15 gazeteden 42 yazar, 1915'in yıldönümünde ne yazdı?
1915 Ermeni olaylarının 100. yıldönümü, ulusal basındaki birçok yazarın köşesinde de birinci gündem maddesi oldu.
1915 Ermeni olayları 100. yılında Vatikan, Almanya Rusya ve
Avusturya gibi ülkelerin yanı sıra Avrupa Parlamentosu tarafından
“soykırım” olarak nitelendirilirken, ABD Başkanı Barack Obama bu
yıl da “soykırım” yerine Ermenice “Büyük Felaket” anlamına gelen
“Meds Yeghern” kelimesini tercih etti.
1915 Ermeni olaylarının 100. yıldönümü, ulusal basındaki
birçok yazarın köşesinde de birinci gündem maddesi oldu. Başbakan
Ahmet Davutoğlu’nun başdanışmanlığını yaparken, “1915’te
yaşananları soykırım olarak nitelendirmemek güç” sözlerinin
ardından yaş haddinden emekli olduğu açıklanan Etyen Mahçupyan,
Ermeni olayları için “Önümüze gelen her vahşetin ‘soykırım’ olarak
adlandırıldığı bir dünyada 1915’in bu tanımın dışında bırakılması
pek gerçekçi bir beklenti değil” derken, Cumhuriyet yazarı Nuray
Mert, “ister ‘soykırım’ deyin, ister ‘soysürgün’, ister katliam”
ifadelerini kullanarak 1915’le yüzleşme çağrısı yaptı.
Akşam’dan Etyen Mahçupyan, Emin Pazarcı, Ufuk Ulutaş ve Vedat
Bilgin, Bugün’den Orhan Kemal Cengiz, Yavuz Baydar ve Gökhan
Bacık, Cumhuriyet’ten Emre Kongar, Zeynep Oral, Özgen Acar,
Meriç Velidedeoğlu, Celal Üster, Selin Ongun, Nuray Mert ve Semih
İdiz, Evrensel’den Ahmet Yaşaroğlu, Habertürk’ten Fehmi Koru, Soli
Özel ve Özcan Tikit, Hürriyet’ten Taha Akyol,
Milliyet’ten Melih Aşık ve Abbas Güçlü, Sabah’tan Emre Aköz,
Hilal Kaplan, Şeref Oğuz ve Hasan Bülent Kahraman, Star’dan
Mustafa Kartoğlu, Sibel Eraslan ve Resul Tosun, Taraf’tan
Cengiz Aktar, Taner Akçam, Sezin Öney, Hadi Uluengin, Mustafa
Paçal, Türkiye’den Rahim Er, Vatan’dan Güngör
Mengü, Yeni Akit’ten Serdar Arseven ve Hüseyin
Öztürk, Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu, Özlem Albayrak ve
Yaşar Taşkın Koç ve Zaman’dan Sevgi Akarçeşme 1915’in yüzüncü yıl
dönümünde 24 Nisan’ı yazdı:
Taha Akyol / Hürriyet
Sarkisyan'ın vicdanı!
Yaşanmış olan, ortak bir trajedidir, "ortak acı"dır. Ben
Ermenilerin yaşadığı faciayı biliyorum, acılarını paylaşıyorum;
milyonlarca Türk vatandaşı gibi.
Türk düşmanlığı yapmayan Ermenileri seviyorum.
Keşke Sayın Sarkisyan da "bir, iki, üç köy" diyerek bilgiye ve
vicdana hakaret edeceğine, birazcık olsun vicdan pırıltısı
sayabileceğimiz birkaç sıcak söz söyleyebilseydi.
Sarkisyan "soykırım" diyebilir; ben de Ermeni şovenizminin
Türkiye'ye karşı bu kavramı istismar ettiğini söylerim. Siyasi
görüşler farklı olabilir. Fakat hiç olmazsa "ortak acı"yı paylaşma
konusunda insani bir duyarlılık geliştirerek Türk-Ermeni
ilişkilerinde yeni bir sayfa açmaya özen göstermek gerekmez mi?
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Melih Aşık / Milliyet
Nefret suçu...
Soykırım soytarılığı konusunda üç kitap yazan Uluç Gürkan pek sık
ağıza alınan “nefret suçu”nun ne olduğunu anlatıyor:
“Soykırım suçunun hukuki çerçevesini belirleyen 1948 BM Soykırım
Sözleşmesi’nin 4. maddesinde bu suçun tüzel kişilerce değil, gerçek
kişilerce işlenebileceği vurgulanmaktadır. Bu nedenle, İkinci Dünya
Savaşı’nda gerçekleştirilen Yahudi Soykırımı için Almanya ya da
Alman halkı hiçbir zeminde suçlanmamaktadır. Soykırım sorumluluğu,
kişi olarak Hitler ve diğer Nazi liderlerine, yönetim erki olarak
da Nazilere yüklenmektedir.
Ötesinde, güncel Ruanda, Sudan ve Bosna-Hersek’te ‘soykırım’ olarak
tanımlanabilecek olaylarda da suçlamalar gerçek kişilere
yöneltilmekte, cezai sorumluluk bu kişilere yüklenmektedir.
‘Ermeni soykırımı’ iddialarında ise hukuk dışı bir çifte standarda
başvurulmaktadır. Suçlamalar gerçek kişilere değil, ülkesi ve
ulusuyla Türkiye’ye yöneltilmektedir. Doğrudan Türk ulusu, Türkiye
halkı suçlanmaktadır.
Ülkesi ve ulusuyla Türkiye’nin hedef alınması ‘nefret söylemi -
hate speech’ suçu özelliğindedir. ‘Belli bir gruba karşı düşmanlık
duygularını tetikleyen önyargılı ve ayrımcı bir dil kullanılması’
biçiminde tanımlayabileceğimiz nefret söylemi, en az ‘soykırım’
suçu kadar yaralayıcı ve düşmanlığı tetikleyici bir üsluptur.”
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Abbas Güçlü / Milliyet
Perinçek: Sorun çıkartan Ermeniler değil Amerika!
Sözde Ermeni soykırımına yönelik tartışmalar aldı başını gidiyor.
Hemen her şey öylesine birbirine karıştırıldı ki, 1915’e nasıl
gelindiği ve 1915’te neler yaşandığı, sanki ikinci plana
itildi.
Bu konuya en çok kafa yoran isimlerden Vatan Partisi Genel Başkanı
Doğu Perinçek ve Türkiye ile Ermenistan arasındaki buzları eriten
diplomasi trafiğini yöneten diplomatlardan emekli Büyükelçi Ahmet
Ünal Çeviköz, önceki gece Genç Bakış’ta konuğumuzdu. Çok çarpıcı
açıklamalarda bulundular. İşte programdan bazı satır başları:
‘Soykırım yoktur’
Doğu Perinçek:
- 2005 yılında Yusuf Halaçoğlu İsviçre’de bir konuşma yaptı,
hakkında bir soruşturma başlattılar. Bunu okuyunca uçağa atlayıp
Lozan Antlaşması’nın yapıldığı salonda Almanca bir basın toplantısı
yaptım. Ermeni soykırımının uluslararası, tarihsel ve emperyalist
bir yalan olduğunu, bizim vatanımızı savunduğumuzu kamuoyuna
açıkladım. Suçu kasıtlı olarak işledim. Lozan polis mahkemesi
tarafından mahkum edildim. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde
İsviçre aleyhine dava açtım ve davayı kazandım. 17 Aralık 2013
yılında bu karar açıklanınca Dışişleri Bakanlığı şöyle bir
değerlendirme yaptı “Bu bir devrimdir. AİHM için bir milattır”
dedi. Kararda aynı zamanda 1915’teki olayların Yahudi Soykırımı’na
benzemediği, soykırım tanımı içinde düşünülemeyeceği
belirtiliyor.
- Soykırım yoktur diyenleri cezalandırmaya yönelik bir yasanın
Avrupa’da bundan sonra çıkması mümkün değildir. Çünkü AİHM bütün
Avrupa Konseyi’ne bağlı devletler için bağlayıcıdır.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Emre Aköz / Sabah
1915’te Almanya
Yüz yıl önceki olayların en ilginç boyutlarından birini hiç
kuşkusuz Almanya'nın rolü oluşturuyor.
Birinci Dünya Savaşı 28 Temmuz 1914'te başladı. Üç ay sonra da
Osmanlı, Almanya'nın başını çektiği İttifak Devletleri'nin yanında
savaşa katıldı.
İki ülke arasındaki askeri yardım ve hizmet anlaşması çerçevesinde
Osmanlı ordusunda 800 Alman subayı görev almıştı. Bu subaylar
sadece Osmanlı subaylarını eğitmekle kalmadılar. Silahlı
kuvvetlerin yönetimine bizzat katıldılar. (Çanakkale muharebeleri
genel komutanının Alman Liman von Sanders Paşa olması gibi...)
Ayrıca Almanya'nın İstanbul'da büyükelçisi, önemli Osmanlı
kentlerinde de konsolosları vardı. (Casusları saymıyorum.) Böylece
Almanya, Osmanlı topraklarında meydana gelen bütün önemli
olaylardan haberdar oluyordu. Olmak da zorundaydı. Çünkü
Osmanlı'nın saf dışı kalması, Almanya'nın hiç işine gelmezdi.
Madem durum buydu... O halde Almanların, Ermenilere uygulanan etnik
temizliği bilmemeleri imkânsızdı.
Ancak günümüzde yapılan 1915 tartışmalarında Almanya'nın genellikle
pasif bir tavır sergilediğini görüyoruz. "Soykırım yapıldı"
diyorlar ama atılgan bir tutum almıyorlar.
Bu yaklaşımın bir nedeni de, Almanya'nın Birinci Dünya Savaşı
süresince Ermeni meselesi karşısında izlediği "üç maymun"
politikası olsa gerek: Görmedim, duymadım, söylemedim.
Resmi mesajlar ve raporlar... Gazetecilerin ve din adamlarının
tanıklıkları... Bağdat Demiryolu'nda çalışan mühendislerin
mektupları ve anlatımları... Ayrıca Osmanlı yöneticilerinin
ifşaatları...
Velhasıl Berlin'e 1915 hakkında malumat yağıyordu ama son derece
etkin çalışan sansür mekanizması sayesinde yayılmaları
engelleniyordu.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Hilal Kaplan / Sabah
Hrant Dink ve Hasan Cemal
Cemal, tam da kendisinden beklendiği gibi, ülkesinin Kürt
meselesindeki açılımlarından, ayrılıkçılığı savunan siyasî partiler
bile olduğundan, 1915'i Başbakanlık makamının 'gayri insani
neticeler doğuran hadise' olarak nitelediğinden, bunun bir zihniyet
dönüşümü olduğundan, bu husustaki ifade özgürlüğünün önü açıldığı
için rahatça soykırım tezini savunan bir kitap yazdığından ama buna
rağmen dedesi üzerinden kondukları Ermenilere ait mallardan da
vazgeçemediğinden bahsetmiyor!
Bilakis Türkiye'nin dikta baskısı altında yaşadığından, Erdoğan'ın
diktatör olduğundan, ülkemizdeki medya düzeninin 'korkutulmuş'
olduğundan bahsedip, dolayısıyla kendisinin de cesareti nedeniyle
kovulduğunu (patronunu eleştirdiği için hâlbuki) ima ederek
olabildiğince karanlık bir Türkiye tablosu çiziyor.
Bana sorarsanız, '1915'te ne kaybettik?' sorusunun cevabını, tehcir
mağduru ataların torunu Hrant Dink ile, 1915'in uygulayıcısı Cemal
Paşa'nın torunu Hasan Cemal arasındaki bu mesafede aramalıyız biraz
da.
"Kim, tedavi edecek bizi? Fransız senatosunun kararı mı? Amerikan
Senatosu'nun kararı mı? Kim reçeteyi verecek? Kim bizim doktorumuz?
Ermeniler Türklerin doktoru, Türkler de Ermenilerin doktoru. Bunun
dışında doktor, ilaç, hekim, mekim yok! Diyalog tek reçete,
doktorsa birbirlerinin doktorudurlar" diyen Hrant Dink'e
saygıyla...
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Şeref Oğuz / Sabah
Neden Ermeni Çözüm Süreci de olmasın?
Ermenistan halkı ne düşünüyor dersiniz? Yıllarca Türk düşmanlığıyla
beslenen Yunan Cuntası, bizim Ege Barış Denizi atağımızla alan
kaybetti ve çözüldü. Kazanan Yunan halkı oldu, Batı ile bütünleşti,
her ne kadar şimdi zorda olsalar da zenginleştiler.
Ermenistan'ın metriklerine bakıyoruz: Ortalama yaşı 75 olan 3
milyon nüfus, 11 milyar $ milli gelir, kişi başı 3 bin 800 $ gelir,
1.4 milyar $ ihracat ve 4.4 milyar $ ithalat... Türkiye ve
Azerbaycan kapıları kapalı, küreye tek çıkışı, Gürcistan ve İran.
Bu inat bizi üzüyor ama Ermenistan'ı kilitliyor.
Nükleer müzakereler ile İran dahi küresel zenginlik içine
katılırken Ermenistan'ın kendini hapsettiği bu "soykırımı" alanında
kaybettikleri, kendi halkının gündeminde daha fazla yer işgal
ediyor.
Benim önerim; Ermeni Çözüm Süreci de başlatarak, Ermenistan'ı da
Türkiye'yi de bu hukuki muğlaklık, esnek tanımlar ve karşılıklı
acıların getirdiği sıkıntılardan, yüzleşerek kurtarmaktır.
Biz geçen yıl "özür diledik" arşivleri açarak süreci başlattık.
Şimdi sıra bu krizden beslenen Ermeni siyasetinde...
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Hasan Bülent Kahraman / Sabah
Soykırım...
Bugün 24 Nisan. Korkunç bir günün tarihi. Artık görmezden
gelinmeyecek, unutulamayacak, yok sayılmayacak bir facianın 100.
yıldönümü. Osmanlı Ermenileri, Anadolu Ermenileri, 1000 yıl
yaşadıkları topraklardan 100 yıl önce bugün verilen bir kararla
sürüldüler. Bu sürgün, bütün sürgünler gibi akıl almaz acılarla
doluydu. İnsanlar topraklarını, kültürlerini, geçmişlerini ve
ölülerini Anadolu'nun dört bir yanında bırakıp bir meçhule
yürüdüler.
Bu işin bir bölümü. Diğer kısmında, katliamlar yer alıyor. Neticede
şöyle veya böyle 1 milyon insan bu topraklardan (topraklarda
demiyorum, özellikle) yok edildi. Bu rakam üç aşağı beş yukarı
doğrudur. Kimse artık bunu daha fazla tevil etme gayreti içinde
değil.
Bu katliamların oluşturulması için her şey yapıldı. Her şey
sistemli şekilde düşünüldü, tasarlandı. Şimdi, 100. yıl nedeniyle
yağmur gibi kitap yağıyor. Hepsini okumak imkânsız. Ama hiç değilse
eleştirilerini izleyebiliyoruz. Onlar, ne kadar yanlıdır dense
bile, gerçeğin önemli bölümünü açığa çıkarıyor.
***
Gerçek Osmanlı'nın son döneminde, 19. yüzyılın son ve 20. yüzyılın
ilk döneminde 'geç kalmış milliyetçiliklerin/ ulusçulukların' en
keskin biçimde şiddete başvurmasıdır. Osmanlılar çaresizdi. Düşünün
ki, 1915 gibi geç mi geç bir tarihte İmparatorluk kurtarmaya
çalışıyorlardı. 1923'te Cumhuriyet/ devlet kuruyorlardı. Bunu
sağlamanın yolu, 'ittihad-ı anasır' planı suya düştükten sonra,
akıllarınca, Anadolu'da 'etnik temizlik'ten geçiyordu. Sadece
Ermenileri değil, zamanla Rumları, derken Yahudileri benzeri
akıbetlere uğrattılar.
Doğruya doğru, bunların içinde en büyük darbeyi Ermeniler aldı.
Nedeni savaş içinde onların da silahlı girişimlerde, katliamlarda,
direnişlerde bulunmasıydı. Sadece Anadolu'da değil. Kafkaslar'da da
benzeri bir çaba içinde, kendilerine ulus (devlet) oluşturma
yolunda benzeri hamlelerde bulundular. Unutmayın ki, Ermenistan
Demokratik Cumhuriyeti de ancak 1918'de kurulmuştur.
Gerçeğin bu yanını saklamanın manası yok. Ama hep dile getirilen bu
'gerçek' Ermeni nüfusa karşı Anadolu'nun her köşesinde uygulanan
şiddet ve yok etme girişimini haklı çıkarmıyor.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Güngör Mengü / Vatan
Soykırım kararları durdurulmalı!
Tehcir kararının hangi şartlarda alındığını ve neler olduğunu,
yaşananların neden “genocide” sayılmayacağını, olayların ABD
misyonerleriyle nasıl başlatıldığını açık ve net anlatıyor.
Bunları iyi bilen ve belgelerle 1915 öncesini de anlatan yabancı ve
yerli tarihçilerin verdiği bilgiler AB ülkeleri ve ABD
yönetimleriyle paylaşılmalı, ciddi lobi çalışmaları hemen
başlamalıdır.
Bunu yapmayıp sadece öfkeli cevaplarla yetinirsek sonunda
“soykırımcı” damgasıyla yapayalnız kalacağız!
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Sevgi Akarçeşme / Zaman
Sözde soykırım demek çare değil…
Türkiye’de bazı konularda sağlıklı tartışma yapmak zordur.
Başörtüsü, içki, Atatürk ya da kısmen aşılsa da Kürt meselesi
gibi. En makul seslerin bile indoktrinasyon etkisinden
çıkamadığını görürsünüz bu konular gündeme geldiğinde.
Bizimki kadar bölünmüş bir toplumu birleştiren yegane tabu ise
Ermeni meselesi.
‘1915’te ne oldu?’ sorusuna milli ve siyasi hislerden bağımsız
olarak cevap aramaya çalışan çok kimse yok gibi. Ortalama bir
Türk büyürken zaten bu konuda resmî tezlerin ötesinde bir şey
duymuyor. Eğer yurtdışına çıkarsanız bizde ‘sözde’ diyerek
geçiştirilmeye çalışılan tarihi yaranın derinliğini fark ediyor, bu
meseleyle yüzleşmek gerektiğini anlıyorsunuz.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Emre Kongar / Cumhuriyet
Milliyetçilik ve Soykırım- IV
Elbette Balkanlar’daki milliyetçilik akımları gelişir ve Batılı
devletlerce desteklenirken, Anadolu içindeki gayri müslimler de
bunların dışında bırakılamazdı; nitekim bırakılmamışlardır:
19’uncu yüzyılın başlarından itibaren Anadolu’daki Ermenilere
yönelik misyoner okullarının hızla çoğaldığını görüyoruz.
Tam bu yazıları yazmaya başladığımda elime geçen ayrıntılı bir
araştırma, Mehmet Perinçek tarafından Rus arşivlerinin de
incelenmesiyle yazılan “Ermeni Milliyetçiliğinin Serüveni” (Kaynak
Yayınları) adlı kitap, burada anlattığım genel sürecin somut
kanıtlarını ortaya koyuyor.
Sonuç olarak, Anadolu’daki Ermeni milliyetçiliği Balkan
milliyetçiliklerine koşut olarak gelişti, Batı tarafından da
desteklendi...
Ve zaten oluşturulamayan Osmanlı milliyetçiliğinin veya sonradan
yavaş yavaş ortaya çıkan Türk milliyetçiliğinin önüne geçti.
Nitekim daha Türk milliyetçiliği fikirleri bile yeni filizlenirken,
Abdülhamid dönemindeki Ermeni örgütleri ve eylemleri bu oluşumun en
somut görüntüleridir.
***
Burada, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki karşılıklı işlenen
cinayetleri yeniden vurgulamadığıma, sadece süreçleri açıklamaya
çalıştığıma dikkat ediniz...
Ermeni çetecilerin Müslüman nüfusa yani Türklere ve Kürtlere
uyguladıkları vahşeti de, tehcir sırasında yaşanan trajedileri de
yeniden anmanın bir yararı olduğunu düşünmüyorum...
Amaç, süreçleri ve gerçekten neler olduğunu anlamak!
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Özgen Acar / Cumhuriyet
23 Nisan… 24 Nisan… 25 Nisan…
24 Nisan 1915…
Tarihe “Çanakkale geçilmez!” sözünün yerleştiği o günlerde Rus
ordusu Doğu Anadolu’ya girdi. Silahlı Ermeni birlikleri, Rus
ordusunun ilerlemesine katkıda bulunuyorlardı. Bir hafta önce
Bitlis’te, ardından komşu illerde silahlı eylemlerle, isyan
başlatmışlardı.
Batı’daki savaş, Osmanlı’nın “Duyunu Umumiye” bağlantılı dış
borçları altındaki ekonomik çöküntü, çeşitli cephelerde savaşları
yitirilmesinden cesaretlenen Ermeniler de “bağımsızlık” sevdasına
kapıldılar.
Tıpkı, bugün PKK’nin, Kuzey Irak’taki Kürtler ile bağımsız
Kürdistan kurma amacıyla terör uygulaması gibi. Günümüzde “PKK
terörü” denilirken o yıllarda “Ermeni çetelerinden” söz ediliyordu!
Osmanlı Dâhiliye Nezareti, 24 Nisan’da 14 vali ve 10 mutasarrıfa
“komitacıların (çeteciler) tehcir edilmelerini” bildirdi.
“Hicret – göç” sözcüğünün uzantısı olan “tehcir” ile Ermenilerin,
bulundukları yörelerden “zorunlu göçlerine” başlandı. Osmanlı, aynı
günlerde Batı’da İngilizlerle savaşırken arkadan vuran Ermeni
çetelerine karşı, eski deyimiyle “nefsi müdafaa” zorunda
kalmıştı.
***
100 yıl sonra 24 ve 25 Nisan’da değişik törenler düzenleniyor!
Başta ABD’ye yerleşen Ermenilerin, son yıllarda başlattıkları
“soykırım” savını, Erivan’da törenle anacaklar.
Papa 1. Francis “Hıristiyanlık” ortak paydasında 24 Nisan için
“soykırım” dedi. Ankara elçisini çekti… Çanakkale’ye göndereceği
kardinal son dakikada hastalandığı için (!), başka kardinal
yokmuşçasına Papa temsil edilmeyecek!
Avusturya “soykırım” dedi Ankara elçisini çekti… (Bu satırlar
yazılırken Alman parlamentosunda da soykırım bildirisinin oylanması
bekleniyordu.)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Çanakkale’deki törene değil
de Erivan’a gideceği açıklandı. “Soykırım” yerine “büyük felaket”
demeyi yeğleyen ABD Başkanı Barack Hussein Obama ise Erivan’da
kendisini Hazine Bakanı Jacob J.Lev düzeyinde temsil ettirirken
Çanakkale’de Büyükelçi John Bass ile yetindi.
Yeni Türkiye’nin Veziriazamı, temel söylem olan “soykırım değil,
tehcir” söylemini dışlayıp “Tehcir insanlık suçudur!” derken kabine
arkadaşı Efgan Ala “Biz tehcir yaptık!” sözleriyle Başbakanı’nı
yalanlıyor, ikisi de alay konusu oluyordu.
İstanbul’da Patrikhane’deki törende, Türkiye ilk kez bir bakanla,
Avrupa Birliği’nden sorumlu bakan, emekli büyükelçi Volkan Bozkır
ile temsil ediliyor. Ermeni terör örgütü ASALA’nın öldürdüğü
meslektaşı 42 Türk diplomat herhalde kabirlerinde sağdan sola
dönüyorlardır!
Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, milli futbol maçı bahanesi
ile 1998’de Erivan’da Serj Sarkisyan’ın ayağına gidiyor, imzalanan
dostluk protokollerini Ermeniler sonra çöp sepetine
atıyorlardı.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Zeynep Oral / Cumhuriyet
100 yıl önce yüz yıl sonra
Gece yarılarını çoktan geçmişti Bilmediğim bir coğrafyanın,
bilmediğim bir kasabasında rüzgarın uğultusu, tepemdeki damın
sazlarından içeri süzülmüştü. Güney Çin Denizi’nden esen deli bir
rüzgâra karşın o sesi tanıdım. O ses Tilbe Saran’ın sesiydi.
Tilbe’nin sesi sanki 100 yıl öncesinden geliyordu:
“100 yıl önce savaş vardı, bütün Avrupa, Kafkasya ve Ortadoğu,nüfuz
ve paylaşım mücadelesinin acılarını çekti, siyasi liderlerin
başlattığı savaşlarda her ırktan ve inançtan insanlar hayatlarını
kaybettiler. Savaştan sonra yeni sınırlar içinde yaşamaya başlayan
toplumlar yaralarını sarmaya çalıştılar. İki bin yıldır Anadolu’da
yaşayan, bu topraklarda soysa, kültürel, iktisadi değerler yaratan
bir halk, ve onunla birlikte kadim Batı Ermeni kültürü bu süreçte
dağıtıldı, yok edildi. Sağ kalanlar için geri dönme ,ülkelerinde
yaşama kapıları açılmamak üzere kapatıldı. Ermenilerle birlikte
İstanbul’da, Trabzon’da, Harput’ta, Diyarbakır’da ve Van’da, bu
toprakların bizi besleyen en güçlü kültür katmanlarından birisi yok
oldu.”
Belki de iki gündür dinlediğim o plak: “Hakikat ve Umut” adlı
plağın etkisi. (Kalan Müzik) Utun baş rolde olduğu, acının,
gözyaşının müzik ziyafetine dönüştüğü Ara Dinkjian’ın Türkiye’den
usta sanatçılarla gerçekleştirdiği, babası Onnik Dinkjian’ın
sesiyle katıldığı , birkaç kuşaktan süzülüp gelen o ezgiler.
Acılar bir bütün
Tilbe’nin sesini taa buralardan duymama olanak yok. Biliyorum. O şu
sıralarda İstanbul Kongre Merkezi’nde Anadolu Kültür ve Kalan
Müzik’in düzenlediği konserde
“Öldürülmeselerdi, memleketimizin farklı köşelerinde daha fazla
yazar, şair, mimar, sanatçı yetişecekti. Bu topraklardaki hayat
sadece Ermeniler için değil, Ermeni olmayanlar için de daha renkli,
daha huzurlu, daha yaşanılır olacaktı.” Diyor Tilbe’nin sesi.
“Ve geçmişle gerçekten hesaplaşılsaydı, 6‐7Eylül olmayacaktı,
Dersim’de, Kahramanmaraş’ta, Sivas’ta katliamlar
yaşanmayacaktı.”
Sivas için acı çeken Dersim için nasıl çekmez ki Kahramanmaraş
katliamı için kahrolan, 6-7 Eylül için 1915 için nasıl kahrolmaz
ki! Mağdurun anısını kendi anın kılmadıkça nasıl yaşayabilirsin
ki!
Tilbe’nin sesi diyor ki: “ Ermenilerin malını gasp etmenin helal
olduğuna inanılmasaydı, hak ve hukuk normlarının sadece çoğunluk
için değil herkes için geçerli olması gerektiğini çok daha
öncesinden anlayacaktık.”
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Meriç Velidedeoğlu / Cumhuriyet
‘ABD ve Ermeniler’
Geçen hafta “Vatikan Devleti”nin Başkanı Papa Françesko, Batılı
birçok devlet başkanı gibi, sözde “Ermeni Soykırımı”nı kabul
ettiğini açıkladı.
“Vatikan”, “teokrasi”yle yöneltilen “teokratik” bir devlettir,
tıpkı “Fransa” gibi özgür bir devlettir ve onun yolunda yürüyüp
“100 yıl” önce sözde bir “Ermeni Soykırımı” olduğunu
kabullenmiştir.
Ne var ki, “Papa” bir devlet başkanı olsa da dünya
Hıristiyanları’nın, milyarların “dinsel” önderidir, üstelik de
“kutsal” sayılır, istediği zaman bu milyarlara seslenir.
Bu durumda “Papa”nın etkisinden söz etmemek olanaksızdır, dahası
baskısından...
Dolaysiyle bir süredir “24 Nisan”da bugün, “ABD Başkanı Obama”nın
bu konuda ne diyeceğini -her yıl olduğu gibi- soluğumuzu keserek
bekledik durduk; neyse ki “soykırım” demeyecekmiş; ne derse desin,
bu söylemin “emperyalist bir yalan” olduğu gerçeğini ortadan
kaldırmadığı gibi, Ermenilerin “maşa” gibi kullanıldığı gerçeğini
de silemez; bu bakımdan bu “yalan”a “ABD” bağlamında değinelim
diyorum.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Celal Üster / Cumhuriyet
Anmah hişadagin*
Yüzlerce Ermeni aydını 1915’te acımasızca katledildi. Batı Ermeni
edebiyatı 1915 yılında yok edildi.
Taniel Varujan. “Sarsurner” (Sarsıntılar), “Tseğin sirdı” (Milletin
kalbi), “Hetanos yerker” (Pagan şarkılar), “Hatsin yerkı” (Ekmeğin
şarkısı) adlı yapıtların ışıl ışıl, rengârenk imgelerinin şairi.
1915’te öldürüldü.
Siamanto. Şiirlerinde halkının yüzyıllardır uğradığı zulüm ve
katliamların dehşetini dizelere döktü. Uğranılan kıyımlar üstüne
ağıtlar yazdı. 1915’te öldürüldü.
Rupen Sevag. “Garmir kirkı” (Kızıl kitap) adlı seçkinin şairi.
Temel kaygıları toplumsal eşitsizlik, adaletsizlik, yozlaşma ve
kölelikti. 1915’te öldürüldü.
Ardaşes Harutyunyan. Hem sözü geçen bir edebiyat eleştirmeni, hem
de incinmiş kalbiyle aşktan, düşlerden, doğadan söz eden bir
şairdi. 1915’te öldürüldü.
Yerukhan. Gerçekçi akımın genç yazarlarındandı. Kaleminden çıkan en
iyi sayfalar, iyi tanıdığı, yoksul ve unutulmuş insanlardan oluşan
sınıfı betimlediği sayfalardı. 1915’te öldürüldü.
Melkon Gürcyan. Yapıtlarında, İstanbul’a göç eden Ermenilerin
yaşamlarını, parçalanan aileleri işledi. 1915’te öldürüldü.
Tlgadintsi. Ermeni edebiyatına, memleketi Kharpert (Harput) ve
dolaylarına özgü bir tat kattı. Yayımlanmamış elyazmalarının da
yitip gittiği 1915’te öldürüldü.
Rupen Zartaryan. “Tsaykaluys” (Alacakaranlık), ilk ve son
seçkisiydi. Yazdıklarının büyük çoğunluğu halk masallarından,
düzyazı şiirlerden ve öykülerden oluşuyordu. 1915’te öldürüldü.
Dikran Çögüryan. Birçok kısa roman ve öykü yazdı. “Herosı”
(Kahraman) ve “Vankı” (Manastır) adlı yapıtlarıyla, umut veren bir
yazar olarak tanındı. 1915’te öldürüldü.
Krikor Zohrab
Keğam Parseğyan
Smpad Pürad
Daha yüzlerce aydın.
1915’te acımasız bir biçimde katledildiler.
Batı Ermeni edebiyatı, 1915 yılında yok edildi.
*Ölümsüz anılarına.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Selin Ongun / Cumhuriyet
100 yıllık soru: 1915 nedir?
Dr. Mehmet Perinçek: ‘Ermeni tehciri hukuka uygundur’
1 TEHCİRE NEDEN İHTİYAÇ DUYULDU?
Çarlık arşiv belgelerinden Türkiye’yi işgal planları çerçevesinde
Türkiye Ermenilerine iki görev yüklenildiği görülmektedir. İlki;
Ermeniler, cephe gerisinde ayaklanma çıkararak Türk ordusunu zaafa
uğratacaktır. İkincisi ise oluşturulan Ermeni gönüllü birlikleri
Türk ordusunun savunma hattını yırtarak Rus işgalini
kolaylaştıracaktır.
Diğer taraftan Çarlık yetkililerinin yazdığı raporlar ve Çarlık
askeri mahkemelerinin tutanak ve kararları göstermektedir ki,
Birinci Dünya Savaşı’nda işgal edilen bölgelerde Ermeni gönüllü
birlikleri Müslüman halka karşı vahşi katliamlara girişmiştir.
Belgelere göre bu katliamlar sistematiktir ve ırkçı nefrete
dayanmaktadır. Türkiye’nin düşmanı Rus komutanları bile bu vahşet
karşısında dehşete kapılmıştır. Son kitabım Ermeni
Milliyetçiliğinin Serüveni’nde belgeleriyle ortaya koyduğum üzere
birçok Ermeni gönüllüsü, askeri mahkemelerde yargılanmış ve idam
cezasına çarptırılmıştır. Katliamlar tehcirden önce
başlamıştır.
Tehcir kararı ve uygulaması, bir savaş önlemidir. Bu önlem, bugün
Cenevre Sözleşmeleri’ne ek 2. Protokolde tedvin edilmiştir. Ayrıca
Lahey Adalet Divanı’nın Hırvatistan-Sırbistan davasında verdiği
yeni bir kararda tehcirin soykırım olmadığı da ifade edilmiştir.
Ermeni tehciri, Osmanlı yöneticilerinin de kabul ettiği bazı
aşırılıklara rağmen, hukuka uygundur.
Ayşe Hür: Malları iade edilsin, çocuklarına pasaport verilsin
1TEHCİRE NEDEN İHTİYAÇ DUYULDU?
Osmanlı İmparatorluğu son 150 yılında çözülme sürecine girmişti.
Trablusgarp ve Balkan hezimetlerinden sonra İTC hızla “Türkçülük”
ideolojisine kayarken, 1878 Berlin Antlaşması’ndan beri devletin
Ermeni reformlarını gerçekleştirmesinden umudunu kesen Ermeniler de
Osmanlıcılık idealinden uzaklaşmaya başlamışlardı. İttihatçılar,
Balkanlar’da ve Kuzey Afrika’da kaybedilen toprakları soydaşların
yaşadığı Turan’daki topraklarla telafi etmeyi hayal ediyorlardı ama
Ermenilerin yoğun olduğu Doğu vilayetleri, Turan’a giden yolun
üzerinde tıkaç işlevi görüyordu. Ayrıca Ermenilerin zenginlikleri,
Müslüman burjuvazi için iyi bir kaynak gibi görünüyordu. Bütün
bunların bileşkesi olarak “dahili tümörler” olarak nitelenen
Ermenilerin safdışı edilmesi fikri güçlendi. İttihatçıların
isteyerek girdikleri Birinci Dünya Savaşı da bu plan için iyi bir
çerçeve sundu.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Nuray Mert / Cumhuriyet
İster ‘Soykırım’ Deyin, İster Demeyin!
Korkmayın...
Kısacası, ister “soykırım” deyin, ister “soysürgün”, ister katliam,
Ermenilerin bu topraklarda varlığı sona erdirildi. Müslüman halk da
bu esnada büyük kayıplar verdi, ama çoğu kendi yöneticilerinin
onları sürüklediği savaş nedeni ile, dahası topyekûn kovulup yok
edilen, mallarının üzerine oturulan Ermeniler oldu. Bu coğrafyanın
kadim bir halkı ve bu arada diğer Hıristiyan nüfuslar, bu
topraklardan sürüldü, gelin bununla yüzleşelim. Üzerinden yüz yıl
geçti, korkmayın, artık kimse cezalandırılamaz, kimse üzerine
oturduğu Ermeni mülklerini geri vermek zorunda kalmayacak, gelin
yüzleşelim, saygın bir ülke olma adına fazla bir şey sayılmaz.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Semih İdiz / Cumhuriyet
Türkiye ve Ermenistan’a Büyük Görev Düşüyor
Taraflar 2009 yılında ortaya çıkardıkları fakat arkasını
getiremedikleri Zürich Protokolleri’ni tekrar canlandırabilirler.
Sarkisyan CNN-Türk’e önceki gün verdiği demeçte “Protokolleri
Türkiye onaylarsa, biz de onaylarız” dedi. Protokollerdeki yumuşak
konulardan başlanarak zorlu konular güvenin arttığı bir döneme
ertelenebilir.
İşin tabii ki bir de Azerbaycan boyutu var. Ancak, Ankara Bakû’ya
çıkarları uğruna bazı adımlar atması gerektiğini ve Ermenistan ile
iyi ilişkileri olan Türkiye’nin bölgesel barışa daha fazla katkı
sağlayabileceğini anlatabilmeli.
Barıştan yana karşılıklı samimi çabalar her zaman sonuç vermiştir.
Fakat siyasi irade ve iyi niyet yoksa o zaman husumete devam, başka
yol yok. Türklerle Ermenilerin kaderi bu olmamalı...
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Taner Akçam / Taraf
Bıktırdınız gerçekten!
Dışişleri Bakanlığı kapsamlı bir kampanya başlatmış görülüyor. Bu
kampanyanın bir ayağını, benim kitaplarımın sahteliğini ispat etmek
oluşturuyor. Konsolosluk ve Elçilik sitelerinde, akli meleke
bozukluğu ile malul olduğu belli olan bir zatın makalesi yer
alıyor. Bu makale günlük bazda dağıtılıyor. Ben bile en az 15-20
farklı kanaldan bu e-mailleri aldım.
Türk Konsolosları ABD’de de bana karşı bir kampanya açmış
vaziyetteler. Aynı Ergenekonlu yıllarda olduğu gibi davet edildiğim
Üniversiteler defalarca telefonla aranıyor, dolaylı yollarla tehdit
ediliyorlar.
Toplantılarda benimle eşit derecede konuşma hakkı talep ediyorlar.
Bazen, hiçbir şeyden haberi olmayan saf Türk gençlerini
toplantılara gönderip, sorun çıkartmaya çalışıyorlar. Bazı
durumlarda karşı gösteri ile de tehdit ediyorlar. (Harvard
Üniversitesi’nde benim katılmadığım bir toplantıda bunu
yaptılar.)
Konsolosların telefon etmekle yetinmedikleri durumlar da var.
Üniversitelere resmî yazılar yazmaktan da çekinmiyorlar. Yazdıkları
resmî yazılarda, aslında Amerikan Üniversitelerine yaptıklarını
fark etmeden, bana karşı ağır hakaretlerde bulunuyorlar.
Üniversiteleri, yaptıkları ve yapmayı düşündükleri mali yardımları
kesmekle tehdit ediyorlar.
Konsolosların tüm bunları, Elçilerinden izin almadan yapmaları
mümkün değil. Elçi’ye de bu doğrultuda bir talimat gelmiş
olmalı.
Amerikan Eğitim Sistemine doğrudan müdahale etmeyi bile göze alacak
kadar gözü kararmış bir hükümet sözkonusu!
Bu da stratejinin bir parçası, bağır- çağır tehdit et; bunun
yetmediği yerde bir şeyler yapıyormuş gibi görün ama sonuç aynı
olsun: zamandan çal! Zaman kazan!
Bıktırdınız gerçekten! Kürt meselesini de onlarca yıldır böyle
halletmeye çalışmadınız mı? Bu sorunları erteleme stratejisinin,
sorunları sadece ve sadece daha da büyüttüğünü, başınıza daha büyük
işler açtığını ne zaman fark edeceksiniz?
Ciddi bir özür dileyin ve bu ciddi özrün gereklerini yerine
getirin. İnanın o kadar zor değil. Hem kendinizi rahatlatırsınız,
hem de Türk- Kürt insanını büyük bir kara lekeden kurtarmak
doğrultusunda önemli bir adım atmış olursunuz! Ermenilerin bu
sayede ölülerine yas tutabileceklerini eklemeye gerek bile
görmüyorum.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Cengiz Aktar / Taraf
Cuma 24 Nisan notları
Geçen yıl 30 Aralık tarihli makale “Ermeni Soykırımı Anadolu’nun
Büyük Felâketidir” diye bitiyordu. Anlamı şu: Ermeniler Anadolu’da
her anlamda yok edildiler ama geride kalanlar ki genelde onların
katilleri, katliamdan sonra bir çölde yaşamaya mahkûm oldular. Ne
insan ilişkisi kaldı ne ahlâk, ne vicdan kaldı ne merhamet… Ne
ekonomi kaldı ne siyaset, ne ilim kaldı ne irfan… Soykırım ve
Türkiye- Yunanistan arasında gerçekleşen Ortodoks- Müslüman nüfus
mübadelesi sonrasında Anadolu’nun can suları kurudu, toprak çöle
döndü. Bu Cuma ve bu 24 Nisan katliamlardan değil o muazzam
medeniyet kaybından söz edelim ki felâketin boyutları idrak
edilsin.
Canlarını kurtaran veya mübadeleyle Yunanistan’a sürülen vasıflı ve
yetenekli Anadoluluların yeni vatanlarında neler yaratmış
olduklarıyla ilgili mufassal bilgi yok ama derlenmeyi bekleyen bir
dolu enformasyon mevcut. Beyin göçünün nasıl beride kalanın
felâketi olduğunu anlamak için beş eski vatandaşımızdan söz
edelim.
Raymond Damadian: 1936’da New York’ta doğan matematikçi ve doktor
Raymond Vahan Damadian, 1915’te Türkiye’den kaçıp ABD’ye göçen
Vahan Damadian’ın oğlu. 1969’da tıp dünyasının vazgeçilmezi MR
aletini icat etti.
George Simjian: 1905 Antep doğumlu Simjian, 1915’teki katliamlarda
ailesini kaybetti. Önce Beyrut’a oradan Marsilya’ya ve en sonunda
ABD’ye göçerek Connecticut’taki akrabalarının yanına sığındı.
Birçok buluşun patentini aldı. Uygulaması başkasına ait olsa da
bankamatik fikrini geliştirendir. En önemli buluşları arasında,
teleprompter vardır.
Artür Bülbülyan: 1900’de Isparta’da doğan ve 1920’de ABD’ye göçen
Bülbülyan, II. Dünya Savaşı’nda Amerikan ordusu tarafından
kullanılan A14 oksijen maskesini icat etti.
Asadur Sarafyan: 1895’te Kayseri’de, Hamidiye Alayları
katliamlarından kaçmak için anne ve babasının sığındığı bir
mağarada dünyaya gelen ve hayatta kalabilen Sarafyan, 1914’te
ABD’ye göç etti. Makine mühendisi. Deniz suyundan içme suyu elde
eden arıtma tesisi, portatif elektrikli testere, kitap ciltleme
makinesi gibi birçok alet icat etti. En önemli icadı ise, hiç
şüphesiz otomatik araba vitesidir.
Alex Manoogian: 1901’de İzmir’de doğan Manoogian, 1920 yılında
ABD’ye göç etti. Endüstri mühendisi. En büyük icadı sıcakla soğuk
suyu karıştıran tek gövdeli musluktur. Ve daha niceleri…
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Sezin Öney / Taraf
Auschwitz’in ağaran saçları
Türkiye geneline bakınca, Ermeni Soykırımı’nın yüzüncü yılını
geride bırakırken, “soykırım dedi”, “…demedi” tartışmalarının
arasında boğulmuş gitmiş gibi gözüküyoruz. Sadece “soykırım” konusu
değil, her siyasi ve toplumsal mesele de, hangi jargonla, hangi
kelimeleri, terimleri, kavramları kullanarak konuştuğumuz, tüm
hayatımızı, duruşumuzu tanımlıyor adeta.
Tek kelimelik hayatlarımız var…
Hayatın her alanında kelimelere, basmakalıp ifadelere, dar
kalıplara sıkışmışlığı sorgulamayan, sürekli siyasi ve toplumsal
tabuların cenderesinde “nefes alıp veriyormuş” gibi yapmayı
benimseyen, “normal” kabul eden yaşam tarzlarımızı da, geçmişle
hesaplaşmamanın sessiz ağırlığı ezerek şekillendiriyor galiba.
*
Bu yazının “travmatik ilham kaynağı”, Punto24 Bağımsız Gazetecilik
Platformu (P24) ve Friedrich Ebert Stiftung’un (FES)
gerçekleştirdiği, “geçmişin travmalarını anımsama, geçmişle
barışma” temalı program çerçevesindeki bir çalışma gezisi...
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Mustafa Paçal / Taraf
Yüzyıllık acı: Ermeni Soykırımı…
Bir önceki yıl Ermenilere “taziye” dileyen durumdan çıktık.
Bu sene “bir kulağımdan girer diğerinden çıkar” durumuna
geriledik.
Diğer yandan ise sorun Ermeni soykırımı olunca siyasette farklılık
kalmıyor.
İktidarı muhalefeti “İttihatçı” çizgide hemen buluşuyor.
Oysa böyle olmamalıydı.
Taziyeden sonra özür, özürden sonra yüzleşme gelmeliydi.
Oysa Ermenistan’la başlatılan diyalog karşılıklı iyi komşuluk
ilişkilerine dönüştürmeliydi.
Ama “büyük Türk devleti” bunları tercih etmedi. Anadolu halklarının
acısı dindirecek adımları atmak istemedi; içine kapanmayı ve
“yalnızlığı” tercih etti.
Bu tercihte bulunanların Kürt sorununu çözmesi de beklenmemeli.
Ermenileri düşman gören “Türk milliyetçiliği” zihniyeti Kürtleri de
kardeş göremez.
Resmî mezhebi Sünnilik olan bir devlet, bunun dışındaki mezheplere
din ve vicdan özgürlüğü tanıyamaz.
Bugün anlaşılan o ki az gittik uz gittik ancak “İttihatçı
zihniyeti” aşamadık.
Yani yine İttihatçı, Türkçü, Sünnici duvara tosladık.
Ermenilerin acılarını yürekten paylaşıyorum.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Hadi Uluengin / Taraf
Yüz yıllık yalnızlık
YÜZ yıldır yalnızız!
Çünkü tam yüz yıldır inkârcıyız!
***
İNKÂRCIYIZ, zira bugün sembolik bir tarih olarak yine yüzüncü
yıldönümünü idrak ettiğimiz 1915 Ermeni Büyük Felâketi’ni vicdanen,
hukuken ve resmen kabullenmiyoruz.
İttihat ve Terakki canilerin bütün bir halka karşı uygulamış olduğu
ve bilfiil devlet mekanizmasını kullandığı korkunç kıyama bir
asırdır mazeret uyduruyoruz.
Bin bir dereden su getirerek kâh karşılıklı mugalata diye
azımsatmaya çalışıyoruz, kâh zorunlu tehcirden dem vuruyoruz, kâh
da maktullerin rakamı üzerinde oynuyoruz.
En kabadayısı, “o tarihte böyle bir kavram yoktu, dolayısıyla
‘soykırım’ olamaz” gerekçesini öne sürüyoruz ama havaya bakıp, aynı
kavramı uluslararası hukuk lügatine yerleştiren Rafael Lemkin’in
1915 emsalinden hareket ettiği gerçeğine ıslık çalıyoruz.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Fehmi Koru / Habertürk
100. yıl böyle geçmeyebilirdi
Sözün özü şu: Türkiye malum olayın 100. yıldönümünde şimdilerde
kapısı aralanan yalnızlaştırma girişimini imkânsız kılmak için 2009
yılında ciddi adımlar attı.
Ancak arkası gelmedi. Daha doğrusu, gelişmenin kendilerini de
rahatlatacak boyutundan habersiz bırakılan, ne malum, bilseler de
çıkarlarına uygun bulmayan bazı Azeri siyasilerin gürültülü
çıkışları Ankara’yı telaşa sürükledi.
Daha sonra olanı biliyoruz: O telaşla Bakü’ye gidildi ve
Cumhurbaşkanı Gül tarafından açılan kapı, orada yapılan
konuşmalarla, Başbakan Erdoğan tarafından kapatıldı.
Süreci yakından izlediğimi biliniz. Milli maçı izlemek üzere
Cumhurbaşkanı Gül’le Erivan’a giden gazeteci heyetindeydim;
sonrasında Dışişleri Bakanı Davutoğlu tarafından bilgilendirilen
gazeteciler arasındaydım.
Yalnız Türk tarafıyla değil, Ermeni siyasilerle de görüşüyordum:
Türkiye’de yapılan rövanş maçı için Bursa’ya gelen Ermenistan
Cumhurbaşkanı ve ardından Ermenistan Dışişleri Bakanı ile de
görüşmüştüm.
Gerçekten yazık oldu.
Umarım bundan böyle vahim yanlışlar yapılmaz.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Soli Özel / Habertürk
Yas Tutabilmek
“Büyük Felaket: Soykırım Gölgesinde Ermeniler ve Türkler” adlı
kitabın yazarı Thomas de Waal, soykırım kelimesi hakkında yazdığı
bir makalede Türkiye’deki Cumhuriyet projesiyle ilgili şu tespiti
yapar: Mustafa Kemal tarafından 1923’te kurulan Türkiye
Cumhuriyeti, örgütlü unutma üzerine kurulmuş bir devletti. Yalnızca
geç Osmanlı döneminde Ermeni, Süryani ve Rumlara yönelik suçların
değil 1923’ten önce Müslüman halkların Anadolu ve Balkanlarda
yaşadıkları acıların da unutulmasını istemişti.”
Bu unutma belki yeni devlet kurulurken anlaşılır bir tercihti.
Kabul edilir olmasa bile. Talat Paşa’nın imparatorluk yıkarken
devleti kurtarmak projesi, Anadolu’nun gayrimüslimlerden
arındırılmasını gerektiriyordu. “Tehcir” ve kıyımlar sonucunda
gerçekleşen de bu oldu. İttihatçıların çoğunun Cumhuriyet’in
kurucularından olması, Ermeni mallarını gasp edenlerin yeni devlete
bunların elden çıkmaması karşılığında sadakat bildirmesi ve
bağlantılı nedenlerle unutma herkesin işine de geldi.
Bundan sonra sanırım hatırlamak gerekiyor. Hem çöken bir
imparatorluğun dışında kalanların yaşadıkları acıları hem de
imparatorluktan ulus-devlete geçerken Anadolu’da, buranın köklü
halklarına yaşatılanları. O zaman yalnızca bir ruh tazelenmesi ve
ferahlığı hissedilmeyecek, hangi ülke kendi tarihimizle ilgili ne
dedi diye harap olmayacağız.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Özcan Tikit / Habertürk
23.5’tan 24 Nisan’lara
2002’de ABD’deki Türk-Ermeni Uzlaşma Komisyonu, New York merkezli
Uluslararası Adalet Geçiş Merkezi’nden Türkiye’den toprak ve
tazminat talep edilmesinin mümkün olup olmadığına dair bir uzman
raporu hazırlamasını istedi. Hazırlanan raporda, ABD’nin soykırımı
tanıması halinde bile Ermenilerin Türkiye’den tazminat veya toprak
talep edemeyeceği belirtildi. Bunun gerekçesi de şu şekilde
açıklandı: “1948 tarihli BM Soykırımı Önleme Sözleşmesi, geriye
dönük maddeler içermiyor.”
Raporun vardığı sonuç şaşırtıcı değil. Avrupa Parlamentosu’nun
“soykırımı” kabul ettiği 1987 tarihli tasarıda bu gerçek çok daha
net şekilde vurgulanıyor.
Çünkü AP de biliyor ki, soykırım sözleşmesi geriye dönük işletilse
dünyada tazminat ödemek zorunda olmayan devlet kalmaz.
En iyisi, Türkiye’nin uzattığı elin daha fazla boşta
bekletilmemesi... Aksi takdirde Ermenistan halkından başka kimseye
zararı olmayan bu kör dövüşü belki bir yüzyıl daha böylece sürüp
gidecek.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Ali Bayramoğlu / Yeni Şafak
Taziye ve toplum
Cumhuriyet öncesi yakın dönem, 19. Yüzyıl ve 20. Yüzyıl'ın başı
toplumsal açıdan “ortaya saçıldıkça” katliamlar, kırımlar,
soykırım, çeteler, gizli teşkilatlar, nüfus politikaları, göçler,
travmalar ve acılar tek tek kimliklerin ve liberal demokratlar
nezdinde global Türk kimliğinin dekonstrüksiyonunun ve yeniden
kurulmasının araçları olmaya yüz tutmuştur.
Tutturulan yol aslında “toplumsal meşruiyet yolu”dur.
Uzun, yavaş ilerleyen, buna karşın etkili, sahici ve kalıcı olacak
bir yol...
Toplumun gerçeklerle baş başa kalıp, kendisini ve kültürü arındırma
gayreti, katledilenlere yönelik tarihi, siyasi ve vicdani borcu
algılaması hali...
Türkiye 1915'in 100. yılını bu koşullarda karşılıyor.
Ermenilere yönelik taziye toplumsallaşıyor.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Özlem Albayrak / Yeni Şafak
Soykırım tartışması değil güç mücadelesi
Eğer soykırım niyeti olmadan, ırksal, etnik veya dini temelli tüm
katliamlar soykırım olarak adlandırılacaksa 10 binlerce kişinin
öldürüldüğü, Dersimlilerin çocuklarının kendilerinden zorla
alınarak subay ailelerine verildiği Dersim olaylarından tutun,
Bosna Savaşı'nda Boşnaklara yapılanlara, İsrail'in Filistinlilere
yaptıklarına, Myanmar'da olanlara, Suriye'deki katliamlara
“soykırım” dememiz gerekirdi. Bazılarının gerçekten de birer
soykırım olmasına, soyu kurutmak için bilinçli ve sistematik olarak
gerçekleştirilmesine rağmen bunu söyleyemiyoruz, çünkü dünya
kamuoyu sözgelimi 10 bine yakın insanı Srebrenitza'da bir gecede
öldüren, binlerce Boşnak kadının ırzına geçen Sırpların Bosna'da
yaptıklarını soykırım amacıyla yaptığını kabul etmiyor, “savaş
şartları” deyip geçiyor. Keza Filistinliler'e yapılanlar da
soykırım değil, zira “onlar terörist”.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Yaşar Taşkın Koç
100 yıl efsanesi de bitti gitti işte
Nihayetinde yüz yıllık propaganda da onun çoğu üretilmiş malzemesi
de toplam nüfusu bir buçuk milyon olduğu halde öldürülen Ermeni
sayısını bir buçuk milyon olarak göstermek gibi büyük çarpıtmaları
da bir asır sonra işlevsiz hale gelip terk ediyor.
Geriye kalan tabii ki onlar için acılar, kötü hatıralar.
Tıpkı yanı başlarındaki, komşuları olan ve aynı acıları,
katliamları, açlığı, sürgünü yaşayan neredeyse aynı sayıdaki
Müslümanlar Türkler gibi…
“Acıları kıyaslamak acıları yarıştırmak acıları deşmek bir asır
boyunca çok işimize yaradı” diyen varsa bu sahte bu yanlış bu
manasız davayı da sürdürsün.
Ya da seneye hem Çanakkale'deki Osmanlı Ermeni askerlerinin
hatırası için büyük törenlere katılsın; 23 Nisan'da Ermeni çocuklar
da o rengârenk halaya katılsın.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Mustafa Kartoğlu
1915’ten önceki 20 yıl ve Türkiye’nin son 20 yılı
Osmanlı operasyonlara karşı halklarını ve kendisini koruyamadı.
‘Yeni Türkiye’ bundan ders aldı; halklarını korumaya, kopan
parçalarından kalan yaralarını sarmaya çabalıyor.
Ama operasyon da aynı yöntemlerle sürüyor...
‘Bölme’ projesi Kürtler üzerinde denenmeye devam ediliyor... Eski
yaralar kaşınıyor, Türkiye’nin enerjisi, direnci, iradesi
zayıflatılmaya çalışılıyor.
Türkiye’ye karşı ‘Ermeni soykırımı’ kararı alan ülkelere ve o
kararların alındığı yıllarda Türkiye’de olanlara bakın...
20 ülke, 33 karar almış.
Bu kararların 22’si 2002’den sonraki yıllarda...
***
Unutmadan...
1897’de İsrail devletinin kurulma kararı verilmişti; İsrail 1948’de
kuruldu.
1 yıl gecikmeyle!..
Projeye göre Türkiye’ye uzanan Büyük İsrail 1997’de
kurulmalıydı.
28 Şubat’ın olduğu yıl...
28 Şubat ‘bir yıl’ sürmedi; ‘yeni Türkiye’ için ‘yenilikçi hareket’
başladı.
Bugün Türkiye halkları, hangisinin ‘bin yıl süreceğine’ karar
verecek...
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Sibel Eraslan / Star
Ermeni meselesinde geçmişin yüküyle geleceğe bakmak
“Şark”!.. İçinde Türk’ü, Ermeni’si, Arap’ı, Kürt’ü, Hint’iyle
birlikte rengarenk bir ‘’büyük öteki’’... Başımızdan geçenleri, bu
Batı ana akımın ürettiği “büyük öteki” anlatısının içinden de
düşünmeliyiz.
Geçtiğimiz 100 yılı, projelendirilmiş düşmanlıklarla birbirimizi
imha üzerinden geçirdik. 100 yıl önce, 800 bin civarında Ermeni, 6
ay gibi bir sürede hayatını kaybetti. Buna ne isim vereceğimizden
çok, evvela fevkalade büyük bir acı olduğunu fark etmemiz
gerekiyor. Taziyesi verilmemiş bir yas, taziyesi verilmediği için
bitmiyor, yok olmuyor...
Tüm bu ortak insanlık acılarımızdan sonra... Bayrakların dingin ve
çırpıntısız zamanlarını da fırsat bilerek, ortak geleceğimize
onurla, güvenle ve adaletle bakabileceğimiz yeni başlangıçlara
ihtiyacımız
var...
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Resul Tosun / Star
O tehcir zaruri bir tehcirdir, insanlık suçu olan keyfi bir tehcir
değildir
Rusya İran cephesinde savaşan Osmanlı ordusu komutanları başkentten
orduyu arkadan vuran Ermeni çetelerinin durdurulmasını
istemiştir.
İşte bunun üzerine 1 Haziran 1915’te iki maddelik bir geçici kanun
çıkartılarak ordu komutanlarına isyanlara müdahale ve ihanetleri
tespit edilen köy ve kasaba ahalisinin başka mahallere nakil
yetkisi verilmiştir.
Daha sonra yayınlanan genelgelerle nakil işleminin can ve mal
güvenliği içinde yapılması emredilmiştir.
Bu nakil veya tehcir sadece savaş bölgesindeki Ermenilere
uygulanmıştır.
Batıdaki Ermeniler tehcir edilmemiştir. Ayrıca savaş bölgesindeki
memurlar, işçiler öğretmenler ve aileleri, ihtiyar kadınlar, 10
yaşın altındaki çocuklar yetimler, hastalar tehcir kapsamının
dışında tutulmuştur.
Göçe tabi tutulanların mallarını muhafaza için Emval-i metruke
heyetleri oluşturulmuştur.
Bu tehcir zaruri bir tehcirdir, insanlık suçu olan bir kimliği
hedef alıcı tehcir değildir.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Etyen Mahçupyan / Akşam
Bazı basit gerçekler
Kısacası önümüze gelen her vahşetin ‘soykırım’ olarak
adlandırıldığı bir dünyada 1915’in bu tanımın dışında bırakılması
pek gerçekçi bir beklenti değil. Buna karşılık Ermenilerin de
görmesi gereken basit bir gerçek var: Soykırım terimi aynen
‘devrim’ gibi, yaşanırken gözlemlenen değil ancak sonradan
tarihçinin koyduğu bir ad. Diğer bir deyişle yaşanan birçok şeyin
toplu olarak adlandırılmasını ifade eden bir tanımlama. Soykırım
bunun da ötesinde hukuk alanında üretilmiş olan bir kavram. Diğer
bir deyişle 1915’in soykırım olup olmaması da söz konusu tanımın
niteliği ve içeriği ile doğrudan bağlantılı. Eğer tanım değişirse
bugün soykırım olan yarın olmaktan çıkabilir… Önemli olan yaşanmış
olanın görülmesi, hissedilmesi, dokunulması, paylaşılması ve
yüzleşilmesidir, ona hangi adın verileceği değil. İsteyen istediği
adı verebilir. Yeter ki yaşanmışlığı gerçek haliyle ve bütün
karmaşıklığıyla karşımıza koyabilelim ve ona adil bir biçimde
birlikte bakabilelim.
Bu toprakların çocuklarının artık kendilerini hasta bırakan
ideolojik ve psikolojik kıskacı kırmaları gerekiyor. Bu tür
geçişler birlikte yapıldığı zaman çok daha kolaydır… Zaman bunun
zamanı.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Emin Pazarcı /Akşam
Bunlardır “soykırım” diyenler
Bakın HDP’nin içine düştüğü duruma…
İnanın şaka gibi!
HDP bile “soykırımdan” bahsedebiliyor. Hem de bu güne kadar
savunduğunu iddia ettiği bütün değerleri ayaklar altına alarak. Ya
tarih bilmiyorlar ya da “Türkiye Cumhuriyeti sıkıntıya girsin de ne
olursa olsun” diye düşünüyorlar.
Çünkü Osmanlı döneminde Ermenilere yönelik sistemli bir kıyım
yaşanmadı ama bölgedeki Müslüman Kürtlere yönelik büyük katliamlar
gerçekleştirildi. Onu da Batı'nın desteklediği Ermeni çeteleri
yaptı.
HDP ise bugün o katliamları gerçekleştirenlerin torunları ile kol
kola. Ne diyelim, HDP’ye yakışır, hayırlı olsun!
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Vedat Bilgin/ Akşam
Türkler ve Ermeniler
Savaş sırasında Rus cephesinde bizzat Rus Genelkurmayı’nın
belgelerinde ortaya konduğu üzere, Osmanlı ordusunu cephe
gerisinden vurmak üzere teşkilatlandırılmış Taşnak çetelerinin
saldırı ve katliamları yok sayılarak, devletin aldığı tehcir kararı
tıpkı diaspora militanlarının ağzıyla soykırım olarak
görülmüştür.
Tehcirin yani Ermeni nüfusunun, yine imparatorluğun başka
bölgelerine yerleştirilmesi, göç sürecinin kötü yönetimi, savaş
şartları içinde korkunç insani maliyeti, bilhassa Doğu ve
Güneydoğu’da bazı aşiret ve toplulukların katliamlarına maruz
kalması, bazı devlet görevlilerinin görevini kötüye kullanması,
eşkıyalık, insanların o günkü ulaşım şartlarında hayatını karartan
olaylardır. Bütün bunların yol açtığı perişanlık, yoksulluk,
açlık, soğuk ve salgın hastalıklar, ölümler, bu göçü, yani nakil
görevini güvenlik içinde yerine getiremediği için bütünüyle
devletin suçlu olduğunu göstermektedir, fakat ortada bir soykırım
yoktur. Devlet bunu yaparken yönetim mekanizmasında görevli
Ermeniler bulunduğu gibi, göçün intikal ettiği yerlerde de yine
Osmanlı idaresinin adamları intikal eden insanları, bugünkü Suriye,
Lübnan, vb. yerlerde iskân etmişlerdir.
“İttihatçı, Kemalist siyaset geleneğin Türkiye’nin
demokratikleşmesinin önünde yarattığı engeller, resmi tarihin
gerçekleri çarpıtmasına yol açtığı gibi, gayrı resmi tarihi de
simetrik bir anlayışta kin ve nefrete dayalı tarih görüşüne
götürmüştür. Bu sebeple hala Ermeniler ve Türkler arasındaki bin
yıllık beraberliğin kazanımlarını değil bunları konuşuyoruz”. Bunun
için yeni sivil bir tarih anlayışı gerekmektedir. Alpaslan’ın
ordusunda ki Ermenilerden, Osmanlı imparatorluğunun her
kademesindeki Ermenilere kadar, bu topraklardaki ortak varlığımızın
gereği olarak, bu olayları “ortak acıyı hisseden bir kavrayışa”
ihtiyaç bulunmaktadır.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Ufuk Ulutaş / Akşam
2015'ten sonra 1915'i konuşmak
Ermeni meselesi bir endüstriye dönüşmüş durumda. Paraların
harcandığı, lobi şirketlerinin cirolarını artırdığı, yabancı
ülkelerdeki milletvekillerinin siyasi kampanyalarına bağış
topladığı ve bazı ülkelerin Demokles'in kılıcı gibi ellerinden
bırakmadığı bir endüstri. Bu sektörden ise hem Türkiye hem de
Ermeniler zarar görüyor. Bu kadar çaba ve para, tarihi olayların
siyasi olarak kabul ettirilmesine harcanmayıp diskurların
yakınlaştırılmasına harcansaydı şu an çok farklı bir safhada
olabilirdik.
Türkiye'den devletin zirvesinden- Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan
Davutoğlu- yapılan açıklamalarda acıların paylaşıldığı ve bunun
için Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Ermenilerle empati kurabildiği
ifade edildi. Her iki açıklamada da vurgulanan önemli bir yaklaşım
tarzı var: 1915 olaylarının bir boşlukta ve kendiliğinden değil;
tam da aksine Birinci Dünya Savaşı şartlarında yaşandığıdır. Bu
acıların hafifletilmesi çabası değil; acıların eşsiz olmadığı ve
maalesef Osmanlı topraklarında yaşayan ve yaşamayan herkesin bu
büyük savaşın yarattığı felaketlerle yüzleştiğidir.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Rahim Er / Türkiye
24 Nisan
Gün barışma, helalleşme, kan izlerini suyla yıkama ve acıları
paylaşma günüdür.
Bu bereketli topraklar, bütün unsurlarıyla cümlemize bin yıl yetti.
Eğer, eski ihtişamlı günlerimizdeki adalet ve insafla yaşarsak
kıyamete kadar da yeter.
Diasporanın güdümlü soykırım romantikleri, “soykırım kabul
edilecek, Türkiye tazminata mahkûm olacak, biz de toprak alacağız!”
gibi ham hayalleri bırakarak meseleye sağduyu ile bakmalılar.
Son söz:
Ankara, Bakü’yü de yanına alarak Revan’a karşı ikinci bir barış
sürecini başlatmalıdır.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Orhan Kemal Cengiz / Bugün
Bugün 24 Nisan
Aradan geçen yüzyıldan sonra bile bu kadar kuvvetli inkar için,
sadece ayıptır, günahtır, vicdansızlıktır diyorum...
* * *
Yüz yıl önce, 24 Nisan 1915’te bu ülkede ilk olarak Ermeni aydınlar
bir ölüm yolculuğuna gönderildiler. Onların ardından, bu ülkenin
her köşesinde yaşayan Ermeniler kadın, yaşlı, çocuk, hasta demeden
evlerinden, yurtlarından sökülüp atıldı.
* * *
Ne Ermeni çeteleri ne 1. Dünya Savaşı silahsız günahsız sivillerin
öleceklerini bile bile çöllere sürülmesini, yollarda katliamlara
uğramasını, ailelerin parçalanıp, çocukların yetimhanelere
düşmesini, mallarının mülklerinin talan edilmesini maruz
gösterebilir.
* * *
Bugün 24 Nisan. Yüz yıl önce bu topraklarda feci bir şekilde
yaşamlarını yitiren bir milyona yakın Anadolu Ermenisi’nin acı dolu
hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.
Onlara bu acıları yaşatan İttihat ve Terakki yöneticilerini,
Ermeniler’in, canlarına, mallarına ve ırzlarına el uzatan bütün
katilleri de lanetliyorum...
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Yavuz Baydar / Bugün
Adını bırakın içinde duran derin acıyı hissedin yeter
Savaş nedir?
Üniformalı, silahlı, emir altındaki erkeklerin ölümüne birbiriyle
dalaşması.
Savaşın kendi kanunları, raconu vardır.
Tehcire ve sonunda çoğu ölüme gönderilen Osmanlı Ermenisi bebek,
çocuk, kadın, ihtiyar.
Hiçbirinin ne bir üniforması vardı ne de silah tutacak hali.
Savaş acısıyla, savunmasız sivil halka sırf kimliği üzerinden reva
görülen eziyet, acı hiç aynı kaba sığar mı?
Bu, vicdansızlık, izansızlık değilse nedir?
100 yıl öncesine bakarken önyargı ve ezbere kapılmadan bir an olsun
sessiz kalalım ve bir zamanlar bu toprakları paylaştığımız
insanların ruhu önünde eğilelim.
Çerkes, Boşnak, Uygur, Tutsi, Herero, Ermeni, Yahudi, Alevi, Sünni,
Ezidi...
Hangi kimlik olursa olsun, toplu kıyıma maruz kalmışsa, onların
acılarını paylaşmak için tek bir meziyet yeter.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Gökhan Bacık / Bugün
Kaybedilmiş başka bir dava: 1915
Türkiye içine kapandı. Küresel tek albenisi olan “Batı ve İslam
arasında köprü olan demokratik devlet” vasfını kaybetti.
Böyle ülkeler için dış politika “kaybedilmiş davalar koleksiyonu”
haline gelir.
Daha kötüsü Ankara’da meskun siyaset esnafı, bu meseleyi iç
politikada seçim meydanlarında köpürtmek de istiyor.
“Ermeniler’i kestiniz diyorlar bize” soslu “Çanakkale törenleri”
sunumu içinde bir popülist dalga imkanı olur da Türk siyasetçisi
kaçırır mı?
Nitekim uzun söze gerek yok. İçişleri eski Bakanı Efkan Ala’nın
konu ile ilgili açıklaması her şeyi anlatıyor: “Yine yedi düvel
harekete geçti başta Papa olmak üzere Avrupa Birliği parlamentosu,
bizim tarihimizi, ecdadımızı soykırım yapmakla itham ediyorlar,
kararlar alıyorlar.”
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Hüseyin Öztürk / Yeni Akit
Soykırım sadece bir belge
Allah’ın hidayet nasip etmediği kimseleri, elbet kimse hidayete
erdirici değildir.
İçimizdeki tapınakçıların da ne Allah’a ne de Allah’ın vereceği
hidayete ihtiyaçları yoktur. Çünkü Amentüsü olmayanın tanrısı
çoktur.
Şimdi aşağıda okuyacağınız katliam, (Rabbim ehli İslam’ı bunların
şerrinden korusun) bundan 97 yıl önce, yüzlerce yerde, yüzlerce
katliamdan, sadece Bayburt’ta yaşananların özetli alıntısıdır.
Bayburt’taki katliamlar elbet bu kadar değil. Memleketin hemen her
yöresinde böyle nice katliamlar yapılmış.
İnanmayan Tapınakçılar, arşivlere ve “Tarihten Günümüze Ermeni
Meselesi ve Zulümler” isimli Kadir Mısıroğlu’nun eserindeki
belgelere bakabilirler.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Serdar Arseven / Yeni Akit
24 Nisan!..
Soykırımcı Ermenilerin iddiaları neresinden tutulsa elde
kalıyor.
İşte bugün 24 Nisan;
bizim de peşine takıldığımız gün, (sözde) Ermeni Soykırımı’nı anma
günü.
Peki, 24 Nisan neyin, hangi olayın yıldönümü?..
Ermenilerin “tehcir” edildiği yani “göçe zorlandığı” gün müdür 24
Nisan?..
Hayır, değildir.
Sevk ve İskân Kanunu (Tehcir Kanunu) 27 Mayıs 1915’te
çıkmıştır.
Eğer diasporanın –filan- derdi gariban Ermenilerin ölmesi,
öldürülmesi olsaydı, sözde ‘Soykırım Günü’ için “27 Mayıs”ı tespit
etmeleri gerekirdi.
Hayır, öyle yapmadılar, “24 Nisan”da karar kıldılar.
•
Ermenilerin “öldüğü” 27 Mayıs (1915) tarihini değil de, Ermeni
teröristlerin topluca tutuklandığı 24 Nisan (1915) tarihini “esas
almaları” ne mânâya gelir?..
Gayet net:
“Bu adamlar için ÖLEN, ÖLDÜRÜLEN gariban Ermenilerin hiçbir önemi
yoktur.
Onlar için önemli olan ‘İdeoloji’dir...
Onun için, garibanların tehcire tabi tutulduğu değil de,
‘teröristlerinin tutuklandığı günü esas alırlar ‘soykırım
iddiaları’ için!”
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Ahmet Yaşaroğlu / Evrensel
24 Nisan
24 Nisan Ermeni halkı için kara bir gün, devleti yönetenler için
çok ağır bir suçun işlendiği tarih, halk için ise büyük bir
utançtır. Bu 24 Nisan Ermeni soykırımının 100. Yıldönümü. Ülkeyi
yöneten egemen sınıflar, peşpeşe gelen hükümetler soykırımı
gerçeğini inkar etmeye devam etselerde, insanlığın ilerici birikimi
ve vicdanında, halkların bilincinde bu soykırım lanetlenmiş ve
mahkum edilmiş durumda. Osmanlı İmparatoluğu sınırları içerisinde
yaşayan Ermenilerin katledilmeleri kuşkusuz bir günde başlamadı. Bu
tarihin çok öncesine giden olaylar var ve 1915’te en büyük felaket
yaşandı. Ermeniler yaşadıkları topraklardan sürüldüler, katlediler,
mallarına, mülklerine el konuldu.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın
Emin Çölaşan / Sözcü
Çanakkale 100. yıl
Sevgili okuyucularım, İstanbul’daki Ermeni teröristlerin
tutuklandığı ve şimdi birileri tarafından “Soykırım (!)” günü ilan
edilen tarih, 24 Nisan 1915… Sözde soykırımın 100. yılı.
Bir gün sonrası olan 25 Nisan 1915 ise Çanakkale cephesine düşman
çıkarmasının yapıldığı günün 100. yılı.
Türk Ordusu aynı günlerde bir sürü cephede savaşıyordu.
Çanakkale, Doğu Anadolu, Suriye, Filistin, Hicaz…
Biz sadece Çanakkale’yi anıyoruz, diğerlerini neredeyse unutmuşuz!
Oysa o cephelerde de on binlerce şehidimiz var.
Ermeni soykırımında (!) öldürdüklerimiz adına hükümet Patrikhane’de
anma töreni düzenliyor, sadrazam Ahmet, Ermeni teröristler için
başsağlığı mesajı yayınlıyor ama onların öldürdüğü Müslümanlar ve
Türkler için yapılan bir şey yok!
Şimdi aradan 100 yıl geçmiş, Tayyip televizyona çıkıp şiir okuyor,
Çanakkale şehitlerimiz üzerinden oy avcılığına soyunuyor.
Vatan uğruna can verenlerin ruhları inciniyor.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın