22 Mar 2008 19:06 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 13:01

08:15 EMİNÖNÜ VAPURUNUN GAZETECİ YOLCULARI KİMLER?..NELER YAŞANIR?..NELER KONUŞULUR?..

Her sabah vapurla Kadıköy'den karşıya geçen yolcular arasında bir basın kafilesi var.Akşam'ın istihbarat şefi Bayram Yaşlı,vapurun burun bölümünde oturan gazetecileri ve yolculardan gelen ilgiyi yazdı...

8:15 Vapuru´na hoş geldiniz

İnsanların hayatlarında öylesine yer edinmiş anılar var ki ne yaparsanız unutmanız mümkün değildir. İşte benim hayatımda da çok ama çok önemli anıları barındıran vapur sefaları önemli bir yer alır...

İstanbul'da yaşayan hele hele vapurla işe gidip gelen insanların ruh hali beni her zaman heyecanlandırmıştır. Kimi üzgündür, kimi neşeli. Kimi sigarasını yakıp, uzaklara dalıp gider. O anda her birinin yüzüne bakıp, neler düşündüklerini çözmeye çalışırım. Şunu belirtmeden geçemeyeceğim, eskiden gülen insanlar daha çoktu vapurda; sonra sonra neşeyle etrafını seyredenler giderek azalmaya başladı. Belki de İstanbul'un yükünü taşıyamamaya başladı insanlar... Neyse, bir toplumun psikolojisini 20 dakikalık yolculukta çözümleyecek halimiz yok.

Anadolu Ajansı'nda çalıştığım dönemlerde 15 yıl vapurla yolculuk yaptım. Bu yolculuklar sırasında, acı tatlı bir çok hayat hikayesine şahit oldum; arkadaşlıklar ve dostluklar kurdum. Bu dostluklar bazen öylesine kalıcı hale geliyor ki yaşamınızın bir noktasında bu insanları yanı başınızda görüveriyorsunuz.

Uzun bir süre iş değişikliği nedeniyle vapur yolculuklarından mahrum kalmıştım. Doğrusu o eski duygu yüklü ve nostaljik vapurlardan eser kalmadığını düşünmeye başlamıştım ki bir gün yeniden onu yakalamanın sevincini yaşadım...

Yıl 2006, aylardan Şubat... Her sabah alışkanlık haline getirdiğim 08.15 vapurunu kaçırmamak için Kadıköy İskelesi'nin turnikelerinden basın kartımı göstererek, içeriye adımımı attım. İskeleye yanaşan vapur, kapılarının açılmasıyla aniden dolmuş ve insanlar yerlerini almaya başlamıştı.

15 yıl boyunca yaz-kış demeden vapurun burun (baş üstü) bölümüne otururum. O sabah da kış güneşinin hafifçe ısıttığı burun kısmına oturduğumda bir süredir görmediğim Türk basınının emektar foto muhabiri, cefakar ve duygu yüklü insan Garbis Özatay ile göz göze geldim. Her zaman olduğu gibi 'ekmek teknem' dediği fotoğraf makinesi yine boynunda asılıydı. O bana, ben ona bakıştık; ikimiz de bir süre durakladıktan sonra ancak selamlaşabildik.

Hemen yanına oturdum, ne yaptığını sordum. "Milliyet'te çalışıyorum" dedikten sonra birer çay istedik ve ben sigaramdan derin bir nefes çekerek eski günlere doğru dalıp gittim.

O yumuşak ses tonuyla ve tane tane konuşan Garbis'in, "Sen ne yapıyorsun?'' demesiyle kendimi toparladım ve "Anadolu Ajansı'ndan ayrıldıktan sonra Sabah Gazetesi'ne geçtim. Buradan da Akşam'a İstihbarat Müdürü olarak demir attım." dedim.

Biraz sohbet ve muhabbetten sonra, Eminönü İskelesi'ne yanaşan vapurdan indik ve ertesi gün aynı saatte yani 08.15'te buluşmak üzere ayrıldık.

Ertesi gün aynı saatte bindiğim vapurda Garbis'in yanında oturan, ismini bildiğim ancak sadece ekranlardan tanıdığım Göksel Göksu vardı.

Selamlaşmadan sonra kendisiyle de tanıştık. Vapurun kalkmasına 5 dakika vardı ki Milliyet Gazetesi'nden Foto muhabirleri Yurttaş Tümer, Ozan Güzelce ve Radikal'den İsmail Saymaz ile mesai arkadaşım İstihbarat Şefi Hülya Ünlü de geldi. "Oh be!" dedim içimden, "Eski günleri yaşayacağız herhalde."

Çaylar içiliyor, sigaralar tüttürülüyor, gazetelerin manşetleri konuşuluyor ve de özlem duyduğum dünya ve ülke sorunlarına kısa da olsa değiniliyor. İşte 08.15 vapuru...

HER GÜN AYNI KEYİF...

Evet, ar