"3 GAZETE SATIN ALDIN DİYE BAŞBAKAN'A HAKARET EDEMEZSİN!" YİĞİT BULUT'DAN BAŞBAKAN'A TAM DESTEK!
24 TV Genel Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut, Milat gazetesine verdiği röportajda Başbakan Erdoğan'a övgüler yağdırdı.. Medya patronlarına çaktı..
24 TV Genel Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut, Milat gazetesinden Nil Gülsüm’e röportaj verdi.
İşte o röportaj;
Darbelerin arka planında dış güçlerin olduğuna dair yaygın bir kanaat var. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Darbeler, dış güçlerin içinde olduğu süreçlerde gelişmiştir. Askeri darbeler dış güçlerle iç güçlerin koalisyonu olarak gerçekleşir. Dış güçler izin vermediği zaman içerideki yerleşik düzen askeri darbe yapamaz. 1946 sonrasında sistem kurulurken bu şekilde dizayn edilmiş. 1945, o dönemki Yeni Dünya Düzeni’nin kurulduğu yıldır. 1945’te NATO, BM, İMF ve Dünya Bankası kuruluyor. Sistem, bu dört ayak üzerine inşa ediliyor.
İç ve dış güçlerin ittifakından bahsettiniz. İçteki yapı nasıldı?
Kurulan bu sistem, Türkiye’yi nasıl kontrol edecekleri konusunda çalışmaya başlayıp montaj sanayiyi yarattı. Bu, Türkiye’de bugün gördüğümüz burjuva sisteminin ortaya çıkmasıdır. O montaj sanayi de, içeride kendi medyasını ortaya çıkardı. Arkasından kendi kurdukları finansal bankacılık yapısına askeriyeyi de ekleyince içeride dört ayak ortaya çıktı. İşte darbelerin altında bu dört bacaklı yapı bulunmaktadır. Darbeler hep dışarıdan içeriye gelen emirler doğrultusunda yapılmıştır.
Askeri en sonda zikrettiniz. Darbelerde askerin etki alanı ve gücü hangi sırada gelir?
Darbeler esnasında asker sadece süngünün ucudur. Asker hiçbir zaman karar mekanizmaları içinde olamamıştır ve her zaman kullanılmıştır. Bu durum bütün darbeler için aynı olmuştur.
Bu odaklar hangi şartlarda darbeye gereksinim duyuyorlardı?
Türkiye 1946 ile 2003 arasında bu sistem tarafından kontrol edildi. Türkiye’de ne zaman bu grubun menfaatleri siyasal, ekonomik, finansal anlamda dara düştüyse darbe yapılmıştır. Bu grup, menfaatlerini korumak için de siyasal, ekonomik, finansal manipülasyon yollarıyla düzeltmeye çalışırlar. Bu da olmazsa, son çare olarak askeri darbe yoluna başvururlar. Askeri darbelerin geçmişine bakarsanız, hep devalüasyon vardır. Sistem hep bu şekilde işler.
Her darbenin ekonomik boyutu var yani...
1946 ile 2003 arasında faiz hep çift haneli rakamlarda kaldı. Hatta bazı dönemlerde binlere, on binlere çıktı. 2001 krizinde bankalar arası piyasada gecelik 14 bin faiz gördük. Bu yüksek enflasyon, yüksek faiz içerideki ekonominin sömürülmesine yol açtı. Vatandaş hep kaybetti, o yerleşik düzen de hep kazandı. Finansal manipülasyonlar, darbe kadar suçtur.
Neden?
Çünkü bunu kullanarak da hükümetleri yıkmak mümkündür. Bunun örneklerini yakın zaman kadar gördük. Darbelerin finansal yönü her zaman vardır. Mesela Ergenekon operasyonu yapılıyor. Ergenekon tek başına önemli değil. Finansal Ergenekon önemlidir. Bunun çökertilip çökertilmediği önemlidir.
Çökertildi mi peki?
Tam çökertilemedi.
28 Şubat’ın siyasi boyutu tartışıldı, tartışılmaya da devam ediyor. Ekonomik boyutu neden yeteri kadar gündeme gelmiyor?
Ekonomik boyutunu tartışmak hayli güç. Bunu yapabilmek için ekonomik anlamda entelektüel bir derinliğe sahip olmak gerek. Ayrıca Darbeleri Araştırma Komisyonu, işin ekonomik boyutu ile de bazı noktalara ulaşıldığını söylüyor. Eskiden olmayan finansal sorgulamalar artık Türkiye’de yapılıyor. Dolayısıyla bunun finansal boyutu da yakında ortaya çıkacaktır. Şimdiye dek sadece askerler gündeme geldi, ama asker oltanın ucundaki yem. Bir de oltayı tutan var asıl onun kim olduğu önemli. 28 Şubat’ın askeri karargahına girilmesi önemli değil. 28 Şubat’ın sivil ve ekonomik karargahına girilmesi önemli.
DARBECİLER TAKİYYE YAPIYOR
Sivil karargâhta bulunanlar eski güçlerine sahipler mi?
Onlar şu anda takiyye yapıyorlar. Sistemden tamamen çıkmış gibi davranıyorlar. O sivil karargah pasifize edilmeseydi, faiz bugün dörde, beşe inemezdi. Eski güçlerinde değiller, ama tamamen yok olmuş da değiller. Bekliyorlar. "Erdoğan’a bir şey olsa da, biz tekrar ayağa kalksak. Şu halkı elimize bir geçirsek, şunların kanını bir emsek. Şimdi ekonomi de büyüdü, bunlar kanlandı, canlandı" diye düşünüyorlar. Şu anda onlar Türkiye’ye gıpta ile bakıyorlar. Nasıl bir vampir kanlı canlı bir adam gördüğü zaman dişini geçirmek isterse, aynı şekilde onlar da ekonomik durumunu düzelten, refah noktasına ulaşan halkın kanını emmek için can atıyor.
BAŞBAKANDAN KORKUYORLAR
Neden ses çıkarmadan bekliyorlar?
Başbakan’dan korkuyorlar. Başbakan "Ben kefenimi giydim" dedi. Bunu diyen birinin karşısındakinin bir şeyler yapabilmesi için onun da kefen giymesi lazım. Ama onlar o kefeni giyecek cesarete sahip olmadıkları için bekliyorlar.
Erbakan Hükümeti darbecileri üzerine çekecek ne yapmıştı?
Erbakan kamuda havuz sistemini kurmaya karar vermişti. O dönemde mesela bir kamu şirketinin parası var. Gece götürüyor bir özel bankanın kasasına koyuyor. Başka bir kamu kuruluşunun da o gün paraya ihtiyacı var. O da gidip özel sektörün o bankasından borç alıyor. Bu durumda kamu parayı bankaya neredeyse bedavaya veriyor. Banka da o parayı tekrar kamuya satıyor. Erbakan da ’Böyle bir şeyin olması mümkün değil. Kamudan kamuya para transferi yaparız, bankaları aradan çıkarırız’ deyince bundan rahatsızlık duyuldu. Erbakan’ın bu havuz sistemi uygulamasıyla 10 milyar dolar komisyon parası kaybediyorlardı. Bir baktık, Türkiye’ye şeriat, irtica ve bölünme tehlikesi gelmiş. Medya da işe el atınca hükümet nakavt oldu.
EN MİLLİ LİDER ERDOĞANDIR
Başbakan Erdoğan, Türk siyasi hayatında nasıl bir çizgiyi temsil ediyor?
Başbakan Erdoğan bana göre Cumhuriyet tarihi boyunca gelmiş en milli liderdir. Bunu da tüm samimiyetimle ve kalbimle söylüyorum. Türkiye’de şimdiye dek hiçbir liderin halka arz yapmasına izin vermediler. Halka arz demek, aradaki bankaların, holdinglerin devre dışı kalması anlamına gelir. Artık para çakallara, holdinglere değil de halka gidecek. Bakın ortada o kadar büyük bir para var ki, bunun için adam öldürürler. Bunun için Başbakan öldürürler, astırırlar, darbe yaptırırlar. Halka arz sürecini başlatmak demek, kamunun bütün şirketlerini halka arz etmek demektir. Bu uygulama Cumhuriyet tarihinde atılmış en büyük, en cesur adımdır. Atatürk bile yaşasaydı, bu cesur adımı atamazdı. Bankacılık sistemi onu bile götürürdü.
Her darbenin kaybedeni halk olmuştur. O zaman kazananı da sermaye grupları mıdır?
Elbette. Esas kazancı onlar sağladı. O yerleşik düzenin sahipleri askerleri alarak yönetim kurullarına yerleştiriyordu. Böylece devlet gücüyle tahsilat yaptılar.
TEK DERTLERİ RANT
Şu anda darbe riski var mı hala?
Eskisi kadar darbe riski yok. Vatandaş artık bilinçli, şimdi öyle bir girişim olsa halk sokağa dökülür, karşı durur. Ancak az da olsa, hala darbe riski var ve bu risk Başkanlık sistemi gelene kadar devam edecek. Çünkü burada bahsettiğimiz trilyon dolarlık rantlar. Yerleşik güçler bu pastadan kolay kolay vazgeçmeyecektir. Bırakın trilyon dolarlık rantı, milyon dolarlık rant için bile bunlar Başbakanlarını öldürmeyi denerler. Tayyip Erdoğan’a kaç suikast girişimi var? Her gün Başbakan Erdoğan’a suikast girişimleri var.
BAŞBAKAN’I ENGEL GÖRÜYORLAR
Kim var bu suikast girişimlerinin arkasında?
Küresel yerleşik düzen var. Türkiye’nin kaynaklarını, yer altı zenginliklerini emmelerinin önünde en büyük engel olarak Recep Tayyip Erdoğan’ı görüyorlar. Başbakan Erdoğan, çok güçlü bir kişilik. Sistemin açıklarını bu gücüyle kapatıyor. Ama bu güçlü yapının sağlamlaşması ve eski yerleşik düzenin etkisini tam anlamıyla yitirmesi için başkanlık sistemine geçiş şarttır.
Bu yaygara o yüzden mi koparılıyor?
Evet, tam olarak böyle. Bugün çok güçlü bir başbakan var ve istikrar ve işleyiş açısından bir sıkıntı olmuyor. Ama yarın öbür tekrar koalisyonların olmayacağının garantisini kim verebilir. Bakın kimin başkan olacağı hiç önemli değil. Yüzde 50.01 ile seçilen başkan o yerleşik düzen karşısında çok güçlü olacak. Bu yapıların kendi çıkarları için Türkiye’ye zarar vermelerinin imkanı kalmayacak. Geçmişte koalisyon hükümetlerinin güçsüz başbakanları vardı. Zaten bu yerleşik düzen en çok koalisyon hükümetini sever. Bu yerleşik düzen güçsüz başbakana önce medyası aracılığıyla vurur, ardından da kucağına düşürür ve istediğini yaptırır. Geçmişte bunu her başbakana yaptılar. Bu yüzden Türkiye’nin kurtuluşu başkanlık sistemindedir. Başkanlık sistemine geçilemezse o yerleşik düzen gücünü toparlayıp bu halkı çiğ çiğ yer.
28 Şubat döneminde süreç içinde etkin olup şimdi o dönemi eleştiren, hatta ’hata yaptık’ diyenler var. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Bunların hepsi takiyye, timsah gözyaşları. Onların şu anki uyumlu durumları tamamen yalan.
MİLLETİ YILLARCA SOYDULAR
Bu kadar güçlü bir yapı ile mücadele etmek kolay olmasa gerek?
Geçmiş dönemlerdeki başbakanlar bir karar vermek zorundaydı. Ya halkın yanında olacak ya da yerleşik bu yapının yanında olacaklardı. Onlar yerleşik yapının yanında yer aldı. Bazıları tuzağa düştü, kimileri de başka yollarla ikna edildiler. Bu yapı yıllarca milleti soydu. Ne zaman uyanacak olursa da üzerlerine askerleri göndererek sistemlerini devam ettirdiler. Başbakan Erdoğan bu yerleşik yapıyı en ince ayrıntısına kadar bildiğini ve bu güçlerin halkın kanını nasıl emdiğini çok iyi bildiğini biliyorum. Onun zihnindeki birikimin, kafasının içindeki modelin şu anda bize söylemediği ve bu ülkeyi çok iyi bir noktaya götürecek bir model olduğunu düşünüyorum. Ve tercih noktasında halkın yanında yer aldı. Ama çok kritik bir noktadayız. Bir taşı taşıyıp belli bir yere kadar getirdiğinizi düşünün. Taşı dağın diğer tarafına aşıramadığınız zaman o taş döner ve sizin üzerinize düşer. Tam yarı yolda olunan bir nokta yaşanıyor. Bunun için de başkanlık sistemi, yeni anayasa ve finansal konuların yeniden yapılanması gerekiyor.
KAOS KAPIDA
Bu bağlamda neler yapabilirler?
Bunların beslendiği düzen kaos düzeni. Biz kayayı nasıl bu tarafa taşımayı düşünüyorsak, onlar da ’diğer tarafa ulaşmasın ve üzerlerine yıkılsın’ diyorlar. Bu sebeple önümüzdeki 36 ay boyunca bu yerleşik düzen Türkiye’de Başbakan’ın canına kast etmek dahil, finansal manipülasyon, ekonomik darbe, siyasi manipülasyon, siyasi parti içi darbeler, suikastler yapacak. Çünkü yerleşik düzen can çekişiyor. Tek atımlık barutu kaldı ve onu kullanmak isteyecek. Dua ediyorlar Başbakan eceliyle ölsün diye. Eceliyle ölmezse de kendi müdahaleleriyle ölsün istiyorlar.
Kürt meselesinin çözümüne ilişkin hükümet devrim niteliğinde adımlar attı, atmaya devam ediyor. Kürt sorunun geçmiş dönemlerde çözüme kavuşmamasını nasıl değerlendirirsiniz?
Geçmiş hükümetler orduyu kontrol edemiyordu. Ordunun biat etmediği bir hükümet bu sorunu nasıl çözecek? Tam tersi bir durum vardı, geçmişte hükümetler orduya biat ediyordu. Ankara’nın doğusuna geçmiş hükümet yok geçmişte. Şu anda ordunun hükümete tamamen bağlı olması, hükümetin orduyu kontrol etmesi ve orada yaşanan olaylara vakıf olunması sebebiyle süreç çözüme doğru gidiyor. Bir diğer nokta da, geçmişte o bölgede kaos oluşturanların hangi taraftan olduğu belli olamayacak şekilde bu durumdan beslenmesidir. Ayrıca TSK son bir yılda PKK’ya silahlı eylem yapacak imkan bırakmadı. Eskiden sahada general yoktu. Şimdi bütün generaller Ankara’da sahadalar. Ben bu hükümetin sahip olduğu bilincin bu sorunu kesin olarak çözüme kavuşturacağını düşünüyorum.
Size dönelim. Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Ben kendimi ’milli’ olarak tanımlıyorum. Türkiye ne çektiyse milli olmayan kafalardan çekti.
Milli olmak ne demek?
Milli olmak demek milliyetçi olmak demek değildir. Milli olmak demek içinde İslami değerleri barındıran ve Türk’ün tarihinden getirdiği değerleri barındıran demektir. Buradaki Türk, etnik Türk değil. Kürt de, Çerkes de Türk. ’Siz Türk olacaksınız’ anlamında demiyorum, değerler bakımından söylüyorum. Türk milleti dediğiniz zaman bu coğrafyanın tamamını kapsıyor. İslam coğrafyası dediğimiz zaman 2 milyara yakın insanı kapsıyor.
Cumhuriyet bu denklemin neresinde?
Cumhuriyet’i sevmiyor muyum? Cumhuriyet’i elbette çok seviyorum. Cumhuriyet bizim yok edildiğimiz bir dönemde bize yaşam alanı açmış. Ama bizim yaşam alanımız sadece bunla sınırlı değil. Benim yaşam alanım Viyana kapısından başlıyor, Çin Seddi’ne kadar uzanıyor, Afrika’da bitiyor. Bu yaşam alanını yeniden tanımlamamız lazım. Evet Cumhuriyet bizi yüz yıl taşıdı. Allah razı olsun, borcumuz da borç; ama artık Cumhuriyetin sınırlarını aşıp daha büyük bir yaşam alanı oluşturmamız gerekiyor. Türkler 4 bin yıldır Anadolu’daydı, Malazgirt’le giriş ise sadece Alparslan’ın girişiydi. Türkler geçmişte Şaman’dı diyorlar. Yok böyle bir şey. Lütfen gitsinler Türk destanlarına baksınlar. Orada bir yaratıcıdan, bir Allah’tan bahsedilir, tek Tanrı inancı vardır ve bu Hz. İbrahim’e kadar gider. Bir de iğrenç bir propaganda yürütülüyor; ’Türkler kılıç zoruyla Müslüman oldu’ deniliyor. Yalan, Türkler her zaman İslam’dı, Müslüman’dı. Bunu o malum medya bilinçli olarak kullanıyor. Başbakan’a "Devlet modeli ne olacak, Avrupa’ya mı, Amerika’ya mı bakalım?" diye sorduklarında "Ne Avrupa’sı ne Amerika’sı, dön kendi kitaplarını oku. Bundan 1000-1400 yıl önce yazılmış eserlerini oku, devlet modelini orada bulacaksın" dedi. Başbakan Erdoğan’ın işi çok zor.
LİDERLER YALNIZDIR
Neden zor?
Yanındaki insanlar buna hazır mı? Büyük liderler her zaman yalnızdır. En zor yalnızlık zirvedeki yalnızlıktır.
Tarih yazmanın ve liderliğin böyle bir bedeli olsa gerek...
Kesinlikle. Büyük İskender çıktı Hindistan’a, Çin’e kadar yürüdü. Öldükten sonra en yakınındaki adam "İskender’i biz öldürdük. Çünkü onunla birlikte yürüyecek gücümüz ve cesaretimiz kalmamıştı. Sonra da cesedini kapışmak için leş kargaları gibi üzerine düşüştük" notunu düştü. Büyük liderlerin kendileriyle birlikte yürüyecek cesur, akıllı ve güçlü bir ekiplerinin olması da gerekiyor.
Başbakan’ın var mı böyle bir ekibi?
Başbakan bu açıdan şanslı. Yanında çok güçlü bir ekibi var ama kaçınılmaz olan şudur ekipler hiçbir zaman liderin büyüklüğüne yetişemez.
BASIN ’MİLLİ’ DEĞİL
İmralı’daki görüşmenin basına sızdırılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz. Sizin olağan şüpheliniz kim?
Ben orada bizim basının oyuna geldiğini düşünüyorum. Olağan şüpheli çok daha yukarıda. Hangi gazeteye o bilgiler gitse bu tuzağa düşebilir. Düşmeyebilir de. Genel Yayın Yönetmeni’nin belli bir entelektüel kapasitesi ve geçmişten bugüne birikimi yeterliyse düşmez.
Size gelse yayınlar mıydınız?
Ben asla yayınlamazdım.
Hangi hassasiyetle yayınlamazdınız?
Onun bir psikolojik harekat olduğunu düşünerek yayınlamazdım. Bunu aslında b,r çok gazeteci görebilir. Önemli olan yayınladığınız anda kime hizmet ettiğidir. O yüzden büyük resimdeki eli görmek lazım. O da medya değil.
ALİ KEMAL ÖLMEDİ
Gazeteci için haber şehveti elbette kaçınılmaz bir duygudur. Ama bunun bir sınırı var mıdır, olmalı mıdır?
Türkiye’de gazetecilerde maalesef öyle bir refleks gelişmedi. Çünkü geçmişte gazete patronları ’Ne buluyorsan yap’ dediler. Hükümet de, millet de gitse umurlarında olmadı. Şimdi bunun acısını çekiyoruz. Milli menfaatler Türkiye’de gazetecilik sektöründe hiç düşünülmez. Hatta tersi ’Milli menfaat’i düşünmek ayıp bir şeydir. Bana sektörü sorguladım, milletin yediği şekeri sorguladım, bankacılık sektörünü sorguladım diye yıllarca neler çektirdiler. İtibarsızlaştırmaya çalıştılar. Çünkü basın milli değil. Ali Kemal ölmedi, bir çok kimlik altında yaşıyor hala.
İsminizin etrafında çok fazla tartışma olmasını neye bağlıyorsunuz?
Benim o medyaya göre en büyük suçum, kendi isteğimle onları terk edip, onların ’öteki’ olarak tanımladığı başka bir medyaya geçmemdir. Ben Doğan Grubunu terk ettiğim zaman, onlar Türkiye’nin en güçlü medyasıydı, şimdiki gibi değillerdi. Hatta en ufak bir tartışma bile yoktu. Bunu affedemediler.
MİLLİ DOĞDUM; MİLLİ ÖLECEĞİM
Sizin ulusalcı olduğunuz ve ulusalcılık prim kaybedince büyüyen yeni güce doğru meylettiğiniz yönünde iddialarda bulunanlar var. Ne dersiniz?
Ben on sene önce İMF’ye, AB’ye, Dünya Bankası’na, yerleşik düzene ve Türkiye’nin küresel güçler tarafından sömürülmesine karşıyım diyordum. On sene önce ne söylüyorsam, bugün de aynı şeyleri söylüyorum. Benim çizgim hiç değişmedi. Milli doğdum, milli öleceğim. Çizgim hiç değişmeyecek. Benim hayal bile edemeyeceğim kadar ’milli’ bir başbakan var. Ben Allah’tan daha ne isteyeyim.
İMF’Yİ KOVAN KİŞİ ’ATAM’DIR
Siz böyle konuştuğunuz zaman da ’yandaş’ yakıştırması yapılıyor. Yandaş mısınız?
Eğer Recep Tayyip Erdoğan’ın arkasında bir vatandaş olarak durmak, ’O kefenini giydiyse ben de giyerim’ demek yandaşlıksa yandaşım. Benim bir parti derdim yok. Ben bir liderin peşinden gidiyorum. Kim kovarsa kovsun İMF’yi kovan kişi benim ’Atam’dır. Yerleşik düzenin boynunu sıkan adam benim ’Atam’dır. Eskiden medya patronları başbakanları evlerine çağırıp donla karşılıyorlardı. Ben bu ülkede başbakanla tavla oynarken başbakanın ’siz, efendim’ diye hitap ettiği medya patronun başbakana ’sen’ diye hitap ettiğini gördüm. Geçmişte Simavi ,Özal’a "Sen bir mahlukatsın" diyerek mektup yazıp bunu manşete taşıdı. Dört tane matbaası olan zibidi, bu ülkenin başbakanına bunu yaptı. Haydi bugün cesareti olan varsa yazsın bakalım.
DEVLET YERİNE OTURDU
İşte tam bu noktayı diktatörlük ve baskı olarak yorumlayanlar oluyor...
Hayır asla. Tam tersidir. Bu devletin yerine oturması anlamına geliyor. Herkes artık yerini biliyor. Kim ki haddini bilmez helak olur. Herkes haddini bilecek. Medya patronu halkı temsil eden, halkın oyuyla seçilen bir başbakana hakaret edemez. Medya patronu cumhurbaşkanına, bakanlara hakaret edemez. Sen kimsin! Dört tane matbaa kurdun, üç tane gazete satın aldın diye bunu yapamazsın. Bunlar eskiden oldu, ama artık olamaz. Çünkü devlet, devlet oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir saygınlığı var. Yerleşik sistemin esas rahatsız olduğu da, istedikleri gibi davranamamak. O yüzden önümüzdeki seçimler çok önemli. Askeri darbe girimi bile denenebilir.
AK Parti’ye de oynarlar mı, başbakana yakın isimlere?
Her şeyi yaparlar. Önümüzdeki 36 ay bu yerleşik sistem için ölüm kalım meselesi. Çünkü ya yok olup gidecekler, ya da eskiden olduğu gibi sömürecekler.