ve aynı zamanda güzel…

Öyle mi? (gülüyor). Piyano ve gitar çalıyorum. Aile kavramına çok önem veriyorum. Zaten onların sizi yönlendirmesi de çok önemli. Mesela babam piyano çalıyordu. Böylece gitar ve piyano çalarken kulağınızı da geliştiriyorsunuz. Ses rengim konusunda bir iddiam yok ama doğru notalara basıyorum diyebilirim.

Şarkıcılık ve oyunculuk konularında kapınızı sık sık çalıyorlar sanırım.

Kapımı çalmaları çok güzel. Beni değerlendirmelerinden ve düşünmelerinden mutlu oluyorum. Düşünsenize, herkesin oyuncu olmaya çalıştığı bir dönemde bana böyle teklifler geliyor. Yapımcılar, halkın da böyle bir talebi olduğunu düşünerek kapımı çalıyor. Koltuklarım kabarıyor, mutlu oluyorum.

Peki, sizi bir dizi ya da filmde izleme şansımız var mı?

Hayır, hiç böyle bir şansınız yok. Çünkü oyunculuğun çerçeveleri var ve ona uyum sağlamanız gerekiyor. Hayatınızı oyunculuğun getirdiği kurallarla yaşamanız gerekiyor ve ben çok fazla göz önünde olmayı isteyen, ünlü olayım da herkes beni tanısın diyen biri değilim. Oyunculuk fazlaca kuralları olan bir alan ve yapımcılar beni istemezler (gülüyor) Çok büyük konuşma taraftarı değilim ama çok çok çok zor. Şimdiye kadar reddettiklerimi düşününce neler var, neler. Çok büyük sinema filmlerinden de teklif geldi.

İsim verebileceğiniz filmler var mı?

Eskiden veriyordum ama sonra fark ettim ki benim reddettiğim bölümlerde başka oyuncular yer aldı. Böyle isim verince de, sanki beğenmediğim işi o isim almış gibi bir algı oluşsun istemiyorum.

Siz tarihi çok sevdiğinizi söylediniz... Belki ‘Muhteşem Yüzyıl’dan teklif gelseydi reddetmezdiniz.

(Gülüyor) Bam telime bastınız. ‘Muhteşem Yüzyıl’ öyle bir dizi ki, bir bölüm de olsa o kıyafetleri giyip o ekibin içinde olmak muhteşem olur muydu diye düşünüyorum. Ama şöyle bir çekincem var; bir şekilde habercilik yapmaya çalışıyoruz ama orada bambaşka bir dünya var. Orada senaryo gereği de olsa seyircilerin bana yakıştıramayacağı kelimeler söylemek zorunda kalabilirim. İzleyiciler rol gereği de olsa böyle şeyler yakıştıramazlar diye düşünüyorum.

Ama orada söyleyeceğiniz sözlerin 1500’lü yıllarda söylenmiş olduğunu düşünürler mutlaka…

(Gülüyoruz) Değil mi ama! Bizim seyircimiz de öyle ki, sizi sokakta gördüğünde o rolle özdeşleştiriyor, bazen de kızabiliyor. Beni ‘Muhteşem Yüzyıl’da gördükleri şekilde Habertürk’te de izleme durumları olabilir (gülüyor). O yüzden tehlikeli bir yol bu. Orası ya da burası gibi bir seçim yapmak daha sağlıklı.

Neyse, biz dönelim Habertürk’e... Habercilik konusunda sizi de pek çok ismi olduğu gibi merhum Ufuk Güldemir yönlendirmiş, öyle mi?

Çok uzun zaman Ufuk Güldemir’le çalıştım. O, bu mesleğin çok önemli isimlerindendi ve gerçek bir okuldu. Ufuk Güldemir sayesinde televizyoncu oldum. Allah gani gani rahmet eylesin, o olmasa bambaşka bir yerde olabilirdim. Beni ekran önüne taşıyan isim de Ufuk Güldemir olmuştur. Çünkü, benim Habertürk’e ilk girişim yönetmen olarak oldu. Televizyon açıldıktan beş ay sonra binada çalışmaya başladım ve Ufuk Güldemir’le tanıştım. Bana “Sen sadece yönetmen olamazsın, ekran önünde olacaksın” dedi. Aklımın ucundan bile geçmiyordu. Ben de ona “Sadece sunucu olamam, programın sahibi de olmam lazım” dedim. Sadece moderatör olmaktan hoşlanmıyorum, yapımcı olmam gerektiğine de inanıyorum. Bu anlamda Ufuk Güldemir önümü açtı, Allah razı olsun.

Sizde ne görmüş, ne sezmiş, ne bulmuştu? Bunu öğrenebilmiş miydiniz?

Ufuk Güldemir’le çok yakındım. Tabi ki çok fazla çalışanı vardı ama ben Habertürk televizyonu yayına başladıktan beş ay sonra işe girdim. Güldemir vefat edip de kanal Ciner’e devredilene kadar kaldım. Zaten şu anda da eski çalışanlardan sadece ben varım. Habertürk’ün Ufuk Güldemir’li ve Turgay Ciner’li dönemini doya doya yaşayan biriyim. Ufuk Güldemir’le Habertürk’te yüzlerce kişinin çalıştığı dönemlerden üç beş kişinin kaldığı dönemlere kadar hepsini yaşadım. Zor dönemlerdi ve o zamanlar iki sene maaş almadan çalıştığımı biliyorum. Ufuk Güldemir bende ne gördü diye soruyorsanız eğer cevabım şöyle olabilir: Sebat, sabır ve meslek aşkı.



Siz sinema televizyon eğitimi aldınız ve Amerika’ya gittiniz. Oradaki dönemde neler oldu?

Amerika benim için çok önemli, orada bulunmak Türkiye’den tamamen kopmak anlamına geliyor. Tabi ki internet üzerinden ailenizle konuşuyor, bilgi alıyorsunuz. Ben Amerika’da ağabeyimle birlikteydim. Ağabeyim orada kaldı. Mastırını yaptı ve şu anda ‘Dell’ firmasında çalışıyor, Michael Dell’le yakın bir münasebet içerisinde. Amerikalı bir eşi var. Ama benim için aile çok önemli ve anne babadan ayrılabilmek mümkün değil. O yüzden memleketime geri döndüm. Yine de Amerika bana çok şey kattı. İnsanların kendi düşünceleri ve hayatları olduğu, her düşünceye saygı duymak gerektiğini orada öğrendim. Düşüncelerinizle tamamen zıt fikirler olsa da orada dinleniyor ve değer görüyor. Amerika’da kozmopolit yaşamı çok net görüyor, başkalarının düşüncelerine saygı duymayı ve dedikodu yapmamayı öğreniyorsunuz. Çünkü illa ki kapı komşusu hakkında değil, Başbakan hakkında ya da Milliyetçi Hareket Partisi hakkında da dedikodu yapabilirsiniz.

Özellikle gündemde tartışılan kaset olayları varken…

Size yemin ederim kasetlerle ilgili bir tek yorum yapmadım. Çünkü bunların insanların özel hayatları olduğunu düşünüyorum. Siyasetle ne kadar ilişkilendirilebilir, orası soru işareti olsun.

Siz ülkesini ve bu toprakları seven, babasının ve annesin hasreti yüzünden geri dönen bir insansınız.

Gerçekten de öyle ve zaten şu anda da ailemle birlikte yaşıyorum ve çok da mutluyum. Ülkemi çok seviyorum. Ne mutlu ki gençlerin de ülkelerini çok sevdiklerini görüyorum. Bizler bu ülkenin topraklarını kolay kazanmadık. Turgut Özakman’ın kitap serisini okuyan bunun farkına varacaktır. Ülkemi ve bayrağımı seviyorum. Son derece ciddi bir vatanseverim.

Oylum Talu “Bir yaşam programı yapıyorum” diyor. Böyle bir programı yapmanın zorlukları neler?

Yaşamın içinde haber, müzik, sanat, kavga her şey var. Üç saat süren, Cumartesi ve Pazar günleri canlı yayınlanan bir program yapıyoruz. Bu anlamda ağzınızdan çıkacak her kelime risk taşıyor. Bir anda hayatınız bitebilir. Ben bu tip şeyleri kaldırabilen bir insan değilim. Çok çabuk kırılan ve üzülen bir insanım. Hakkımda çok doğru olmayan şeyler yazılıp çizildiğinde üzülüyorum ve kaldıramıyorum. Üstelik ailem de benimle birlikte üzülüyor. Onun için mümkün olduğu kadar hata yapmamaya çalışıyorum. Ama insanlık hali.

Canlı yayına gelen konuklarınızın sorumluluğu da sizin üzerinizde…

Evet, canlı yayına katılan bir konuğum Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’a “Hitler” demişti.

Peki ne yaptınız?

Ne yapacağımı şaşırdım. Şimdi beğenirsiniz beğenmezsiniz, takdir edersiniz etmezsiniz o ayrı ama bir canlı yayında ülkenin Başbakanı’na ‘Hitler’ denmemeli. Benim de hiç hoşlanmadığım liderler ve tavırları var ama bu benzetme çok ağır. Bu tanımlamanın karşısında gözlerimin büyümesiyle yetindim. Aslında bunun çok ağır bir itham olduğunu söylemem gerekiyordu, ama o an için beklemediğim bir durumdu. Tam anlamıyla kal geldi.

Ceza geldi mi peki?

Neyse ki gelmedi. Bana hiç kimse bir şey söylemedi. Bu görüntü medya sitelerine girmişti ve herkes gördü. Söyleseler de haklarıydı ama söylemediler.

Kamera önünde çok sıcak ve içten bir gülümsemeniz var. Bu doğal gülümsemenin altında nasıl bir sebep yatıyor?

Çok mutlu bir insanım. Bana en çok gelen soru, ‘Kamera arkasında da önündeki kadar pozitif ve mutlu musunuz?’ oluyor. Evet, gerçekten mutluyum. Çünkü pozitif bir insanım. Ne kadar şanslıyım ki çok mutlu bir hayat sürüyorum. Aile ve iş açısından çok şanslıyım. Onun için gülümsüyorum ve hayata da pozitif bakıyorum.

O zaman nazar değmesin diye tahtaya vuralım mı?

(Gülüyoruz) Tabi ki...

Program sırasında gazeteleri okurken, sıkıntılı ve üzücü haberler moralinizi bozmuyor mu?

Bozuyor. Ben tarafsız gazeteciliğe ve haberciliğe inanmıyorum. Gazeteci ve televizyoncu taraflı olmalı ve bunu da göstermeli. Neden köşe yazarı tarafını gösteriyor da canlı yayın yapan sunucu gösteremiyor. Ben bunu yapıyorum. Eğer canlı yayın sırasında okuduğum habere üzülmüşsem, bunu net bir şekilde söylüyorum ya da mimiklerimle gösteriyorum. Ya da bir siyasetçinin yanlış bulduğum hareketi varsa o zaten halkın büyük bir çoğunluğunun yanlış bulduğu bir hareket oluyor. Bunu da rahatlıkla söyleyebiliyorum.

Zaman zaman haberlerle ilgili yorumlarınız da oluyor. Mesela, Beren Saat’le ilgili bir yorumunuz olmuştu.

Ben bu tarz yorumlar yapmaktan çekinmiyorum ve çekineceğim bir şey olduğunu da düşünmüyorum. Ne yazık ki medya camiasında eleştirinin dozu kaçabiliyor. Eleştirinin dozu çok önemli. Bu anlamda şu tarz yanlışlar görüyorum: Mesela AK Parti’nin ne her şeyi doğru ne de her şeyi yanlış. Elbette ki doğruları da yanlışları da var ama medya camiası ya yeriyor ya da alkışlıyor. Bence inandırıcılıklarını kaybediyorlar. O yüzden yandaş kavramı ortaya çıktı zaten. Bu da habercinin inandırıcılığını kaybettiriyor.

Beren Saat’e dönersek... “Gecenin Kanatları” filmindeki rolü kötü olarak yorumlanmıştı. “Hala Bihter havasında, tutup sarsacağım kendine gel diye” yorumunuz vardı galiba... “Bana haksız eleştiri yaptınız” gibi bir dönüş aldınız mı Saat’ten?

Hayır, Beren aramadı. Ama ben her programda Beren’i çok beğendiğimi dile getiriyorum. Beren Saat, Türkiye’de en beğendiğim dizi oyuncularından bir tanesidir.

Demek ki Beren’e “Vur abalıya” yapmıyorsunuz. Yeri geldiği zaman övgü de var.

Tabi ki, hatta bu konuda çok enteresan bir noktaya parmak bastınız. Ben yüzde 90 övgü düzüyorum, buna karşılık yüzde 10 kötü bir şey söyleyince de medya Beren Saat olduğu için hemen yazıyor, ‘Oylum Talu, Beren Saat’e çaktı’. Sonrası eyvah (gülüyor). Oysa ben onu alkışlıyorum ve neden alkışladığımı görmüyorsunuz? Yüzde 90 alkışlıyor, helal olsun diyorum. Neden onu görmüyorsunuz? Bu bana çok enteresan geliyor.



Tarafsız habercilikten söz etmek bile her geçen gün zorlaşıyor. Siz gazeteleri okurken tarafsız kalabilmeyi nasıl sağlayabiliyorsunuz?

Ben tamamen tarafsızım. Ama bir medya mensubu, bir haberci gözüyle değil bir vatandaş gözüyle değerlendiriyorum. Onun için de inanın her taraftan çok güzel tepkiler alıyorum. Alkışlanacak yerde alkışlıyor, yanlış bulduğum zamanlarda ben bunu çok doğru bulmadım ama değerlendirme sizin diyorum. Bu yüzden de iktidar ve muhalefet bizi bağrına basmış durumda ve bu bizi çok mutlu ediyor.

Mesela, çok istediğiniz halde programınıza alamadığınız konuk ya da konuklarınız var mı?

Türkiye’de konuk bilincinin çok yerleşmemiş olduğunu düşünüyorum. Amerikan hayranı değilim ama ülkemizde yapılan programların pek çoğu Amerika formatlı oluyor ve Jay Leno ya da David Letterman gibi adamların yaptığı programları izlediğimde aldıkları konukların, o programı sunucudan ya da moderatörden daha çok sahiplendiğini görüyorum. Bu da program akışına olumlu yansıyor. Burada konuk geldiği zaman içinden o nüveleri çıkarmak çok zor oluyor. O yüzden ünlü konuklardan ziyade bilinmemiş tanınmamış ama izleyicinin ilgisini çekecek konuklara yönelmeye çalışıyorum.

Ne kadar idealist olunursa olunsun, hepimiz biliyoruz ki reyting olayı televizyonlarda çok önemli. Reyting başarısı için özel formülleriniz oluyor mu?

Yavaş yavaş oluştu. Mesela az önce anlattığım ona yönelik bir şeydi. Arpçılar sadece belli bir kesime hitap ediyor. Ben bayılıyordum ama ne yazık ki reyting canavarı arp sanatçılarını sevmiyor. Ama çok şükür şu aralar orta noktayı bulmuş durumdayız. Programımız, hafta sonu programları arasında en çok izlenen olmayı başardı ve reyting oranlarımız çok iyi gidiyor. Demek ki bunun bir formülü var. Samimiyet, güler yüz ve doğallık. Mesela birkaç hafta önce Burhan Öcal geldi ve perküsyon çalmayacağını söyledi. Ben de bunun ardından masanın üzerindeki bilgisayarımı kenara ittim ve masanın üzerinde parmaklarımla darbuka çalmaya, ritm tutmaya başladım. Bir baktık ki o an reyting artmış. Burhan Bey de benim çalışımı yorumladı ve felaket olduğumu söyledi. “Keşke çalmasaydın” dedi (gülüyoruz).

Mesela, mini etek, derin yırtmaçlı elbise ya da göğüs dekoltesinin reyting yaptığına inanır mısınız?

Benim için çok önemli bir konu o, ben hiçbir zaman mini etek giymiyorum ve dekolte vermekten imtina ediyorum. Çünkü hiç gerek yok. Seyircinin ve benim hiç hoşuma gitmiyor, televizyonda usturuplu olmamız gerekiyor. Bence dekolte hiç güzel bir şey değil, ne gerek var hiç anlamıyorum. Bir kadının zarif olması gerektiğini düşünüyorum. Tabi ki ekrana boğazlı kazakla çıkın demiyorum, kendilerine yakışanı giysinler. Fakat ben ne kadar saklamaya çalışsam ve usturuplu giyinsem de internette ‘Oylum Talu, frikik ve bacak dekoltesi vermiş’ adlı videolar dolaşıyor. Bunlara baktığımda ya dizimden aşağıdaki etekle olan görüntümü ya da bacak bacak üzerine atarkenki o anlık görüntüyü dondurup fotoğraf karesi halinde yayınladıklarını görüyorum. Birçok ruh hastası var.

Bunlar için bir önleminiz var mı?

Kıyafetlerimi kendim alıyorum. Her aldığım kıyafeti giyip anneme ve babama gösteriyorum. İkisinin onayını almış olanları giyiyorum. Mesela annem beğenip babam beğenmezse o kıyafet giyilmiyor.

Ekibinize mini etek giymeyi yasakladığınız, yakın arkadaşlarınıza “Mini etek giymeyin” dediğiniz doğru mu?

(Gülüyor) Tamamen espri, biz çok demokratik bir ortamda çalışıyoruz. Benim sadece önerim olabilir, yoksa yasaklamak ne haddime. Zaten TV ve medya camiasında son derece rahat giyiniliyor ve bu da medya camiasının özelliklerinden biri ama dediğim gibi abartıdan yana değilim. İş yerine gelmenin bir usturubu olduğunu düşünüyorum. Mesela bizim kızlarımız bir geliyorlar etek varla yok arası. Ben de öneride bulunuyorum; ‘Bu şekilde mi devam edeceksiniz? Yoksa ilerleyen zamanlarda başka bir yön düşünüyor musunuz? O zaman isterseniz etek boyunuz biraz daha uzasın’ diyorum. Yoksa benimle birlikte çalışan kızlar 25 -26 yaşındalar ve piyasaya daha yeni giriyorlar. Giysinler, onlara mini yakışıyor. Ama ben giymiyorum, en azından kış aylarında (gülüyor). Yoksa yazın şort da giyiyorum. Yazın da giyelim ama artık (gülüyoruz).

Canlı yayının riskleri çok olur. Unutamadığınız ve çok zorlanıp terlediğiniz anlar oldu mu?

Çok var. O kadar çok var ki (gülüyor). Mesela bir dönem Fransa Parlamentosu’nda Ermeni soykırımını reddedenler hakkında para cezası verilmesi tartışılıyordu. O zaman Fransız Parlementosu ve Fransız aroganlığı için sert cümleler sarf etmiştim. Sonrasında ciddi alkış aldım. ‘Bravo... İşte görmek istediğimiz Türk kadını’ gibi mailler aldım. Benim unutamadıklarım daha ziyade keyifli şeyler öyle çok kavgacı biri olmadığım için…



“Erkek olsaydım daha başarılı olurdum” der misiniz, yoksa kadın olmanın da bazı avantajları var mıdır medya dünyasında?

Şunu sordum kendime; ‘Hayata 10 kere gelsem, kaçında erkek olmak isterdin?’ Bazen bu dokuza çıkıyor (gülüyor). Bazen beşe ya da bire iniyor. Yani dönem dönem değişiyor. Ama medya camiasında kadın olmanın avantajlarını gördüm. Bu zamana kadar hoşuma gitmeyen bir davranış ve istemediğim bir iltifat, hatta mobbing hiç olmadı. Bu yüzden de iyi ki kadın olarak medya camiasındayım diyorum.

Medya dünyasının kaygan zemin olduğunu, dostluklarının da sağlam olmadığı söylenir... Katılıyor musunuz?

Medyada çok iyi dostlarım var. Mesela Esra Erol benim çok iyi bir dostumdur. Çok harbi kadın derler ya öyle biridir ve onun dostluğuna güvenirim. Ekibimdeki insanlar benim dostum. Belki çok fazla sivrildiğiniz zaman… Hani ‘Sivri çivi, çekiç çeker’ derler ya ben çok fazla sivrilmediğim için çevremde dostlarım var.

Bu yüzden mi fazla gündemde olmak istemiyorsunuz? Yani sivrilmemek için mi?

Evet, mümkünse benimle kimse röportaj yapmasın, beni kimse merak etmesin (gülüyoruz). Mümkünse hiç fotoğrafım çekilmesin ve mümkünse beni hiç kimse programına davet etmesin.

Oylum Talu’yu kıskanan hemcinsi meslektaşları oldu mu, oluyor mu?

Muhakkak vardır. Ben inançlı bir insanım ‘Felak ve Nas’ Sureleri’yle korunduğuma inanıyorum. Bu iki Sure’yi her gün okuyorum ve herkese de öneriyorum. Ben yayın yaparken annem karşımda adeta ibadet ediyor, sürekli dualar okuyor. Onun için korunduğuma inanıyorum.

Müjdat Gezen Sanat Okulu’nda ders verdiğinizi biliyorum. Belki bu kadar yoğun ve başarılı bir temponuzun olması da kıskanan insan sayısını arttırabilir.

Televizyon okulu açıldı ve Uğur Dündar, Yılmaz Özdil, Prof. Dr. Haluk Şahin ve Müjdat Gezen gibi isimlerle birlikte orada ders veriyorum. Öğrencilerime bakınca hepsinin medya içinde olmak istediklerini görüyorum. Bu anlamda tabi ki bulunduğum konum itibariyle insanların ilgisini çekiyorum. Ve arada kıskananlar da çıkıyordur. Ondan kaçınmak mümkün değil. Okulda televizyon, röportaj ve söyleşiler dersi veriyorum. Aynı zamanda Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde sinema televizyon bölüm başkanıyım.

Öğrencilerde nasıl bir potansiyel görüyorsunuz?

Çok iyi ve inanılmaz bir potansiyel görüyorum. Gençlik çok iyi eğitiliyor ve kızlar için söylüyorum, çok güzel bir nesil geliyor. Televizyonda olmak istiyorlar inşallah herkes istediği okulu okur ve istediği eğitimi alır. Ben de eğitimime devam ediyorum, Kadir Has Üniversitesi’nde doktora yapıyorum. Çok renkli bir hayatım var. Bolca kitap okuyorum, çok geziyorum.

Bu çokların arasında çok da evlilik teklifi alıyorsunuzdur. Haftada ortalama aldığınız evlilik teklifi sayısı nedir?

Evet, alıyorum ama zaman yok. Çok fazla mail geliyor. ‘Annemle sizi isteyeceğiz’ diye… Ben annelerin en çok istediği gelin adayı formatıymışım, herkes öyle yazıyor. Hanım hanımcık, cici, ailesiyle yaşayan, dekolte giymeyen falan (gülüyor). İzleyici kitlem 50 yaş üzeri eğitimli beyler ve hanımlar diye düşünüyordum. Şimdi gençlerden ödül alınca, demek ki onlar da seyrediyormuş diye düşündüm.

Peki, evlilik ne zaman?

Evlilik 35 yaş sonrası diye düşünüyorum. İnşallah...

Aslında o yaşlar hayatın başlangıcı. Çünkü tam hayatın bilincine varma dönemi oluyor. Şair biraz yanılıyor. Dante gibi ortasında değiliz ömrün…

Değiliz. Dante 1200’lerde yaşamış. İnsaf yani (gülüyoruz).

Başından ayrılıkla biten bir evliliğin geçmesi, Oylum Talu’nun evlilik konusuna olumsuz bakmasına mı neden oldu?

Hiç evlilik olmasa da olur. Çocuk için evlenmek taraftarı da değilim. ‘Ay bir çocuğum olsun’ diye evleneyim gibi düşünceleri sevmiyorum. İnsan önce hayatını paylaşabileceği bir insan bulur, onunla uzun bir zaman geçireceğine ikna olduktan sonra da çocuk düşünür. ‘Aman çocuk istiyorum, ay bir evlensem’ diyenleri anlamıyorum. Sonra çocuk, babasız annesiz bir şekilde ortalarda kalıyor. Evlilik ağır bir şey, çok büyük bir sorumluluk gerektiriyor. Özellikle kadınlar için…

Ayrılık sizi de sarstı tabi, olumsuz bir şey var mı?

Evliliğim insanların tahmin ettiği gibi olmadı. Gelinlik giymedim. Evde yirmi kişinin katılımıyla ağlamalı bir evlilik oldu. Çünkü bir hafta önce anne vefat etmişti. Yani düşündüğünüz gibi bir evlilik ve boşanma süreci yaşamadık. Boşanılacağı bilinerek evlenilmişti.

İnanmıyorum, neler söylüyorsunuz! Peki neden?

Büyük bir hata diyelim. Ama herkes hayatında bir hata yapıyor. Bu da benim hatam oldu. Aklıma bile gelmiyor, hiç hatırlamıyorum. İnsanların hayatı, eğrisi doğrusu ve yanlışlarıyla gelişir, şekillenir. Ben iyi ki bütün yanlışları yapmışım. O yüzden arkamı döndüğümde hiç pişmanlığım yoktur diyen insanları anlayamıyorum. Yani nasıl diyorlar bunu? Benim keşke şunu yapmasaydım dediğim o kadar çok pişmanlığım vardır ki.

Oylum Talu, Türk kadınının durumunu nasıl görüyor? Özellikle kadınımızın şu yaşadığımız dönemdeki en büyük sorunları nelerdir?

Türk kadınını belirli sınırlar ve sıralamalar içinde değerlendirmek doğru değil. Çünkü büyük şehirlerde yaşayan kadınların elde ettikleri haklar ve yaşam şekliyle Güneydoğu ve Doğu Anadolu’daki kadınların elde ettikleri haklar aynı değil. Türkiye’de töre cinayeti var. O yüzden Türkiye’de kadınların sivil toplum örgütlerinin de desteğiyle yol aldıklarını düşünüyorum. Ama alınması gereken daha çok yol var. Türk kadınının eğitilmesi gerektiğine inanıyorum. İstanbul’daki, İzmir’deki kadının eğitimi değil kastım, kırsal kesimi kast ediyorum. Bu yüzden Türk kadını diye bir slogan doğru olmaz. Birçok farklı nokta var. Türk kadınının evlilikle, ailesiyle ve kendisiyle yaşadığı problemler var. Türk kadını zor durumda ve onların haline üzülüyorum.

Ne yapılabilir?

Ara sıra konuyla ilgili yazılanları ve yorumları okuyorum. ‘Bunu yapalım, şunları da atlamayalım’ gibi. Büyük meydanlarda toplanıp miting yapmakla Türk kadınını kurtarmak çok zor. Ben burada büyük şirketlere sorumluluk düştüğünü düşünüyorum. Siyasi iktidarın da yardımıyla kırsal kesimlere yatırım yapılmalı ve kadınlar bilinçlendirilmeli. Ama ondan önce eğitime destek vermek gerekli.

Mesela ‘Baba beni okula gönder’ kampanyası gibi…

Evet, kesinlikle! Mükemmel ve yürekten destek verdiğim bir kampanya. O kadar özel bir kampanya ki, ama maalesef tam olarak hedeflenen olmuyor. Belki çok da negatif bakmak doğru değil ama alınması gereken çok yol var.

Sizinle ilgili de dedikodular çıktı, çıkıyor. Mesela, Beyazıt Öztürk’le aranızda duygusal bir bağ olduğu söylenmişti. Hülya Avşar’ın programına katıldınız ve Avşar, sizi oyuncu Önder Açıkbaş ile birbirinize yakıştırdı...

Yaa sormayın, daha önce Murat Han’la oldu. Ben gece gezen, meslekleri icabı gece hayatında biraz daha fazla görünen arkadaşlar hakkında bu tarz haberler yapılmasını anlıyorum. Çünkü çok göz önündeler ama benim hakkımda nasıl çıkıyor hiç anlamıyorum. Bence camiamızda çok iyi senaristler var. Onlar gazeteciliği bırakıp senarist olsunlar. Beyazıt Öztürk çok aklı başında, çok efendi bir insan. Bir kere programına katıldım, bir kere de çok kalabalık bir grup halinde gezi yaptık. Bundan nasıl aşk haberi çıkarıyorlar anlamıyorum. Üstelik böyle yaparak insanların arkadaşlıklarına da mani oluyorlar. Önder Açıkbaş olayı tamamen espriydi. Ne diyeyim yani (gülüyor). Hayatımda çok uzun zamandır başka biri yok. Tabi ki olmasını istiyorum, keşke olsa, çok istediğimi de açık açık söyleyeyim..

Ama demek ki sizin önünüzde karşı cins için bir engel var…

Belki de haklısınız. Bir kere televizyonda yayın yapmak ve insanların gözü önünde olmak erkekleri korkutur. İkincisi, ben son derece entelektüel bir insanım. Bunlar çok iyi özelliklerim olduğu için değil ama karşı tarafı korkutuyor olabilir. Yanıma yaklaşamıyor olabilirler. En azından yakın çevremdeki arkadaşlarımın yorumları bu yönde oluyor. Yani zannetmesinler ki sürekli bir şekilde ‘Oylum benimle ol’ gibi bir durum var. Ne kimse telefonumu bilir ne de sürekli telefonum çalar. Ne mesajlar gelir, ne de bir erkekten ‘Akşam şuraya gidelim’ gibi mesajlar alırım. Zaten ben gece hayatından da hoşlanmıyorum. Hiç sevmiyorum. Beni hiçbir yerde göremezler.

Alkol ve sigara da yok.

Hiç filmlerdeki gibi sırılsıklam aşık olsam diye düşünmüyor musunuz?

Keşke, bulursanız bana da söyleyin (gülüyor). Hiç hayır demem ve inanın ki en güzel şekilde de yaşarım. Bulursam yaşarım ama önemli olan bulabilmek. Çok yoğun çalışıyorum ve bu şartlar altında öyle bir aşkı bulmak da son derece zor.



Arkadaşınız Esra Erol var!

(Gülüyoruz). Zaten ona esprisini yapıyorum. Tuzum kuru diyorum. Kaç yaşında olursam olayım ona gideceğim. Yaşasın Esra...

Biraz da politika konuşalım. 12 Haziran’da ne olur?

AK Parti tek başına iktidar olur. Kesinlikle görüşüm o yönde. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Kemal Kılıçdaroğlu’yla birlikte yeni bir nefes kazanıp, yeni bir atılım yaptığını ve bir önceki oy oranını yükselteceğini düşünüyorum. Ama AK Parti’nin çok güçlü olduğunu görüyoruz. ‘One Minute’ çıkışıyla, Libya’dan sadece Türk vatandaşlarını değil, yabancı uyruklu vatandaşları da kurtarmasıyla, çılgın projeleriyle, İstanbul’a katkılarıyla yine çok ciddi oy oranı elde ettiğini düşünüyor ve yüzde 40’ın üzerinde bir oy oranı yakalayacağını düşünüyorum.

Peki, son yaşananlardan sonra Meclis MHP’siz olabilir mi?

Olmamalı. Ben çok seslilikten yanayım. Zaten kaset skandalının Milliyetçi Hareket Partisi’ne yaradığını düşünüyorum. Seçime olumlu yansıyacak. Çünkü bizde değerlendirmeler çok farklı oluyor. Mesela yeni anayasa referandumuna gidildiğinde evet ve hayır derken, insanların neye hayır ya da evet dediğinin bilincinde olduğunu düşünmüyorum. Orada evet ve hayırlar AK Parti’ye verildi. MHP açısından reklamın iyisi kötüsü olmaz. Çünkü onlara bel altı vuruldu ve bu anlamda bence oy oranı artabilir. Çünkü, bu Türkiye’de çok sık gördüğümüz bir şey. Mesela Kenan Evren ihtilal döneminde herkes tarafından alkışlanırken, şu anda gelinen durum ortada. Türkiye’de gerçekten böyle garip durumlar yaşanıyor. Biz Başbakanımızı asıyoruz, sonra bütün bulvarlara adını veriyoruz. Özellikle Adnan Menderes dönemini çok okudum. O zaman asılmasını alkışlayanlar var, ama şimdiki dönem olsa değil asılmak yargılanmazdı bile diye düşünüyorum. Bizim Başbakanımız da zamanında şiir okudu diye hapis yatmış. Siyaset yapmanın çok zor olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Bu yüzden siyaset yapanlara Allah sabır versin diyorum ve kolaylıklar diliyorum.

Kemal Kılıçdaroğlu, Recep Tayyip Erdoğan’ı televizyonda konuşmaya, tartışmaya davet ediyor. Böyle bir programı siz sunsanız, onlara neler sorarsınız?

O tarz bir program Uğur Dündar’a yakışır. Zaten ben sunarsam o program sabaha kadar sürer, onu da söyleyeyim. Bir kere iktidarı ve ana muhalefeti aynı programda buluşturduysanız kesinlikle objektif olmak zorundasınız. İkisine de saat tutup saniyesi saniyesine aynı süreleri vermeniz gerekiyor. İki tarafa da çanak ve yönlendirmeli soru yöneltmemelisiniz. Bunun için bir anket şirketiyle anlaşır ve onlardan ‘AK Parti ve CHP için hangi soruları sormak isterdiniz?’ gibi bir araştırma yapmalarını isterdim. Kendi sorularımı sormaz, halkın sorularını dile getirmeye çalışırdım. Bunun objektif olması için güvenilir bir anket şirketiyle anlaşır, böylece iki tarafın da kafasının rahat olmasını sağlardım. Şu anda aklıma geldi ve doğru olanın bu olduğunu düşünüyorum.

Bir gün Meclis’e girmek aklınızdan geçmiyor mu hiç, siyaseti düşündünüz mü?

Düşündüm, bundan sonraki dönemde siyasete girebilirim. Çok sıcak bakıyorum ve hoşuma gidiyor. Gerçi şu anda kafama göre bir parti yok. Ama AK Parti’nin yaptığı güzel işler olduğuna inanıyorum. Mesela başörtüsü yüzünden insanların eğitim haklarının elinden alınmasını anlamıyorum. Herkesin eğitim hakkı vardır. O kadar yanlış ki, sembolizm bu. Ama Türkiye bunu en kısa zamanda aşacak. Herkesin üniversite bazında eğitim hakkı olmalı. AK Parti iktidar olalı sekiz sene oldu, başlarda ‘Türkiye, İran mı oluyor?’ gibi çekinceler vardı. Ama artık sekiz sene sonunda AK Parti’nin kendisini kanıtladığını ve çoğu zaman bir sol parti gibi hareket ettiğini görüyorum. O yüzden AK Parti iktidarını destekliyorum. Ama yanlış bulduğum tarafları da var. Tayyip Erdoğan’nın çok iyi bir lider olduğunu düşünüyorum. Liderlik vasfına sahip duruşuyla, sertliğiyle iyi bir lider ama AK Parti daha çok yol almalı. CHP cephesine baktığımızda Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti için çok iyi olduğunu düşünüyorum. Halka çok yakın, onların dilinden anlayan, halktan gelen bir isim. O yüzden güzel muhalefet yapıyor. Ama bu konuda kat etmeleri gereken çok yol var. Çünkü Türkiye’de muhalefet yapılan her şeye karşı çıkmak gibi algılanıyor. Bunu yapmak yerine doğru yolu göstermelisiniz. Yine de ne olursa olsun hayırlısı olsun.

Belki Oylum Talu’yu da Meclis’te görebiliriz.

İnşallah...

Meclis’te milletvekili olan kadın sayısı artmalı...

İnşallah öyle olur. Fakat halkın dinleyebileceği, kendisini dinletebilecek bir bakan lazım. Özellikle kadın ve aileden sorumlu bakanlık için. Biliyorsunuz Aliye Kavaf çok eleştirildi. Halbuki baktığınızda son derece donanımlı ve işine hakim. Halkla olan sinerjiyi kuramadı. Bakanlık koltuğuna yakışıyordu ama olmadı. Siyasetçi olmak gerçekten çok zor, düşünsenize her sözünüz ve hareketiniz 24 saat mercek altında. İnşallah bundan sonra gelecek kadın ve aileden sorumlu bakan, yumruğunu masaya vurabilecek ve halkla iç içe olabilecek bir isim olur.

Meclis’e girin ve bu isim siz olun o zaman...

İnşallah ne kadar mutlu olurum. Ama herhalde ben her gün ağlarım. Basınla, medyayla başa çıkamam. Şu anda medyada olduğum halde hakkımda yazılanlarla başa çıkamıyorum. Hele medya siteleri ohooo! (gülüyor).

Medya siteleri hakkında neler söyleyeceksiniz?

O kadar kuvvetliler ki vicdanlı olmaları gerekiyor. Bir tanesi haberi yazıyor ve hepsi birden mantar gibi bu haberi alıp manşete taşıyor. Her tarafta çıkıyor ve yanlışlık varsa bile haberi geri almanız mümkün olmuyor. Gözünüzü kapatıp devam etmek gerekiyor. Yine de bütün güçlerine rağmen gazetecilerin halk için değil medya mensuplarına haber yaptığını düşünüyorum. Kimse halkı düşünmüyor. Gazeteci gazeteciye yazıyor. Tüm gazeteciler de işlerine gider gitmez ‘Bu sitelere neler oldu?’ diye göz atıyorlar. Bu sitelerden halkın haberi yok. Zaten önemli olan da gazetecilerin bilmesi, halkın bilmesine gerek yok! Çok yakından takip ettiğim birkaç site var: Medyaradar, Medyatava, Medyafaresi, İnternethaber, Victoria Secret ve Amazon gibi.

Dilerim şimdi Medyaradar’a anlattıklarım başka siteler tarafından alınıp çarpıtılmaz. Artık anlattıklarım size emanet. İnşallah çarpıtmazlar. O yüzden konuşmuyorum ve televizyon programlarına katılmıyorum. Neden yokum, işte bu yüzden. Hülya Avşar’ın programına katıldım, daha önce tanımadığım, görüşmediğim ve birlikte olmamın mümkün olmadığı bir insanla yakıştırıldım. Ertesi gün medya siteleri bunu alır diye çok korktum ama Allah’tan Cemil İpekçi’nin göbek atma görüntülerini aldılar (gülüyoruz).

Bu yaz nasıl bir tatil düşlüyorsunuz?

Valla biz her yaz ya Amerika’da ya da Türkiye’de ağabeyimle buluşuyoruz. İki çocuğu var, geçen yıl Meksika’ya gittik. Bu sene Çeşme’ye gidiyoruz. Bu ay içinde gelecekler. Ağustos ayında programa bir ay ara vereceğiz ve bu kez ben Amerika’ya gideceğim. Alışveriş, gezme tozma. Hareket etmeyi, çalışmayı, üretmeyi seviyorum.

Dilerim bir gün aynı enerjyle Oylum Talu’yu Meclis’te görürüz. Türkiye’nin sizin gibi insanlara ihtiyacı var.

Belli mi olur, iki dönem sonra inşallah.

Afişlerde ne yazıyor, “Hayaldi...”

(Oylum Talu tamamlıyor ve gülüyor) Gerçek oldu. Neden olmasın! Meclis, İstanbul’da olsaydı, Ankara’da olması çok zor oluyor.

Çok keyif aldığım bir röportaj oldu, eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Buradan ilk defa ve kimsenin bilmediği bir haberi açıklayayım. Çok başarılı bir yazar olan Kahraman Tazeoğlu benim kitabımı yazıyor. Kitabın adı ‘Kayıp Yüzyılın Prensesi Oylum Talu’. Ben orada bir masal kahramanıyım. Sürreal bir dünyada yaşıyorum ama realist dünyanın getirileri de var. Yani yine medya dünyasındayım ve Habertürk’te çalışıyorum. Mesela sabah kalkıp yüzümü yıkayacağım zaman su damlacıkları elimde kalabilmek için birbirleriyle yarışıyorlar... Havlu az sonra yüzüme değeceği için çok mutlu... İşte böyle bir kitap. Bunu şimdiye kadar devlet sırrı gibi saklıyordum ama artık saklamayacağım. Kısmetse Destek Yayınları’ndan çıkacak bu kitap. Sanırım Ekim ya da Kasım ayında raflarda olacak.

Oylum Talu’ya bu keyifli sohbet için çok teşekkür ediyorum.

RÖPORTAJ: YÜKSEL ŞENGÜL