26 Nis 2012 13:20
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:34
“KARŞI CİNSLE İLİŞKİLERİ ANLATAN” ROMANLARI DA YAKACAK MIYIZ?
Ahmet Altan, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın Tv programları ile ilgili konuşmalarını ve tehditkar bulduğu sözlerini köşesine taşıdı.
Sabır
Bülent Arınç’la hiç tanışmadım, karşılaşmadım ama onu severim, dürüst ve cesur bir insan olduğunu düşünüyorum, en azından bende bıraktığı izlenim bu, bir kavgaya gidilecek olsa onunla giderim, ona güvenirim.
AKP’li diğer yöneticilerle birlikte çok sert çatışmalardan cesaretle, eğilip bükülmeden geçti.
Şimdi partisiyle birlikte ülkenin gerçek iktidarı oldular.
Artık onların iktidarını tehdit edecek bir güç yok.
Onları “sabrımız tükeniyor” diye korkutmaya kalkacak kimse kalmadı.
Sıra şimdi, ne yazık ki Arınç gibi insanların, kendilerine benzemeyenleri “sabırları zorluyorsunuz” diye korkutmaya başladığı günlere geldi.
Askerî vesayetin en azından görünürde bitmesinden sonra Türkiye gerçek bir demokrasinin “inşası” için çaba gösterilmesi gereken bir döneme girdi.
Bu, zor bir dönem.
Demokrasi mücadelesi, “kendini korumak için” verdiğin mücadeleden farklı çünkü, demokrasi mücadelesi kendinle birlikte sana benzemeyenleri de korumak için verilecek bir mücadele.
Böyle bir kavgada cesaret ve dürüstlük bütün insanların eşit olduğuna inanmak da gerekiyor, kendi kurtuluşunun diğerlerinin kurtuluşuna bağlı olduğunu anlamak da gerekiyor, sadece “düşmanlarla” değil gerçeklerle de yüzleşecek bir cesaret de gerekiyor.
Gönül bu kavgada Arınç gibi siyasetçilerin de demokrasi cephesinde yer almasını istiyor elbette ama ah bu iktidarın gözü kör olsun, insanlar iktidara sahip olup da kendilerini bir kere “kudretli” hissetmeye başladı mı “ölçüleri ve kuralları” da kendisinin koyması gerektiğine inanıyor işte.
“En muhteşem ölçü benim” diyor, “herkes bana benzerse toplum kurtulur”.
Böylece dönüyoruz 1923’e, herkesi kendisine benzetmeye çalışan, köylülere zorla Batı müziği dinleten, balo yaparak, dans ederek Batılı olunacağına ve Türkiye’yi Batılı bir hayat tarzının kurtaracağına samimiyetle inanan Mustafa Kemal’in dindar versiyonu çıkıyor karşımıza.
Mustafa Kemal’le bugünkü AKP yöneticilerinin talepleri birbirinden farklı ama “model” seçme yöntemleri aynı, “model” kendileri.
Bir toplumun insanlarını “tek”e indirgemeye kalktın mı gerçeklere çarpıyorsun ve “gerçekleri” değiştirmek için uğraşıp beceremeyince de gerçekleri saklamaya çabalıyorsun.
Arınç yaptığı konuşmada, “Giderek artan dizilerde ele alınan marjinal konular, karşı cinsler arasındaki ilişkiler, ensest ilişkiler, işlenen temalar toplumun tahammül sınırını zorlamaktadır. Dizilerin teknik olarak yüksek kalitede olmaları, yurtdışında da izlenmeleri, dahası dışarıya ihraç edilmeleri ülkemiz adına güzel gelişmelerdir. Ancak içerikle ilgili şikâyetlerin ciddiye alınması ve ele alınan temaların gözden geçirilmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatmak isterim. Gündüzleri yayınlanan bazı kadın programlarının herkesin sabrını zorlayan içerikleri sürekli şikâyet konusudur” demiş.
Konuşmanın tehditkâr vurgusu çok belirgin, bazı kadın programları “herkesin sabrını” zorluyormuş.
Anladığım kadarıyla o programları seyredenler “herkes” tanımının içine girmiyor Arınç’a göre.
O programları seyreden, o programlardan memnun olan çok insan var, öyle olmasa o programları yapmazlar zaten, seyredildiği için yapıyorlar.
Ne yapacağız o programları seyredenleri?
Toplama kamplarına mı kapatacağız, Kuzey Kore gibi “eğitim kamplarına” mı göndereceğiz?
Arınç “karşı cinsler arasındaki ilişkilerin gösterilmesini” de istemiyor, iyi de insan yaratıldığından beri “karşı cinsler arasında ilişkiler” var ve insan yaratıldığından beri “karşı cinsler arasındaki ilişkilerle” ilgileniyor.
Hayatın temelini bu “karşı cinsler arasındaki ilişkiler” oluşturuyor, Arınç bu temel gerçekten söz edilmemesini istiyor.
Niye?
Televizyon dizileriyle başlayan bu şikâyet ardından da edebiyata mı sirayet edecek, “karşı cinsle ilişkileri anlatan” romanları da yakacak mıyız?
Herhalde dünya edebiyatının yüzde doksanını meydanlarda yakmamız gerekecek.
Arınç “ensest” ilişkilerden bahsedilmesinden de şikâyetçi, Anadolu ensest ilişkilerin kurbanlarıyla dolu, bu insanlar konuşacak, dertlerini anlatacak bir mecra bulamazlarsa, biz bu kurbanları yok farz edersek, bu zorbalığı nasıl önleyeceğiz?
Arınç bundan bahsedilmesini istemiyor diye bütün ülkeyi bir zorbalığın eline mi bırakacağız, küçük kız çocukları hep sessiz kurbanlar olarak mı kalacak?
Gerçek orada bütün ağırlığıyla dursun ve sen bundan söz etme, bu mu “ahlak”, bu bana “ahlaktan” ziyade ikiyüzlülük gibi geliyor, kurbandan ziyade zalimi tutmak gibi geliyor.
Bu programlardan rahatsız olan bu programları seyretmez.
“Benim seyretmek istemediğimi kimse seyretmeyecek” dedin mi faşizmin sınırından içeri adımını atarsın.
Bu anlayış, toplumun soluk borusunu kesmeye çalışan bir anlayıştır.
Türkiye bunu uzun yıllar yaşadı, bir daha o kadar uzun yaşamaz.
Yasakçılık, hele bu çağda, kimseye hayır getirmez.
Umarım Arınç söylediklerini bir daha düşünür.
Düşünürken de “28 Şubatçıların” toplumla ilgili sözlerini bir daha okur.
Ahmet Altan / Taraf
Bülent Arınç’la hiç tanışmadım, karşılaşmadım ama onu severim, dürüst ve cesur bir insan olduğunu düşünüyorum, en azından bende bıraktığı izlenim bu, bir kavgaya gidilecek olsa onunla giderim, ona güvenirim.
AKP’li diğer yöneticilerle birlikte çok sert çatışmalardan cesaretle, eğilip bükülmeden geçti.
Şimdi partisiyle birlikte ülkenin gerçek iktidarı oldular.
Artık onların iktidarını tehdit edecek bir güç yok.
Onları “sabrımız tükeniyor” diye korkutmaya kalkacak kimse kalmadı.
Sıra şimdi, ne yazık ki Arınç gibi insanların, kendilerine benzemeyenleri “sabırları zorluyorsunuz” diye korkutmaya başladığı günlere geldi.
Askerî vesayetin en azından görünürde bitmesinden sonra Türkiye gerçek bir demokrasinin “inşası” için çaba gösterilmesi gereken bir döneme girdi.
Bu, zor bir dönem.
Demokrasi mücadelesi, “kendini korumak için” verdiğin mücadeleden farklı çünkü, demokrasi mücadelesi kendinle birlikte sana benzemeyenleri de korumak için verilecek bir mücadele.
Böyle bir kavgada cesaret ve dürüstlük bütün insanların eşit olduğuna inanmak da gerekiyor, kendi kurtuluşunun diğerlerinin kurtuluşuna bağlı olduğunu anlamak da gerekiyor, sadece “düşmanlarla” değil gerçeklerle de yüzleşecek bir cesaret de gerekiyor.
Gönül bu kavgada Arınç gibi siyasetçilerin de demokrasi cephesinde yer almasını istiyor elbette ama ah bu iktidarın gözü kör olsun, insanlar iktidara sahip olup da kendilerini bir kere “kudretli” hissetmeye başladı mı “ölçüleri ve kuralları” da kendisinin koyması gerektiğine inanıyor işte.
“En muhteşem ölçü benim” diyor, “herkes bana benzerse toplum kurtulur”.
Böylece dönüyoruz 1923’e, herkesi kendisine benzetmeye çalışan, köylülere zorla Batı müziği dinleten, balo yaparak, dans ederek Batılı olunacağına ve Türkiye’yi Batılı bir hayat tarzının kurtaracağına samimiyetle inanan Mustafa Kemal’in dindar versiyonu çıkıyor karşımıza.
Mustafa Kemal’le bugünkü AKP yöneticilerinin talepleri birbirinden farklı ama “model” seçme yöntemleri aynı, “model” kendileri.
Bir toplumun insanlarını “tek”e indirgemeye kalktın mı gerçeklere çarpıyorsun ve “gerçekleri” değiştirmek için uğraşıp beceremeyince de gerçekleri saklamaya çabalıyorsun.
Arınç yaptığı konuşmada, “Giderek artan dizilerde ele alınan marjinal konular, karşı cinsler arasındaki ilişkiler, ensest ilişkiler, işlenen temalar toplumun tahammül sınırını zorlamaktadır. Dizilerin teknik olarak yüksek kalitede olmaları, yurtdışında da izlenmeleri, dahası dışarıya ihraç edilmeleri ülkemiz adına güzel gelişmelerdir. Ancak içerikle ilgili şikâyetlerin ciddiye alınması ve ele alınan temaların gözden geçirilmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatmak isterim. Gündüzleri yayınlanan bazı kadın programlarının herkesin sabrını zorlayan içerikleri sürekli şikâyet konusudur” demiş.
Konuşmanın tehditkâr vurgusu çok belirgin, bazı kadın programları “herkesin sabrını” zorluyormuş.
Anladığım kadarıyla o programları seyredenler “herkes” tanımının içine girmiyor Arınç’a göre.
O programları seyreden, o programlardan memnun olan çok insan var, öyle olmasa o programları yapmazlar zaten, seyredildiği için yapıyorlar.
Ne yapacağız o programları seyredenleri?
Toplama kamplarına mı kapatacağız, Kuzey Kore gibi “eğitim kamplarına” mı göndereceğiz?
Arınç “karşı cinsler arasındaki ilişkilerin gösterilmesini” de istemiyor, iyi de insan yaratıldığından beri “karşı cinsler arasında ilişkiler” var ve insan yaratıldığından beri “karşı cinsler arasındaki ilişkilerle” ilgileniyor.
Hayatın temelini bu “karşı cinsler arasındaki ilişkiler” oluşturuyor, Arınç bu temel gerçekten söz edilmemesini istiyor.
Niye?
Televizyon dizileriyle başlayan bu şikâyet ardından da edebiyata mı sirayet edecek, “karşı cinsle ilişkileri anlatan” romanları da yakacak mıyız?
Herhalde dünya edebiyatının yüzde doksanını meydanlarda yakmamız gerekecek.
Arınç “ensest” ilişkilerden bahsedilmesinden de şikâyetçi, Anadolu ensest ilişkilerin kurbanlarıyla dolu, bu insanlar konuşacak, dertlerini anlatacak bir mecra bulamazlarsa, biz bu kurbanları yok farz edersek, bu zorbalığı nasıl önleyeceğiz?
Arınç bundan bahsedilmesini istemiyor diye bütün ülkeyi bir zorbalığın eline mi bırakacağız, küçük kız çocukları hep sessiz kurbanlar olarak mı kalacak?
Gerçek orada bütün ağırlığıyla dursun ve sen bundan söz etme, bu mu “ahlak”, bu bana “ahlaktan” ziyade ikiyüzlülük gibi geliyor, kurbandan ziyade zalimi tutmak gibi geliyor.
Bu programlardan rahatsız olan bu programları seyretmez.
“Benim seyretmek istemediğimi kimse seyretmeyecek” dedin mi faşizmin sınırından içeri adımını atarsın.
Bu anlayış, toplumun soluk borusunu kesmeye çalışan bir anlayıştır.
Türkiye bunu uzun yıllar yaşadı, bir daha o kadar uzun yaşamaz.
Yasakçılık, hele bu çağda, kimseye hayır getirmez.
Umarım Arınç söylediklerini bir daha düşünür.
Düşünürken de “28 Şubatçıların” toplumla ilgili sözlerini bir daha okur.
Ahmet Altan / Taraf