17 Mayıs 2016 10:01
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:31
19 Mayıs’ta Anıtkabir’e saldırı olabilir mi?
Medyaradar siyaset analisti Atilla Akar, yaklaşan 19 Mayıs ve Anıtkabir’deki muhtemel terör uyarısı üzerine yaklaşımını paylaştı…
Terör örgütleri her zaman bir ülke, bir millet için önemli,
sembolik değeri yüksek hedefleri ve günleri seçerler. Çünkü bu
günlerde yapılacak eylemlerin sarsıcılık katsayısı ayrıca yüksek
olacaktır. Böylelikle o ülkenin milli değerleri biranda ajite
edilerek, toplumun tarihsel bilinçaltı kışkırtılarak sonuç alınmak
istenir.
Atıyorum; faraziye normal bir günde 100 kayıp verilmesi ile böylesi bir günde 100 kayıp verilmesi matematik olarak aynı olsa da içereceği sembolik anlamlar gereği toplumsal etki düzeyi on belki de yüz katı olacaktır. Aynı şekilde siyasi sonuçları da yüksek olacaktır. Dolayısıyla böylesi günler terör örgütleri için ayrıca “değerlendirilmesi” gereken günler kategorisindedir. Bu yüzden söz konusu tipte mekânlar ve günler için risk doğal olarak artmakta, tehdit seviyesi otomatikman yükselmektedir. “Alarm” durumu kendiliğinden doğmaktadır.
TEHDİT NE KADAR CİDDİ?
İşte bu açıdan baktığımızda yapılan son “MİT uyarısı” oldukça önemlidir. Söz konusu uyarıya göre IŞİD 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nda hedefine Anıtkabir’i ve muhtelif askeri birimleri koymuştur. Buna göre ülkeye giriş yapan 10 IŞİD mensubu 10 farklı noktada eylem yapmayı planlamaktadır. Aynı şekilde Emniyet Genel Müdürlüğü’ de 81 ildeki ilgili makamları uyararak duyarlı olunmasını ve gerekli tedbirlerin alınmasını istemiş bulunuyor.
Peki bu “tehdit” ne kadar ciddiye alınmalıdır? Öncelikle belirtmeliyim ki tehdit isterse tümüyle “uydurma” ya da “psikolojik korku salma”, vb amaçlı olursa olsun her şekilde ciddiye alınmalıdır. Çünkü böylesi bir tehdidi ciddiye almamanın sonuçları ağır olabilir. Düşük bir ihtimal bile olsa “en yüksek ihtimal” muamelesi yapılmalıdır. (Ne ilginçtir ki HDP milletvekilinin bile adeta alay edercesine “IŞİD'in 19 Mayıs'ta Anıtkabir'i hedef alacağı iddialarının ciddiye alınması gerektiğini” söyler noktaya geldik!) . Kaldı ki özellikle son bir yıldır yaşamakta olduğumuz benzeri saldırılar (PKK veya IŞİD fark etmez) risk değerlendirmelerinin en geniş ve en hassas şekilde yapılmasını gerektiren birer “uyarıcı” dırlar. Çünkü işin hafife alınır yanı yoktur!
Dolayısıyla teyakkuza geçilmesi son derece normal hatta zorunludur. Çünkü artık böylesi bir eylem beklentisi “hayali” ya da “paranoyakça” bir beklenti değil, somut işaretleri olan potansiyel bir gerçekliktir. Böylesi gün ve durumlarda olması değil olmaması şaşırtıcı olur. O yüzden her zamankinden bin kez daha dikkatli olunmalıdır.
ÇARE ÖNLEYİCİ İSTİHBARAT!..
O halde bu durumda “çare” nedir? Hiç şüphesiz 19 Mayıs’ta Anıtkabir’e saldırı olabileceğini söylemek kendi başına bir “istihbarat” değildir. Bunu her kafası çalışan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı zaten düşünebilir. Bunu tespit etmek bir “istihbarat başarısı” da değildir. Sadece ihtimali yüksek bir durumu saptamak ve resmileştirmektir. Kaldı ki istihbarat ve güvenlik örgütlerinin asıl görevi “uyarmak”tan ibaret de değildir. Asıl misyonları “önleyicilik” boyutundadır.
Peki bu durumda asıl başarı nedir? O da söz konusu eylemi yapacak kişileri, yeri, saati, araçları, vb tam isabetle tespit edebilmektir. Bu ise çok daha hassas ve karmaşık bir süreç olup, farklı nitelikler gerektirmektedir. Burada olacak eylemi olmadan önleyecek istihbari reflekslerin harekete geçmesidir. Bunun yöntemi ise Doğru Bilgi + Doğru Analiz + Doğru ve zamanında müdahale diye formüle edebileceğimiz (3D) yaklaşımıdır.
Bu zincirdeki en ufak bir kopukluk, zaaf ya da irade eksikliği telafisi imkânsız sonuçlara yol açabilir. O yüzden zeki, öngörülü, deneyimli, sezileri kuvvetli istihbarat kadrolarına acilen ihtiyaç vardır. Bu tarz eylemler vasat, klişe prosedürlere bağlı, bürokratik korkaklık ve rehavet içindeki kadrolarla çözülemez. Meselenin ikinci ayağı da budur. “Önleyici istihbarat” olmadan ya da daha da geliştirmeden bu sorun yakıcılığını koruyacaktır. Sürekli “terör kâbusu” ile yatmak istemiyorsak önleme azmi, yeteneği ve zekâsı birinci sıradadır!
Hiç şüphesiz buradan istihbarat ve güvenlik elemanlarının hiçbir şey yapmadıkları, canla başla çalışmadıkları sonucu çıkarılamaz. Ayrıca ne kadar hassas davranırsanız davranın gene de teröristlerin bir “açık” bulma ihtimalleri sizin onları yakalama ihtimalinizden pratikte daha fazladır. (Eminim engellenmiş eylemler de vardır ama bunlar toplumla pek paylaşılmaz) Dokuzunu yakalasanız biri elden kaçabilir o da vereceği zararı verir zaten. Hiç ummadığınız ya da akla gelmeyecek yollar bulabilirler. (O yüzden sizde “karşı-ihtimal senaristleri” bulmalı, kurmalısınız!) Yüzde yüz güvenlik diye bir şey yoktur!
Ancak sizin buna rağmen ve bunu hedefleyerek çalışmanız, sahaya yayılmanız, içeriye sızmanız ve olayları daha “hazırlık aşaması”nda engellemeniz mümkündür. Şansınız da biraz yaver giderse ne alâ!..
Unutmayın ki Türkiye sistemli ve düzenli, üstelik ivmesi giderek artan (arkasında yabancı istihbarat servislerinin olduğu), acımasızca “terör tehdidi” altında olan bir ülkedir. Bu tarz bir ülke sıradan, ortalama, etkisiz ya da yarın yamalak istihbarat çalışmaları, “anti-terör” faaliyetleri ile yetinemez. (Vücudun bağışıklık sistemindeki en ufak bir zaaf sizi felç edebilir.) Türkiye aslında bu deneyim birikimine fazlasıyla sahip bir ülkedir. Eksiklik buna göre organizasyon, insan ve zihniyet sorununda olsa gerek. Bunları da dışarıdan ithal edemiyorsunuz maalesef!
TERÖRÜN PANZEHİRİ: AKIL, DİKKAT, UYANIKLIK VE ETKİLİ REFLEKS!..
Bütün bunlar “teorik” planda böyle. Peki pratik planda ne yapacağız? Paniğe kapılmadan bu belayı nasıl başımızdan defedebileceğiz? “Standart güvenlik önlemleri” dışında ne gibi tedbirler geliştireceğiz? Tüm toplum olarak kamplaşmadan uzak nasıl bir “ortak tutum” alacağız yahut alabilecek miyiz?
Karşımızda önemli ve yakıcı bir sorun durmaktadır. Ne yazık ki 19 Mayıs gibi bir günde ve Anıtkabir gibi bir yerde dahi artık “terör tehdidi”nden söz edebiliyoruz. Ne yapacağız? 19 Mayısları yasaklayacak mıyız? Kutlanmasını engelleyecek miyiz? Anıtkabir’i kapatacak mıyız? “Provakatif inatlaşmalar”ımızı sürdürecek miyiz? Her tür terör üzerinden çeşitli hesaplar yapan, kaos planları tasarlayan güçlere teslim mi olacağız? Onların ekmeklerine şu veya bu şekilde yağ sürecek miyiz? Hangisi?..
Çok kritik günlere geldiğimizi hissediyorum. Buradan ancak akıl, dikkat, azami uyanıklık ve etkili refleks ile çıkılabileceğini düşünüyorum. Umarım bunlar bizde fazlasıyla vardır. Yoksa aksini düşünmek bile istemiyorum!...
17.05.2016.
[email protected]
Atıyorum; faraziye normal bir günde 100 kayıp verilmesi ile böylesi bir günde 100 kayıp verilmesi matematik olarak aynı olsa da içereceği sembolik anlamlar gereği toplumsal etki düzeyi on belki de yüz katı olacaktır. Aynı şekilde siyasi sonuçları da yüksek olacaktır. Dolayısıyla böylesi günler terör örgütleri için ayrıca “değerlendirilmesi” gereken günler kategorisindedir. Bu yüzden söz konusu tipte mekânlar ve günler için risk doğal olarak artmakta, tehdit seviyesi otomatikman yükselmektedir. “Alarm” durumu kendiliğinden doğmaktadır.
TEHDİT NE KADAR CİDDİ?
İşte bu açıdan baktığımızda yapılan son “MİT uyarısı” oldukça önemlidir. Söz konusu uyarıya göre IŞİD 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nda hedefine Anıtkabir’i ve muhtelif askeri birimleri koymuştur. Buna göre ülkeye giriş yapan 10 IŞİD mensubu 10 farklı noktada eylem yapmayı planlamaktadır. Aynı şekilde Emniyet Genel Müdürlüğü’ de 81 ildeki ilgili makamları uyararak duyarlı olunmasını ve gerekli tedbirlerin alınmasını istemiş bulunuyor.
Peki bu “tehdit” ne kadar ciddiye alınmalıdır? Öncelikle belirtmeliyim ki tehdit isterse tümüyle “uydurma” ya da “psikolojik korku salma”, vb amaçlı olursa olsun her şekilde ciddiye alınmalıdır. Çünkü böylesi bir tehdidi ciddiye almamanın sonuçları ağır olabilir. Düşük bir ihtimal bile olsa “en yüksek ihtimal” muamelesi yapılmalıdır. (Ne ilginçtir ki HDP milletvekilinin bile adeta alay edercesine “IŞİD'in 19 Mayıs'ta Anıtkabir'i hedef alacağı iddialarının ciddiye alınması gerektiğini” söyler noktaya geldik!) . Kaldı ki özellikle son bir yıldır yaşamakta olduğumuz benzeri saldırılar (PKK veya IŞİD fark etmez) risk değerlendirmelerinin en geniş ve en hassas şekilde yapılmasını gerektiren birer “uyarıcı” dırlar. Çünkü işin hafife alınır yanı yoktur!
Dolayısıyla teyakkuza geçilmesi son derece normal hatta zorunludur. Çünkü artık böylesi bir eylem beklentisi “hayali” ya da “paranoyakça” bir beklenti değil, somut işaretleri olan potansiyel bir gerçekliktir. Böylesi gün ve durumlarda olması değil olmaması şaşırtıcı olur. O yüzden her zamankinden bin kez daha dikkatli olunmalıdır.
ÇARE ÖNLEYİCİ İSTİHBARAT!..
O halde bu durumda “çare” nedir? Hiç şüphesiz 19 Mayıs’ta Anıtkabir’e saldırı olabileceğini söylemek kendi başına bir “istihbarat” değildir. Bunu her kafası çalışan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı zaten düşünebilir. Bunu tespit etmek bir “istihbarat başarısı” da değildir. Sadece ihtimali yüksek bir durumu saptamak ve resmileştirmektir. Kaldı ki istihbarat ve güvenlik örgütlerinin asıl görevi “uyarmak”tan ibaret de değildir. Asıl misyonları “önleyicilik” boyutundadır.
Peki bu durumda asıl başarı nedir? O da söz konusu eylemi yapacak kişileri, yeri, saati, araçları, vb tam isabetle tespit edebilmektir. Bu ise çok daha hassas ve karmaşık bir süreç olup, farklı nitelikler gerektirmektedir. Burada olacak eylemi olmadan önleyecek istihbari reflekslerin harekete geçmesidir. Bunun yöntemi ise Doğru Bilgi + Doğru Analiz + Doğru ve zamanında müdahale diye formüle edebileceğimiz (3D) yaklaşımıdır.
Bu zincirdeki en ufak bir kopukluk, zaaf ya da irade eksikliği telafisi imkânsız sonuçlara yol açabilir. O yüzden zeki, öngörülü, deneyimli, sezileri kuvvetli istihbarat kadrolarına acilen ihtiyaç vardır. Bu tarz eylemler vasat, klişe prosedürlere bağlı, bürokratik korkaklık ve rehavet içindeki kadrolarla çözülemez. Meselenin ikinci ayağı da budur. “Önleyici istihbarat” olmadan ya da daha da geliştirmeden bu sorun yakıcılığını koruyacaktır. Sürekli “terör kâbusu” ile yatmak istemiyorsak önleme azmi, yeteneği ve zekâsı birinci sıradadır!
Hiç şüphesiz buradan istihbarat ve güvenlik elemanlarının hiçbir şey yapmadıkları, canla başla çalışmadıkları sonucu çıkarılamaz. Ayrıca ne kadar hassas davranırsanız davranın gene de teröristlerin bir “açık” bulma ihtimalleri sizin onları yakalama ihtimalinizden pratikte daha fazladır. (Eminim engellenmiş eylemler de vardır ama bunlar toplumla pek paylaşılmaz) Dokuzunu yakalasanız biri elden kaçabilir o da vereceği zararı verir zaten. Hiç ummadığınız ya da akla gelmeyecek yollar bulabilirler. (O yüzden sizde “karşı-ihtimal senaristleri” bulmalı, kurmalısınız!) Yüzde yüz güvenlik diye bir şey yoktur!
Ancak sizin buna rağmen ve bunu hedefleyerek çalışmanız, sahaya yayılmanız, içeriye sızmanız ve olayları daha “hazırlık aşaması”nda engellemeniz mümkündür. Şansınız da biraz yaver giderse ne alâ!..
Unutmayın ki Türkiye sistemli ve düzenli, üstelik ivmesi giderek artan (arkasında yabancı istihbarat servislerinin olduğu), acımasızca “terör tehdidi” altında olan bir ülkedir. Bu tarz bir ülke sıradan, ortalama, etkisiz ya da yarın yamalak istihbarat çalışmaları, “anti-terör” faaliyetleri ile yetinemez. (Vücudun bağışıklık sistemindeki en ufak bir zaaf sizi felç edebilir.) Türkiye aslında bu deneyim birikimine fazlasıyla sahip bir ülkedir. Eksiklik buna göre organizasyon, insan ve zihniyet sorununda olsa gerek. Bunları da dışarıdan ithal edemiyorsunuz maalesef!
TERÖRÜN PANZEHİRİ: AKIL, DİKKAT, UYANIKLIK VE ETKİLİ REFLEKS!..
Bütün bunlar “teorik” planda böyle. Peki pratik planda ne yapacağız? Paniğe kapılmadan bu belayı nasıl başımızdan defedebileceğiz? “Standart güvenlik önlemleri” dışında ne gibi tedbirler geliştireceğiz? Tüm toplum olarak kamplaşmadan uzak nasıl bir “ortak tutum” alacağız yahut alabilecek miyiz?
Karşımızda önemli ve yakıcı bir sorun durmaktadır. Ne yazık ki 19 Mayıs gibi bir günde ve Anıtkabir gibi bir yerde dahi artık “terör tehdidi”nden söz edebiliyoruz. Ne yapacağız? 19 Mayısları yasaklayacak mıyız? Kutlanmasını engelleyecek miyiz? Anıtkabir’i kapatacak mıyız? “Provakatif inatlaşmalar”ımızı sürdürecek miyiz? Her tür terör üzerinden çeşitli hesaplar yapan, kaos planları tasarlayan güçlere teslim mi olacağız? Onların ekmeklerine şu veya bu şekilde yağ sürecek miyiz? Hangisi?..
Çok kritik günlere geldiğimizi hissediyorum. Buradan ancak akıl, dikkat, azami uyanıklık ve etkili refleks ile çıkılabileceğini düşünüyorum. Umarım bunlar bizde fazlasıyla vardır. Yoksa aksini düşünmek bile istemiyorum!...
17.05.2016.
[email protected]