12 gazeteden 45 yazar Can Dündar ve Erdem Gül'ün tutuklanmasını yazdı
Can Dündar ve Erdem Gül, MİT TIR’ları ile ilgili yaptıkları haber yüzünden tutuklanması köşe yazarlarının ana gündemi oldu.
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve gazetenin Ankara Temsilcisi Erdem Gül, MİT TIR’ları ile ilgili yaptıkları haber yüzünden casusluk, terör örgütü üyeliği ve devlet sırlarını ifşa etme iddiasıyla suçuyla tutuklanması köşe yazarlarının ana gündemi oldu. 12 gazete 45 yazar tutuklamaları kaleme aldı.
Hürriyet’ten Ertuğrul Özkök, Taha Akyol, Ahmet Hakan, Akif Beki, Cengiz Semercioğlu, Oral Çalışlar; Sabah’tan Fahrettin Altun, Ersin Ramoğlu; Cumhuriyet’ten Emre Kongar, Özgür Mumcu, Hikmet Çetinkaya, Ali Sirmen, Aydın Engin, Çiğdem Toker, Ahmet İnsel, Nilgün Cerrahoğlu, Tayfun Atay, Doğan Satmış, Celal Üster, Orhan Can, Gülengül Altınsay, Barış Erten; Sözcü’den Emin Çölaşan, Uğur Dündar, Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil, Mehmet Türker, Rahşan Gülşan; Milliyet’ten Melih Aşık, Güneri Cıvaoğlu, Abbas Güçlü; Habertürk’ten Nihal Bengisu Karaca; Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu; Birgün’den Nazım Alpman; Star’dan Ahmet Kekeç, Cem Küçük; Vatan’dan Güngör Mengi, Reha Erdem, Okay Gönensin; Bugün’den Fatih Dağıstanlı; Akit’ten Ali Karahaslanoğlu, Hasan Karakaya Can Dündar ve Erdem Gül'ün tutuklanmasını değerlendirdi.
Ertuğrul Özkök - Hürriyet
Can 24 saat önce ne dedi
Sayın Cumhurbaşkanı bana ne kadar kızarsanız kızın ama lütfen şu sözüme kulak verin
Siz bir şiir okudunuz, 3.5 ay hapis yattınız...
İçinizde çok derin iz bıraktı bu hapis...
Haklıydınız...
Belki o dönemde size yeterince destek vermedik... Biz hatalıydık...
Ama bu gazeteci de, bir haber yaptı diye, iki defa ağırlaştırılmış müebbetle yargılanacak...
Silivri’de yapılan yanlışlıkları, insanlara yapılan zulmü, haksızlıkları hep birlikte yaşadık...
Eminim, sonradan siz de çok üzüldünüz buna...
Lütfen yeni bir Silivri faciasına yol açmayalım...
Zor günler geçiriyoruz...
Belki de bir savaşın eşiğindeyiz...
Zor günler birlikle aşılır...
Tek yürekle aşılır...
Tek yürek ise vicdan dediğimiz o güzel duygunun hepimizin içinde yer etmesiyle sağlanabilir…
Yazının tamamı için tıklayın
Taha Akyol - Hürriyet
Yargı ne yapıyor?
Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasının hukuki değil, siyasi olduğu bellidir. Nereden bellidir?
AB İlerleme Raporları’nda ayrıntılarıyla anlatıldığı gibi, yargı sistemi 2014 yılındaki “yapboz kanunlarıyla” siyasi iktidarla uyumlu hale getirildiği için bellidir.
Sulh ceza hâkimlikleri bu amaçla kurulduğu için bellidir.
HSYK seçimlerini Adalet Bakanlığı baştan sona organize ettiği için bellidir.
Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği Bakanlık bürokrasisi hâlâ HSYK’da görev başında olduğu için bellidir!
Siyaset yargıyı bu yönde ‘dizayn’ ettiği için yargıdan böyle kararlar çıkabiliyor; evrensel hukuka aykırı yargı kararları.
Yazının tamamını için tıklayın
Ahmet Hakan - Hürriyet
Hiç lamı cimi yok
HİÇ lamı cimi yok: Can Dündar ve Erdem Gül, sırf gazetecilik yaptıkları için Silivri zindanına tıkılmışlardır.
Hiç lamı cimi yok: Türkiye’de gazetecilik tutuklanmıştır, hem de en pervasız bir şekilde.
Hiç lamı cimi yok: Artık Türkiye’de gazetecilik, tutuklanıp hapse tıkılmayı göze alma mesleğidir. Şeksiz, şüphesiz ve tartışmasız.
Hiç lamı cimi yok: Türkiye’de basın özgürlüğünün kalan son küçük parçası da boğulmuştur. Gazetecilik zindandadır.
Hiç lamı cimi yok: Gerçek gazeteciler, hapishane çıkınlarını her an yanlarında taşımak durumundadır.
Hiç lamı cimi yok: Can Dündar ve Erdem Gül’ün içine düştüğü durum, Türkiye’de gazeteciliğin içine düştüğü durumun ta kendisidir.
Hiç lamı cimi yok: Can Dündar ve Erdem Gül yalnız bırakılırsa... Türkiye’de gazeteciliğin ipi tamamen çekilmiş olacaktır.
İşte tam da bu yüzden biz gazeteciler, bir varoluş çığlığı gibi haykırmalıyız:
Hepimiz Can Dündar’ız.
Hepimiz Erdem Gül’üz.
TIR’larda silah olsa ne olacak, olmasa ne olacak
Cumhurbaşkanı Erdoğan, üstünü ve altını çizerek şöyle dedi?
“O TIR’larda silah olsa ne olacak... Olmasa ne olacak?”
Ne demek bu?
Şu demek:
Dert değil... Silah olsa da dert değil, olmasa da dert değil.
Silah var derseniz de dert değil, silah yok derseniz de dert değil.
İster silah var deyin, ister demeyin... Fark etmez.
O zaman soruyorum:
Madem dert değil, madem fark etmez...
O halde...
“TIR’larda silah var” diye haber yapan Can Dündar ve Erdem Gül’ü niye tutukladınız ki?
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Akif Beki - Hürriyet
‘Bugün de olsa’ Can Dündar
MİT TIR’larına müdahale kumpasını Can Dündar kurmadı. O görüntüleri Can Dündar imal etmedi. Ankesörlü telefondan ihbarla başlayan tertibi, Can Dündar planlamadı. Terör örgütlerine silah sevkıyatı yapıldığı algısı için MİT’e operasyonu Can Dündar çekmedi. Başkasının projesiydi. Paralel bir tasarımdı...
Can Dündar’ın dahli ise ürettikleri materyali yaymalarında tertipçilere alet olmaktan ibaretti.
Siz ‘muhalif gazetecilik’ dersiniz, ben ‘Erdoğan nefreti yüzünden kendini kullandırmak’ derim. Siz ‘kahramanlık’ addedersiniz, ben buradan niye bir ‘kahramanlık hikâyesi’ çıkmayacağını söylerim.
Nihayetinde Can Dündar, basın özgürlüğünün sınırlarını zorladı...
Ancak istediğimiz kadar zorlayalım, o haberi basmanın hiçbir yerinde ne siyasal ne askeri casusluk suçu bulamayız.
Hele hele ortada Paralel Yapı’yı ‘silahlı terör örgütü’ kabul eden bir yargı kararı bile yokken... Sormazlar mı; Can Dündar’ın ahlaken sorunlu bir yayınını gazetecilik faaliyeti saymayıp da hukuken var olmayan bir terör örgütüne yardım ve yataklık kapsamına mı sokuyorsunuz diye.
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Cengiz Semercioğlu - Hürriyet
Utandık!
Önceki akşam gözümüz, kulağımız haberlerde, Can Dündar ve Erdem Gül hakkında tutuklama kararı çıkıp çıkmayacağını bekliyorduk...Yapmazlar herhalde diyorduk...
Bu kadar akıl tutulması olmaz diyorduk...Ama olmaz denilen her şey oluyor bu ülkede...Yine oldu...Türkiye medyası ve demokrasisi adına bir kara gece daha yaşandı...Can Dündar ve Erdem Gül tutuklandı...Yandaş kanalları açtım, neredeyse zil takıp oynayacak yorumculardan geçilmiyordu ekran...Kurulan cümlelerden, yapılan yorumlardan mideme kramplar girdi...Televizyonlarında konuştular, konuştular...Gazetelerinde Can Dündar için ‘Cancık’ diye dalga geçen başlıklar attılar...Aynı meslekte olduğumuz için bizi bir kez daha utandırdılar…
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Oral Çalışlar - Hürriyet
Neden tutukluyorsunuz?
Can Dündar'a, Erdem Gül'e ve ailelerine, geçmiş olsun diyorum.
Yıllarca çalıştığım Cumhuriyet Gazetesi camiasına geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Umuyorum ki, bu tutuklama fazla uzamadan sonuçlanır ve bir an önce, gazeteci meslektaşlarımızın serbest bırakılmalarıyla neticelenir.
Can Dündar ve Erdem Gül'ün tutuklanması yanlış. Hukuken de, siyaseten de...
Uzun yıllar tutuklu yargılanmış bir “kıdemli sanık” olarak konuşuyorum... "Tutukluluk halinin devamına" deyimi, öfke yaratıcı bir ifade olarak, belleğimdeki canlılığını koruyor.
Tutuklama, bir “tedbir”dir. Bu tür soruşturmalarda, tutuklama için en çok gösterilen gerekçe, "kaçma şüphesi" ve "delilleri karartma ihtimali"dir.
İkisi de bu olay için geçerli değil. Can'ın da Erdem'in de, kaçma ihtimali söz konusu değil. “Delil karartılması” gibi bir olasılık yok. Deliller, 1.5 yıl önceki bir olaya ait ve eldeki belgeler(yani soruşturma konusu olanlar) yayınlanmış durumda.
Kişisel değerlendirmem şu: Gelişmiş bir demokraside; medya özgürlüğünün sınırlarını bu kadar daraltan bir uygulama, “basına yönelik baskı” olarak kabul edilir. Parlamenter demokratik rejime aykırı bir uygulama ile karşı karşıyayız.
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Fahrettin Altun - Sabah
Gazetecilik bu değil!
Gazetecinin telefonu çalar. Karşıdaki ses "ortalığı ayağa kaldıracak görüntüler"den bahseder.
Buluşurlar. Bir yanda bir gazeteci, öte yanda elinde kıymetli belgeler bulunan bir örgüt mensubu. Gazeteci, örgüt mensubunu tanımakta, o belgelere nasıl ulaştığını bilmektedir.
Fakat o bir gazetecidir.
Onun için önemli olan o belgelerin ses getirip, getirmeyeceğidir. Sonuçları umurunda bile değildir.
Dedim ya, o bir gazetecidir. Belgeleri yayınlar. Sonra başı derde girer.
Basın tarihi böylesi olaylarla doludur.
Oysa basın özgürlüğü her şeyden önemlidir.
***
İnandınız mı?
İnanmayın, çünkü uydurma bir hikâye bu.
Ben yazdım ama ben bile inanmadım.
Ne var ki bu uydurma hikâye bu aralar pek bir popüler. Türkiye düşmanlarının repertuarındaki birinci parça.
Bir kez daha "mahpus gazeteciler" söylemi üzerinden Türkiye'nin köşeye sıkıştırılmaya çalışılacağını göreceğiz.
Olayın hakikati şu şekilde.
"Erdoğan'ı devirme" operasyonu tüm hızıyla devam etmektedir.
İttifaklar oluşmuş, bütün Erdoğan düşmanları son bir gayret küreklere asılmaktadır.
Onlar için bu, her yolun mubah görüldüğü "kutlu bir savaş"tır.
Erdoğan'ı toplum nazarında itibarsızlaştırıp zayıflatma operasyonu başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Erdoğan'ı Batı nazarında değersizleştirme operasyonundan da sonuç alınamamıştır.
Çünkü her ikisi de Batılı devletlerin pragmatizmine, kendi ülkesinde güçlü bir liderle karşı karşıya gelmeme tavrına toslamıştır.
Bu durumda geriye Erdoğan'ı "savaş suçlusu" olarak gösterip, uluslararası alanda yargılatmak kalmıştır. İşte o gazeteci ve örgüt mensubu bu ortamda bir araya gelmiştir.
Sadece bir belge için değil.
Çok daha kalıcı bir birliktelik için. Birlikte, ortak hedef için planlar yapılmıştır.
Eldeki bazı görüntüler, Erdoğan'ın "DAİŞ"e silah gönderdiği izlenimi yaratacak şekilde çarpıtılarak sunulmuştur.
Türkiye'nin "teröre destek veren ülkeler kategorisi"ne yerleştirilmesi istenmiştir. Diğer yandan Türkiye'nin Suriye politikasını, Rusya ve İran'ın çizgisine göre revize etmesi temin edilmeye çalışılmıştır.
Bir süre sonra devlet ve PKK karşı karşıya geldiğinde de, "Erdoğan'ı devirme" operasyonu uğruna, o gazeteci devleti suçlar, terör örgütünü masum gösterir.
Bir uluslararası terör örgütü Suruç'ta ve Ankara'da bombalar patlatıp insanları öldürdüğünde yine aynı operasyon uğruna bunu da devlete, hatta ve hatta Erdoğan'a yıkmaya çalışır.
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Ersin Ramoğlu - Sabah
Gazeteciliğe ağla casuslara değil
Gazeteci basın özgürlüğünü, halkın doğru haber alma, bilgi edinme hakkı adına kullanır.
Casusluk için değil.
Gazeteci kamu düzenini bozamaz.
Devlet sırrını ifşa edemez. Casusluk da yapamaz.
Artistliğe gerek yok.
Can efendi TIR haberleriyle Türkiye'ye ihanet etti.
TIR'ları durduran savcı cezaevinde, olayı planlayan Dumanlı Ekrem kaçak, zampara Can ise devlet sırlarını yayınlamanın keyfini çıkarıyor.
"Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü"nün verdiği ödülle caka satıyor…
Ne içün?
Vatana ihanet ettiği için…
Tuhaf değil mi?
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Emre Kongar - Cumhuriyet
Gönülsüz kahramanlar
Yayımlanan bir haber yüzünden, terör örgütü propagandası yapmakla ve casuslukla suçlanan Can Dündar ve Erdem Gül, aslında yargı kurbanıdırlar...
Çünkü söz konusu haber, daha önce başka bir gazetede yayımlanmış olan, sosyal medyada defalarca paylaşılan, politikacıların üzerinde yemin billah ederek yorumlar yaptığı, yani “aleniyet kazanmış” bir haberdir.
Üstelik dava açılması için gerekli olan usul koşullarına da uyulmamıştır.
Bırakınız “Hukuk Devletini”, sadece yürürlükteki yasaların geçerli olduğu “Kanun devletinde” bile tutuklanmalarına gerek yoktur!
***
Can Dündar ve Erdem Gül, kahramanlık peşinde olmayan, işlerini iyi yapmaya çalışan iki gazetecidir.
AKP’nin “İleri Demokrasi” rejimi ve bu rejimin adaleti, bu iki gazeteciden, iki kahraman yaratmaya çalışmaktadır!
Can Dündar, savcılık ifadesinde, bu tutumu şöyle eleştiriyor:
“Bizler casus değiliz, hain değiliz, kahraman değiliz. Biz gazeteciyiz. Ve burada yapılan şey baştan sona bir gazetecilik faaliyetidir.”
Erdem Gül ise görev bilincini şöyle dile getiriyor:
“Ben devlet kurumlarının birbiriyle kavgalı olup olmadığına, haberimin kimin işine yarayacağına bakmam. Önemli olan haberin gerçekliği ve kamu yararı taşımasıdır.”
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Özgür Mumcu - Cumhuriyet
Yarışalım mı?
İki büyük terörist hapishanede. Biri Can Dündar diğeri Erdem Gül.
Tanıyorum anlatayım. İtiraf edeyim. Bir çay ocağında tanıştılar. Gitgide radikalleştiler. Tam intihar bombacısı olup memleketi kana bulayacakken yakalandılar.
Artık herkes mutlu.
MİT TIR’ları ne taşıyordu diye soranın alnını karışlarım.
MİT TIR’ları nereye gidiyordu, bunu aklına getireni ihbar ederim.
Suudi kargo uçakları mı? Zinhar konuşmam.
Ya ne iyi oldu. Bu gazete iki teröristten kurtuldu.
Ne ahmak gazetedir bu yahu. İçinde ya cemaat terörist bulur ya iktidar.
Sonra birden bu fena düşünceyi aklımdan kovalıyorum.
Ey sen hukuku hatmetmiş savcı, ey sen kanunu ezbere almış hâkim. Ey onların sicil amiri iktidar.
TIR için D sınıfı ehliyet lazım.
8 adet vesikalık resim, 1 adet sabıka kaydı, 1 adet sağlık raporu, 1 adet noter tasdikli ilkokul diploması.
Ben dosyayı hazırladım. Madem Can Dündar ve Erdem Gül artık engel değil.
Yarışalım mı?
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet
Biz demokrasi sevdalısıyız
Can Dündar ve Erdem Gül...
Onlar iki yiğit gazeteci!
Gazetecinin görevi haber yapmaktır, dün yazdım uzun uzun...
Can Dündar’ın son yazısının (23 Kasım Pazartesi) başlığı şuydu:
“Bağımsızlık, bizim karakterimiz.”
Yazı şöyle başlıyordu:
“Lise yıllarım ‘Ülkücülerin kalesi’ olarak nam yapmış bir okulda geçti. Okulun girişindeki panoda ‘Komünizm görüldüğü her yerde ezilmelidir’ yazısı asılıydı; altında Kemal Atatürk imzasıyla.
Sonra yönetim değişti. Okula sevgili Hocam Vecihi Timuroğlu müdür olarak atandı. Bir sabah geldik ki, girişteki Atatürk’e ait olmayan cümle değişmiş, yerine onun çok anlamlı bir sözü asılmış:
-Bağımsızlık benim karakterimdir.
Mustafa Kemal Atatürk...”
Can, daha sonra şöyle diyordu okurlara:
“Bağımsızlık Atatürk’ün karakterine yakıştığı kadar, kurduğu Cumhuriyete ve Cumhuriyet gazetesine de yaraşıyor...”
Kucak dolusu selam, Can ve Erdem, herkesin adına…
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Ali Sirmen - Cumhuriyet
Tutuklusun ey halkım!
Can Dündar ve Erdem Gül “silahlı terör örgütüne üye olmadan, bilerek ve isteyerek yardım etmekten”, siyasi ve “askeri casusluk amacıyla devletin gizli kalması gereken sırlarını açıklamaktan” tutuklanmış bulunmaktadırlar.
Haber yapan gazetecileri bu isnatlarla tutuklamak bir ülkede ne kadar demokrasi ile bağdaşıyorsa Türkiye o kadar demokratiktir.
Bir ülkede bu gerekçelerle iktidar çevrelerinden gelen telkinlerle, gazeteci tutuklayan yargı ne kadar bağımsız bir yargı ise, Türkiye’deki yargı da o kadar bağımsız bir yargıdır.
Ve bir ülkede demokrasinin, niteliğini belirten ölçütler de bunlardır yoksa iktidar ve muhalefetin ne kadar oy aldıkları değil.
Çağımızda bir ülkede rejimin demokratikliğinin ve özgürlükçülüğünün ölçütleri yerine gelmiyorsa, o ülkede rejim meşru değildir. İşbaşındaki iktidar veya kişi ne kadar oy almış olursa olsun!
Çünkü oy, diktayı demokrasi kılamaz, çünkü oy, diktayı meşru hale sokamaz.
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Aydın Engin - Cumhuriyet
Vız gelirsiniz, vız!..
Mapus damınız, duvarınız, zindanınız...
Vız gelir bize vız...
Hukuk reformu yapacağız deyip ülkede hukuku kazıyanınız...
Twitter’da, mivitırda salya saçıp kin kusanınız...
Mesleğimize bulaşıp yediği çanağa sıçanınız...
Vız gelirsiniz bize vız...
Yatarız, çıkarız...
Yattığımız günü yaşama eklenmiş onurlu günler sayarız.
Çıkarız, kaldığımız yerden işimize bakarız...
Işimiz hırsızın hırsızlığını, vurguncunun vurgununu, soyguncunun soygununu, hukuk tanımazının suçunu gün ışığına çıkarmaktır; halkın haber alma hakkını, tüyü bitmemiş yetim hakkı gibi savunmaktır.
Kaptanımız Can Dündar’ı, Ankara temsilcimiz Erdem Gül’ü mü sordunuz?
Boşuna umutlanmayın, ne onlar yılar, boyun eğer; ne biz yokluklarını hissettiririz. “Çok yorulmuşlardı, biraz dinlensinler” deriz. Bir yandan Silivri kapılarına yeşil soğan yollarız; bir yandan da onları yeniden aramıza getirmek için canımızı dişimize takarız. Bilenler bilir, biz canımızı dişimize takarsak başarırız.
Sonra da işimize bakarız...
Işimiz?
Söyledik ya, işimiz gazetecilik. Sadece gazetecilik. Ama gazeteci gibi gazetecilik...
Yani sahici darbelerde susup, hatta alkış tutup, düne kadar sarmaş dolaş olduklarını ortaklık bozulunca darbeci ilan edip gazeteciliği tetikçiliğe dönüştürenlerden değiliz.
Biz, sizin gecelerinizin karabasanı, gündüzlerinizde kapattığınız kapılardan sızanız...
Biz bu ülke insanlarının sesiyiz, gözüyüz, kulağıyız...
Mesleğimizi iyi yaptığımızda sevinip övünen, beceremediğimizde kendimizi kıyasıya eleştirenleriz...
Biz Cumhuriyet’iz…
Çiğdem Toker - Cumhuriyet
Can.. Erdem…
Can ile Erdem, gerçeği yansıtmayan devlet sırrı (!) niteliğinde olan haber aracılığıyla, “terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım” suçlamasıyla tutuklandılar.
Kastedilen de yeni adliye literatüründeki adıyla “FETÖ” olan Cemaat...
Hani o Cemaat’in, Cumhurbaşkanı’nın “Ne istediler de vermedik” dediği, yıllarca kol-kola mutlu-mesut yaşadıkları eski gayrı resmi koalisyon olduğunu bilmesek neyse...
“Bugün bütün hukuk dışılıkların faturasının kesildiği Cemaat, 17-25 Aralık’tan önce bir melekler ordusu muydu acaba” diye sormayacağız.
Ergenekon ve Balyoz davalarında onca hayatı çürüten sahte deliller, “ortaklık olmaksızın kendine yol bulabilir miydi” demeyeceğiz.
Bir insanı kuvvetli suç şüphesiyle özgürlüğünden ediyorsa iki koşuldan biri mutlaka olmalı: Delil karatma, firar etme.
Tutuklanmadan üç gün önce Fransa’dan gazetecilik ödülü alıp dönen Can mı kaçacaktı; yoksa haberi yazdığı Haziran ayından bu yana her gün 8’de işe gelip haftada üç gün televizyon programlarına katılan Erdem mi?
Ve hangi delili karartacaktı Can ile Erdem?
Ulaşır ulaşmaz haberini yazıp, manşetten yayımladıkları haber miydi acaba karartılacak delil?
Kaçma ve delil karartma ihtimalleri sıfırın altında olan Can ile Erdem’i tutuklanması kuvvetli suç şüphesinden dolayıymış.
Peki, tek kişilik Sulh Ceza Hâkimliği, bir suçun esasına girip karar verecekse, heyet halindeki Ağır Ceza Mahkemeleri neden var?
“Yargıya tekrar güven ve itibar kazandırmaktan sorumluyuz” görüşünü açıklamış HSYK başkanları bu tabloya ne diyor acaba?
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Ahmet İnsel - Cumhuriyet
Despota karşı yurttaş haysiyetini savunanlar
Can Dündar ve Erdem Gül, zaman içinde kendini yalanlayan iktidarın yalanının belgelerini yayımlayıp halkı bilgilendirdikleri için tutuklandılar. Soruşturmanın beş aylık suskunluktan sonra aniden harekete geçirilmesi, Rus uçağının düşürülmesi sonrası köşeye sıkışan iktidarın, panik içinde medyanın ağzını kapatma, yeni belgelerin yayımlanmasını caydırma önlemi olduğunu düşünmek mümkün. Emir-komuta mekanizmaları gayet açık biçimde çalışan, Erdoğan devleti hukuku olarak nitelendirilmesi gereken yapının bastırma ve sindirme operasyonunun bir adımı bu. Aynı zamanda o tatmin olmak bilmeyen öç alma arzuTutuklanmadan birkaç dakika önce Can Dündar, tarihte hiçbir despotun halkı bilgilendirme hakkını gasp edemediğini, bizim de “kendi despotumuza bu hakkı vermeyeceğimiz, onun elinden bunu mutlaka alacağımızı” sakin bir sesle söyledi.
Evet, Can Dündar ve Erdem Gül, bugün özgürlük hakkımızı, yurttaş onurumuzu despot iradeye karşı savundukları için tutuklular. Ama o despot irade ve hempaları bilmelidirler ki, bu toprakların insanları çok despot görmüştür ve bu topraklarda o despotlara karşı mücadeleyi bıkmadan, yılmadan ve bedeli ne olursa olsun vermeye devam edecek insanlar, hareketler hep var olmuştur.
Korku dağları bekler, derler. Bugün Türkiye’de korku, despotları ve suç ortaklarını bekliyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Nilgün Cerrahoğlu - Cumhuriyet
‘Onu çay ve fındık toplayarak büyüttüm’
Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Sevgili Can Dündar ve Ankara temsilcimiz Erdem Gül’ün tutuklanmasının ardından içimi gene en çok yakan saptamalardan birini, eski meslektaşımız, CHP Genel Başkan Yardımcısı Enis Berberoğlu yaptı.
“Bu ülkede hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku vardı...” diye söze giren Enis şöyle devam etti:
“Ama bugün artık o üstünlerin hukuku da kalmadı. Tek bir kişinin hukuku kaldı. O kişi adeta kuş avlar gibi, armut toplar gibi, düşmanlarını, muhalefeti, özgür düşünceyi hedef alıyor. Tek tek avlıyor. Bizse gözüne far ışığı tutulmuş, fener ışığı tutulmuş tavşanlar gibi felç olmuş halde seyrediyoruz. Tek tek kurbanlarımızı sayıyoruz. Tek tek onların acılarını yaşıyoruz, yaşatmaya çalışıyoruz.”
Zamanında genel yayın yönetmenliği yapmış yılların gazetecisi ve halen ana muhalefet partisi genel başkan yardımcısı olan bir kişi, yaşadığımız dramı; “gözüne far ışığı tutulmuş tavşanlar gibi, felç olmuş halde seyrediyoruz” diyerek tanımlıyor.
Bir toplum adına bundan daha acı ne olabilir?
“Gözüne far ışığı tutulmuş tavşan gibi tek tek kurbanları saymak” sendromu nasıl bu kadar içselleştirildi?
Muhalefeti, gazetecileri ve aydınlarıyla nasıl bu denli kanıksandı?
Başka vesilelerle önce de yazdım…
Vaktiyle “paranoya” diye küçümsenen “Tehlikenin farkında mısınız?” manşetlerini bu gazetede attığımız günlerden beri ben kendimi yazgısı değiştirilemeyen bir büyük Kırmızı Pazartesi romanı içinde hissediyorum.
Gabriel Garcia Marquez’in ünlü romanı Kırmızı Pazartesi, herkesin önden bildiği, haber aldığı, ancak önlemek adına hiçbir şey yapmadığı/yapamadığı bir cinayeti konu alır.
Roman karakterleri, ipleri adeta başkalarının elinde olan kuklalar gibidirler.
Yazgılarını kendi ellerine alıp bir türlü değiştiremezler.
Bahis konusu cinayeti kimin ve ne zaman işleyeceğini bilirler.
Seçilen kurbanı da gayet iyi tanırlar.
Ama olayların akışını değiştirmeye; kâh neme lazımcılıktan, kâh pısırıklıktan/kadercilikten güçleri yetmez…
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Tayfun Atay - Cumhuriyet
Öncüler acı çeker ama yolu da onlar açar!
Dündar ve Gül, önlerine devletin “sır” adı altında suç işlediğini kanıtlayan belgeler geldiğinde gazetecilik adına evrensel ölçekte ne öğrendilerse, ne bildilerse ve ne deneyimledilerse onun gereğini yaptılar.
Her ikisi de bu yola insani, ahlaki, vicdani olarak yürek koyup çıktıklarında sonucun buralara varabileceğinin de bilincindeydiler.
***
MİT TIR’ları haberinin baskıya verileceği akşam gazetede, Can’ın yanındaydım. Olağanüstü hava, sezilmekteydi,
Nedir diye sorduğumda da cevap netti. Ne yayımlanacağını da, sorumluluğu tamamen üstlendiğini de ve sonuçta “fincancı katırları”nın başına açabileceği işlerin iki gün önce Silivri’nin yolunu tutma sonucunu doğurabileceğini de söyledi.
“Yüzde 99 nokta 9 mahpusluk var ucunda” dedi.
Ne kadar yalnız olduğunun, yolda pek çok meslektaşı tarafından yalnız bırakılabileceğinin de bilincindeydi.
O bilinçle “yenilecek öncü” olmayı göze alarak yola çıktı.
Pırıl pırıl, yumuşacık ve müşfik gülümsemesiyle, “ismiyle müsemma” Erdem de yoluna karşıcı çıktı onun ve kol kola girip açıldılar!..
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Şükran Soner - Cumhuriyet
Türkiye’de gazeteci olmak
İktidarları işte bu medya yapılanmasını araç yaparak, iç-dış odaklı ittifaklar içinde, medya algı yönetimiyle, sivil otoriterleşmesinin önündeki hak-özgürlükler engellerini bir bir kırarak yürüdü... Medya, yargı operasyonlarının anahtarı önce iktidar ortağı Paralel’in elindeydi... Cumhuriyet’e, medyaya yönelik operasyonlar ona göreydi. Yollar ayrılınca aynı sivil darbe hukuku mantığıyla, halkın gerçeği öğrenme hakkının en ağır gasp edildiği ülke Türkiye’de, yeni senaryolarla daha ağır hukuksuzluklar gündeme girdi...
Cumhuriyet okurları bu kez Can Dündar ve Erdem Gül’ün özgürlükleri için dayanışmada, yanımızdalar... Cumhuriyet, ilkelerinden sapmadan ayakta kalma savaşımını okurlarından aldığı güçle sürdürüyor hâlâ…
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Doğan Satmış - Cumhuriyet
Can Dündar Erdem Gül
Can Dündar’ı tutuklayan hâkim, “Ülke aleyhine bir haber olsa yayımlar mısınız” diye sormuş ifadesini alırken.
Can Dündar’ın nasıl cevap verdiğini tahmin etmek zor değil.
Çünkü bu soru, benzer soruları akıllara getiriyor.
“Doktor Bey, bir düşman askerini ameliyat eder misiniz?”
“İmam Bey, bir dinsizin cenaze namazını kıldırır mısınız?”
“Hediye Teyze, çocuğu öldürülmüş bir düşman askerinin annesinin acısını paylaşır mısınız?”
“Ey Atatürk, ülkenizi işgal etmiş, insanlarınızı öldürmüş bir ülkenin bayrağını çiğnemeyi reddeder misiniz?”
Bu soruların tümünün yanıtı “Evet”tir.
Kocaman bir EVET.
Aksi halde doktor ettiği yemine bağlılığını, imam itikadını, Hediye Teyze insanlığını, Atatürk de Atatürk’lüğünü kaybeder.
Bu yüzden gazetecilere böyle sorular sorulmaz.
Bu evrensel bir kural. Gazeteci, ters giden bir şey gördü mü yazar. Bu zaten gazeteciliğin varlık nedeni.
Ancak biz bunu nedense, bizim hukuk nosyonu yetersiz yöneticilerimize anlatamıyoruz.
Kendi arkadaşlarımız bile bazen, “Yahu siz bunları nasıl yazarsınız?” diye şaşırıyorlar.
Bilin ki, bu haberleri yazmak Can Dündar ve Erdem Gül’ün görevi…
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Celal Üster - Cumhuriyet
Sözün özü
Can Dündar ve Erdem Gül tutuklu, demir parmaklıklar ardında. Başlık doğruydu: Gazetecilik tutuklandı.
Demokrasiye, ifade özgürlüğüne, insan haklarına sıçratılan bu kara leke, gazeteciliğin ne olup ne olmadığını açık seçik ortaya koydu.
Gazeteci postuna bürünüp gazetecilerin arasına dalan kurtlar dolaşıyor ortalıkta…
Bazı sözler vardır, engin bir deneyimin imbiğinden süzülmüş, derin bir gözlem gücüne yaslanmış sözler. Bir düşünceyi, bir ilkeyi kestirmeden anlatıverirler:
“Bilgilendirilmiş vatandaşlar, sağlıklı bir demokrasinin temeli olduğu için, büyük kuruluşlara bağlı olmayan, bağımsız medya bugün her zamankinden daha hayati bir önem taşımaktadır.” (Dahr Jamail; 2003’te Irak’ın işgali sırasında Irak’tan haber geçen az sayıda bağımsız gazeteciden biri.)
“Günümüzde, medya diktatörlüğü askeri diktatörlüğün yerini alıyor. Büyük ekonomik gruplar medyayı kullanıyorlar ve kimin konuşabileceğine, kimin iyi adam kimin kötü adam olduğuna karar veriyorlar.” (Danny Glover; oyuncu, yönetmen ve politik aktivist.)
“Gericiler gücü elinde tutuyor; yalnızca ordu ve poliste değil, basın ve okullarda da…” (John Dewey; filozof ve eğitim kuramcısı.)
“İşler şöyle yürüyor: Başkan birtakım kararlar veriyor. O karar veri
ci. Basın sekreteri bu kararları açıklıyor ve siz basındakiler o kararları yazıp dizdiriyorsunuz. Karar ver, açıkla, yaz. Sonra da tashihini yapıp evine git.” (Stephen Colbert; politik taşlamacı, komedyen, medya eleştirmeni, TV sunucusu.)
“Özgür basın, büyük bir toplumda bir ayrıcalık değil, organik bir gerekliliktir.” (Walter Lippmann; yazar, gazeteci, politik yorumcu.)
Can Dündar ve Erdem Gül tutuklu, demir parmaklıklar ardında. Ama yalnızca kendi kendilerinin buyruğunda oldukları, kendi kendilerinin efendisi oldukları için dışarıdaki pek çoklarından çok daha özgürler.
Kendi mesleklerinin özgürlüğünü bile savunamayan semirmiş kölelerden, teröre kurban giden canları bile ortak bir vicdanla anamayan köktensürüngenlerden çok daha özgürler…
Orhan Can - Cumhuriyet
‘Haber namus, yorum hürdür…’
Böyle büyüdük biz bu meslekte...
Eski yıllarda da güç yalakları, iktidar yalayıcıları vardı..
Ama haber hürdü. Özgürdü. Yorum, yazarlara aitti!
Sorun, haberin “hür” olmasındadır!
Haber hür olmazsa oyun değişirdi çünkü.. Tıpkı, futbol gibi..
Bu yüzden futbol ve hayat, ikiz kardeşti.
Haber taraf tutarsa, adalet duygusu incinir. “Adalet” taraf tutarsa, hayat ölürdü!
Tarafsız olması gerekenler ‘tarafsa’, “oyun bitmiştir” demekti.
Bu yüzden yenilen, yeneni tebrik etmemektedir.
Çünkü şimdi; kin vardır, nefret vardır, intikam hissi vardır!
Şimdilerde oyun açık.. “Ya bendensin ya karşıdan”...
Militan taraftarlığı ya da militan gazeteciliği.
Can Dündar ve Erdem Gül’ün kaderi yazılırken, biz statta “görevdeydik”! Haberciliğin kaderiydi bu!
Kalbin, aklın ve umudun gazeteci arkadaşlarının yanındayken, ‘sen’ haber için başka bir yerde görevde olursun!
Haber peşinde, haber kovalarsın.
Hani, hayatın kardeşi futbolda da “Çakal şey senii...” diyeceğiniz oyuncular vardır ya!
“Haram yemek tatlıdır, yedikçe yiyesi gelir insanın. Bir kez alışmasın insanoğlu...” derler!
Futbolu sadece “aldatmadan” ibaret sanan futbolcular...
Hani, yalan yere kendini yere atan futbolcular.
‘Kandırdıkça’ bir daha yaparlar.
Yaptıkça, yaptıkları yanlarına kâr kaldıkça, bir daha yaparlar!
Onlar “yaptıkça”, ‘onlara’ uyanlar da çoğaldı.
Çünkü; ahlaksızlık, ahlak olmuştur bir kez.
Sicilyalılar “Aldatan, bir kere daha aldatır” der!
Oysa, ‘Birinin özgürlüğü, bir başkasının özgürlüğüne girdi mi’ faul olmalıydı!
“Eşitlik” değil, “Adalet” önemliydi!
Ah o adaletsiz “düdükler”..
Oysa, ‘hoyrat’ ve ‘delice’ ne çok severdim seni…
Gülengül Altınsay
Gazeteciliğe devam!
Siyasetten gelip futbol yazan biri olarak benim için önemli olan sadece gerçekler.
Hayatın her alanındaki gerçekler. İster futbolda ister siyasette bir gazetecinin varlık nedeni de bu değil mi zaten? Biz bazı kulüp yöneticileri gibi ne şampiyonluk kazanmak için oraya buraya tavizler veriyoruz ne de güç ve nüfus peşindeyiz. Biz yalnızca gerçeklerin peşindeyiz.
Ama ne yazık ki bu ülkede gerçekleri açıklamak tehlikeli olabiliyor.
İnsan futboldaki kirliliği yazıp mahkemelik olabilir mi? Olabiliyor. Şike sürecindeki iki yazım mahkemelik olmuştu mesela.
Çünkü bizim birini suçlamak için sihirli iki sözcüğümüz var; “Hakaret” ve “İhanet”.. Ona hakaret buna ihanet.. O kadar çok hakaret kapsamına giren “hassas” noktalarımız var ki.. Yani her bir şeyi “hakaret” kapsamına koyabilirsiniz pekâlâ.
Asıl tutuklanan...
Gazeteci olarak sınırlarımız dar. Böylesi zor koşullarda gazetecilik yapmak daha da zor. Ama işin en ilginç yanı bir eylemi yapanın değil, o eylemi açıklayanın suçlu gösterilmesi. Oysa ki gazeteci, eylemci değil. Gazeteci olayları aktarandır sadece.. Bu ifşa etme kısmına gazetecilik deniyor zaten. Yani Can Dündar ve Erdem Gül’le birlikte asıl tutuklanan gazetecilik.
Peki, sürpriz mi bu? Ben bildim bileli gazetecilik baskı altında.
Ama sakın baskılara alıştık ya da alışmamız gerek anlamı çıkmasın bundan.
Alışmak değil baskıyı kaldırmak olmalı şiarımız.
Öyleyse gazeteciliğe devam..
Bağış Erten
Bizim meslek takım oyunudur
Benim için Cumhuriyet küçüklük kahramanıdır. 12 Eylül’ü sokakta top koşturarak yaşayan ama anlamayan kuşağın bir temsilcisi olarak ilk muhalif figürdür. Solculuğu, sorgulamayı ilk öğrenme kılavuzudur. 1980’lerin sonunda lisede okuyan bir genç için koltuğunun altığında taşıdığı gururdur. Sonradan ‘takımdan ayrı düz koşuya’ geçsem de, ‘oyuna dair’ temel itiraz yüzünden kendimi ‘kadro dışı’ bıraksam da, hatta bir dönem babaya isyan misali kapıları çarpsam da bilirim. Orada bir dünya vardır ve o dünyada vicdanı olanlara hep yer olur.
Şimdi ülke diye yaşamaya çalıştığımız düdüklü tencerede bu değerlerin üstüne geliyorlar. Birileri diyor ki; biz bu takıma gıcığız. Küme düşürmek istiyoruz. Olmadı kaptanını, sol açığını keseceğiz. Mümkünse sahaya çıkartmayız. Tribünü bozacağız. Neticede oynayamaz hale getireceğiz.
Yanlış iş peşindesiniz. Bu takımı düşürmeye çalışanlar daha önce de oldu. Başaramadılar. Ankaragücü’nün o meşhur tezahüratındaki özneyi siz Cumhuriyet yapın: “Hükümet düşer, enflasyon düşer, Cumhuriyet zor düşer”.
İyi de bunlar seni ne ilgilendiriyor, sen spor yazarısın diyenler var: “Sen sporunu yaz, ekmeğine bak. Girme bu konulara.” En çok buna deliriyorum. Bu şuna benziyor: Varsayalım cerrahsınız. Hastaneye polis giriyor. Başhekimi alıyor. Ameliyata gireceksiniz. Anestezisti alıyor. Sonra da diyorsunuz ki yap sen ameliyatını. Karışma. Olacak iş mi? Gazetecilik, tıpkı doktorluk ve diğer kamusal meslekler gibi takım oyunudur. Biri eksilirse olmaz.
Hadi diyelim ki sizin dediğiniz gibi olsun. Sadece spor yazalım. İyi de o da aynı yere çıkıyor. Yolsuzluğun, şiddetin, karanlık güçlerin bini bir para bu sektörde. Onları da yazmayalım. Sırf ‘maça’ odaklanalım. Öyle mi? O zaman da şunu unutuyorsunuz. Spor sahada da, tribünde de dayanışmasız olmaz. Adalet yoksa spor da yoktur. Rakibinle beraber büyürsün. Onu ezerek yaşanmaz.
Emin Çölaşan - Sözcü
Cehennemde gazetecilik yapmak
Cumhuriyet Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile Ankara temsilcisi Erdem Gül önceki gece tutuklandılar. Suç gerekçesi gazetede yer alan bir haber!..
Silahlı terör örgütü mensubu olmaksızın örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmekle suçlanıp tutuklandılar.
Aman yarabbim, bu nasıl bir gerekçedir…
Cezaevlerinde yatan gazetecilerin sayısı giderek artıyor…
Amaç belli:
İktidarın hoşuna gitmeyen, istemediği bir haberi kullanan ve kullandıran, eleştiri yazısı yazan herkes içeri tıkılacak, tıkılmasa bile gözdağı verilip bu yolla korkutulacaktır.
Cumhurbaşkanına hakaret ettiği iddia edilen her gazetecinin başına da aynı şey er veya geç gelecektir.
* * *
Gazetecileri böyle eften püften gerekçelerle içeri tıkmak kolay iş değildir. Nitekim bu son olay ABD’nin Ankara Büyükelçiliği tarafından dün kınandı.
AB tarafından da kınandı.
Bütün dünyadaki basın kuruluşları aynı yolu izledi.
Batı dünyasının, özellikle de AB ülkelerinin bu tür haksız tutuklamaları kabul etmesi mümkün değil.
Türkiye’de fikir ve ifade özgürlüğü siyasi iktidarın ayakları altında çiğneniyor.
Basın özgürlüğü aynı biçimde yok ediliyor.
Abdülhamit’in baskı ve zulüm döneminde de aynı şeyler olurdu. Demek ki Osmanlı’nın o utanç yıllarından sonra bir adım daha öteye geçmemiz mümkün olmamış.
Ben şimdi AKP iktidarının yerinde olsam ne yapıp yaparım, bütün tutuklu gazetecilerin derhal tahliye edilmesini sağlarım.
Tayyipgiller iktidarı için içeride ve dışarıda başka çıkış yolu kalmadı.
Her alanda rezil olduğumuz yeter, bizi dünyaya bu yolla da rezil etmeye hakları yok.
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Uğur Dündar - Sözcü
Basın özgürlüğü kelepçelenip zindana tıkıldı!..
Önceki akşam Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül ile birlikte “Halkın gerçekleri öğrenme hakkı” da tutuklanmıştır.
İktidarın uzun süredir “Olağan şüpheli” olarak baktığı “Basın özgürlüğü” kelepçelenip zindana tıkılmıştır.
Edward Murrow’un dediği gibi; soruşturma ile zulüm arasındaki ince çizgi aşılıp zulme dönüştürülmüştür.
Yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğüne ‘elveda’ denilmiştir.
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Bekir Coşkun - Sözcü
Yüreklerimizdeki hücredeler…
“Silahlı terör örgütü” ile ilişkileri yüce yargımız tarafından tespit edildiği için tutuklanan Can Dündar’ı ben iyi tanırım…
Silahsız gezmez…
Sağa sola sıkar…
Bazukası da vardır…
Çocukları öldürdü Gezi Parkı’nda…
Hiç acımadı, sıktı kafalarına…
Baktı itibarını kaybediyor, bir gecede kan gölüne çevirdi koca memleketi, gözü dönmüş zalimin tekidir…
Kan içer…
Erdem Gül keza…
Canlı bombadır…
Diyarbakır’da patlattı kendini, geçti Suruç’ta patlattı, oradan Ankara Garı’nda…
Kendini patlattıkça herkes öldü…
Onun ömrü uzadı…
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Yılmaz Özdil - Sözcü
Osmanlı… Cumhuriyet’i hapse attı
Yandaşların farfarasını boşverin…
Yayınlanan habere bakacaksınız.
Gerçek mi?
Gerçek.
Tartışma bitmiştir.
Gerçek, yayınlanır.
Gazetecilik dediğin, zaten budur.
Bakın size bir “halk sırrı” vereyim.
Devlet sırrı yoktur!
Eğer halk, “ben devletim” diyen siyasilerin aldığı kararlar neticesinde okka altına gidiyorsa… Halkın o kararları öğrenmesi ihlal değildir, haktır
Basın özgürlüğü terimi yanlıştır… Gerçeğin gizlenmesi, basın özgürlüğüne müdahale değildir, bizatihi halkın özgürlüğüne müdahaledir.
Cumhuriyet gazetesi, o haberin belgelerini cemaat’ten almış, budistlerden almış, pigmelerden almış, farketmez.
Tek kriter vardır…
O haber gerçek mi?
Gerçek.
Çatır çatır yayınlanır.
Yazının tamamını okumak için tıklayın
Mehmet Türker - Sözcü
“Öyle bırakmam onu!”
Ülkenin Cumhurbaşkanı’nın başlıktaki sözü söylediğinden yaklaşık 6 ay sonra “öyle” bırakılmadılar…
Tutuklandılar!..
İki gazeteci…
Biri haberi yazan Ankara temsilcisi…
Diğer haberi gazetenin birinci sayfasına koyan Genel Yayın Yönetmeni…
Konu: MİT TIR’ları…
Hani Cumhurbaşkanı’nın daha önce “İçinde silah varsa ne olacak yoksa ne olacak” dediği MİT TIR’ları!..
* * *
Cumhuriyet Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile Ankara Temsilcisi Erdem Gül önceki gün bu haber nedeniyle savcının karşısına çıkıp ifade verdiler…
Savcı onları tutuklama talebiyle Sulh Ceza Hakimliğine sevk etti…
Sulh Ceza Hakimi, “Yaz kızım” dedi, “Tutuklanmalarına…”
* * *
Tutuklama bir tedbirdir ve neden verilir?..
Kaçma şüphesi…
Delilleri karartma ihtimali…
Eğer kaçma şüphesi ise…
Can Dündar daha geçen hafta yurt dışındaydı, kaçacak olsa ülkeye dönmezdi!..
Erdem Gül Ankara temsilcisi, herkesin gözü önünde TV kanallarına tartışmacı olarak katılıyor…
Sopayla kovalayacak olsalar, yerlerinden kıpırdamayacak iki gazeteci…
Delilleri karartma meselesi ise, zaten her şey ayan beyan ortada!..
Ama Türkiye’deki hukuka bakarsanız, tutuklama bir cezalandırma yöntemi oldu!..
Yazının devamını okumak için tıklayın
Rahşan Gülşan - Sözcü
Can Dündar'ın yanındaki dağ gibi kadın olmak!
Çok canımız yandı.
Can Dündar, Erdem Gül gibi sevdiğimiz isimlerin gazetecilik yaptığı için casusluk, terör gibi absürt görünen iddialarla tutuklanması hayli üzdü.
Bugün köşe yazarı arkadaşlarım ve büyüklerim bu konuda zihin açıcı ya da duygularını paylaşan yazılar paylaşacaktır eminim ki.
Bense bir fotoğrafa ve onun düşündürdüklerine takıldım.
Mahkemenin kapısında çekilmiş bir fotoğraf bu.
Can Dündar gülümsüyor fotoğrafta.
Eşi Dilek Hanım’ın yüzünde donmuş bir gülümseme var.
Meğerse tutuklama kararının açıklandığı gün evlilik yıldönümleriymiş.
Dilek Dündar belli ki sağlam çıkmış yola.
Çok değil, birkaç yıl önce eşi hayatın en tatsız tuzaklarının birinde hayatının en berbat performansını sergileyip tanıdık kokulardan uzaklaşıp bazı ‘yenilerin’ peşinde koşarken hayatının en zor kararlarından birini vermek zorunda kalmıştı.
Böyle hallerde kalmak zor olandır. Savaş alanını terk etmeyip kanının son damlasına kadar sevdiğin adam için kanını akıtmayı göze alırsın.
Belli ki Dilek Hanım, erkeğinin yanında (hayır, arkasında veya bir adım gerisinde değil! İslam Cumhuriyeti mi burası yahu!) durma kararı aldığında bunu sahip olduğu konfor bölgesini terk etmemek için yapmadı.
Sevgisine tutundu.
Dün bütün gün gazetedeki fotoğrafta, ülkenin en büyük adliyelerinden birinde, o adliyeden büyük bir dev gibi oturdu eşinin yanındaki taşta.
Belli ki bu korkunç günleri de atlatabilecek kadar sevgisi, saygısı ve inancı var yanındaki adama.
Bizim Can Dündar’a sevgimizin, saygımızın, sosyal medyada bas bas “Can Dündar yalnız değildir” diye bağırmamızın pek de önemi yok.
Önceki gece Can Dündar tek başına, Silivri’de bir hücrede geçirdi geceyi.
Dilek Hanım da özgür dünyadaki esaretinin ilk gecesinde yapayalnızdı.
Dilek Hanım’ın sınavı şimdi başlıyor. Sırtında mermi taşımayacak belki ama eşinin tüm yükünü alacak omuzlarına. Nefesi, gözü, özlemi, gözyaşı olacak geceleri bir hücrede tek başına uyuyan sevgilisinin…
Hep şiddetle, kanla, gurur kırıcı haberlerle çıkıyoruz biz kadınlar gazete manşetlerine bu ülkede.
Bu kez bir ada olarak çıktık manşetlere.
Twitter’daki kullanıcı adı ‘Can Dündar Adası’ olan adamın geceleri hayalinde sığınacağı, yeşil düzlüklerinde özgürlük hayalleri kuracağı, her şeyden ve herkesten